18 Ocak 2019 Cuma

Aleksandros Papadiamantis - Hadula

Ari Çokona'nın bir röportajında Papadiamantis anılıyor, Çokona'ya göre Türkçeye mutlaka çevrilmesi gereken bir yazar. Bir öykü derlemesi çevrilebilirmiş mesela. Attım hafızaya, sonra Jaguar'ın kitaplarını incelerken Papadiamantis'in bir romanının çevrildiğini gördüm, alıp okudum. Jaguar'ın ne şahane işler peşinde koştuğunu anlatmaya, söylemeye gerek yok. Bastıkları birçok kitabı aldım, birkaç tane kalmıştır almadığım, onları da zamanla. Okumadığım daha çok, onları da zamanla. Her şey zamanla. Ben kendilerine buradan teşekkür eder, daha da muvaffak olmalarını dilerim. Bir okurunuz garanti, paşa gönlünüze göre istediğinizi basabilirsiniz. Gerçi aynı şeyi söylediğimde Pinhan'ın başındaki abi, "Depodaki yedi yüz elli kitabı ne yapacağımı düşünüyorum, onlar biterse Kosztolányi'den başka şeyleri basmayı düşünürüm," demişti. Kısacası alalım, okuyalım. Çünkü süper bir şey. Ben mesela, her gün okuyorum. Üç saat yolda, iki saate yakın evde, yeter. Telefon, televizyon gibi zararlı alışkanlıklarım yoktur, zamanım bolcadır. Uyumadan önce mutlaka şiir okurum, rüyalarım bazı bazı nesre döner, zira iki negatif bir pozitif eder. Yürürken bol bol düşünürüm, genelde Jaguar'ı. On iki bin küsur adım atmışım bugün, demek ki yeterince düşünmemişim, yarın daha çok yürüyüp daha çok düşüneceğim. Yarın bambaşka bir gün olacak. Çünkü daha gelmedi.

Herkül Millas'ın önsözü. Okunabilir, spoiler yoktur. Değindiği meseleleri az az ele alayım. Birincisi, Yunan edebiyatının eserlerinin pek az çevrilmesi. Aynı şeyin onlar için de geçerli olduğunu söylüyor Millas, Halit Ziya Uşaklıgil örneği üzerinden giderek bu büyük yazarın Yunancaya çevrilmesinin gecikme nedenlerini düşünüyor. Değersiz bulunduğu için mi? Uşaklıgil'in öyküleri müthiştir, üstelik zamansız bir müthişliktir bu. Papadiamantis de müthiş, Millas'ın kıyasına göre. Sait Faik'in Yunanca çevirilerinin de piyasada bulunmadığı söyleniyor, aynı durumdan. İdeolojik meselelerden bahsediliyor, uzun hikâye. Yazar anlatılıyor sonra, numunelik bir adam. Atina Üniversitesi'nin felsefe bölümünde okumak için doğup büyüdüğü adadan ayrılıyor ve okulunu bitirmeden geri dönüyor. Fransızca öğreniyor, resim yapıyor, ders vererek geçiniyor. Öyküleri pek beğeniliyor, romanları da. Sakalı karmakarışık, düzensiz giysili, çamurlu ayakkabılı, defolu görünüşlü bir adam kısaca. 1906'da  Atina'daki yazar kahvelerinde görünüyor, Kazancakis'in de takıldığı mekanlarda. Yaşamını sürdürmek için sürekli yazıyor, çeviriyor ve hastalanıp adasına dönüyor, 1911'de de ölüyor. Millas'ın çizdiği portre böyle. Edebi kişiliği hakkında ilginç bilgiler var; Yunan kimliğini ve dünyasını en gerçekçi ve çarpıcı biçimde yansıttığını düşünenlerle sıradan ve ahlaki öyküler yazdığını düşünenler karşı cephelerde. Muhafazakarlar ve Ortodoks Hıristiyanlar pek severmiş kendisini, halkın inançlarını ve değerlerini sıklıkla dile getirdiği için. Dil meselesi de ilginç; ağdalı bir dil olan Katharevusa ile halk dili Dimotiki'nin mücadelesi varmış, ideolojik bir savaş. Kathaverusa'yı kullanmış Papadiamantis, yenik grupta yer almış.

Yazarın Dostoyevski'ye benzetilmesini anlamlı buluyor Millas. Karakterlerin dönüşümleri, zıt kutuplar arasındaki gidiş gelişler Papadiamantis'in de esas meselesi. Hadula'ya baktığımız zaman tam Dostoyevskilik bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. Halktan biri, şifalı otlarıyla geçinmeye çalışan, çocuklarına ve torunlarına bakmaya çalışan bir kadın. Bir noktada deliliğin kucağına düşene kadar şefkatini kimseden esirgemiyor, kırılışının ardından da sinsiliğini ve kurnazlığını seriyor ortaya. Papadiamantis ara ara karakterlerin geçmişlerini de kurcalıyor, Hadula'nın yardım ettiği insanları ve kendi çocuklarını Hadula'nın hafızası üzerinden metnin güncel zamanın dışına sıkıştırıveriyor ve anlatıyı derinleştiriyor, karakterleri de. Başta bilindik bir açılış var, Hadula'nın kişiliği hakkında biraz malumat. "Küçük bir çocukken ailesine hizmet ediyordu, evlendiğinde de kocasına kul köle olmuştu. Belki kendi mizacından, belki de kocasının yetersizliğinden, onun bakıcısı olma noktasına gelmişti. Çocukları olduğunda, onlar için saçını süpürge etmiş, çocukları da çoluk çocuğa karışınca, kendini tamamen torunlarını büyütmeye adamıştı." (s. 20) Anlatının geçtiği dönem bağımsızlık mücadelesinin çok uzak olmadığı bir dönem, yoksulluğun evin duvarlarında kök saldığı zamanlar. Arnavutlar ve Makedonlar ülkeye geliyorlar, Yunanlar bu iki ülkeye gidiyor, insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için hareket halindeler. Hadula ve ailesiyse yaşadıkları adada -Papadiamantis'in de yaşadığı ada, Skiathos- hayatta kalmaya çalışan yoksullardan. Kocasının biraz kolay kandırılabilir ve para tutamayan yapısı yüzünden Hadula kocasının maaşına allem ve dahi kallem edip el koyuyor, kara mizah devrede. Evliliklerinden öncesi ve sonrası da oldukça sıkıntılı; ailelerle alakalı problemlerde Hadula'nın hırsızlığı ve ailesini zor duruma düşürmesi gibi meseleler var. Tam bir objektiflik hakim, kadın ne bir azize, ne de bir günahkar. İyilik ve kötülük yan yana yürüyor.

Çocuklarının hikâyeleri Hadula'nın çileli yaşamına ayna tutuyor. Erkek çocuklarından biri suç makinesi olarak büyüyor, bir diğeri evlenip beş çocuk doğuruyor, diğerleri başka şeyler yapıyor, sonuçta baş ağrısından beş adet var. Kardeşler birbirlerini bıçaklıyorlar, polislerden kaçıyorlar, ABD'ye uzayanları var, çeşit çeşit. Torunlarından sonuncusu doğduğu zaman kızın dünyaya gelmemesini istediğini dile getiriyor Hadula, yaşlı haliyle çocuğun da kendisine benzeyeceğini, kaderinin kendisininkiyle bir olacağını düşünüyor ve hayatla başa çıkamamaya da bu son çocuklar birlikte başlıyor. Metnin yarısından itibaren soğukkanlı bir katile dönüşmesini izliyoruz kadının, çocukları öldürmeye başlıyor, şifa dağıtmak için girdiği bir evdeki yeni doğanı öldürüyor, sonra iki kız kardeşi öldürüyor, etrafındaki insanlara masum rolü kesip kirişi kırmaya çalışıyor ve dağlara çekiliyor. Bir bebeği de burada öldürüyor, peşinden gelenlerden yırtmak için yalan üstüne yalan söylüyor. Yaşamın getireceği zenginlikleri belki de çocukluğundan beri duyup görmemiş, her bebeğin yeni bir başlangıca sahip olduğunu düşünmekten deliriyor belki, bebekleri kıskanıyor ve cinayet işlemeye başlıyor. Kuruluşu açısından sağlam bir karakter; havada kalan bir davranışı yok, geçirdiği dönüşüm akla yatkın, makul bir karakter. Makullüğü ölçüsünde başarılı, herhangi bir gevşekliği yok, kurmacaya sıkı sıkıya ilişik.

Dönemin şarkılarından parçalar, insanlarından diyaloglar, denizlerinden balıklar ve patikalarında kaçışlar var bu metinde, zamanının iyi bir kaydını tutmuş Papadiamantis ve insanın doğasını bir güzel çeşitlemiş. Pek hoş, okunmasını tavsiye ediyorum. Kundera da övmüş Papadiamantis'i, bu da önemli bir şey. Dilerim Jaguar Papadiamantis'ten başka bir şeyleri de basar. Kitap okurken metroda ve vapurda belli yerlerim vardır, okula gittiğim günler aynı saatlerde, aynı koltuklarda görürsünüz beni. Kosztolányi basmadılar ondan sonra, üzülüyorum. Oğuz Tansel'in şiirlerini seviyorum. Bahar gelse de bisiklete binmeye başlasam yine. Bu arada, gecenin suyundan içtiniz mi? Göle taş, göze yaş düştünüz mü?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder