10 Ocak 2019 Perşembe

Reyhan Koçyiğit - İt Yangını

Bir İshallinin Günlüğü, uyanıştan patlayışa kadar geçen bir sürede ishalli bir karakterin patronundan zam isteme sürecini anlatıyor. İtalik bölümlerde vücudun savunma mekanizmasının dile geldiğini görüyoruz, midedeki bakterilerden biri olarak düşündüm ben bu bölümlerin anlatıcısını. Şirketlerdeki yapıdan bahsediyor, kendilerinin de böyle bir organizasyonu var ve yeterince çalışmayanlar, düşük verimliler hemen şutlanıp yerlerine yenileri geliyor. Koçyiğit'in kapitalist sistemle ilgili eleştirileri biyolojik süreçlere kadar varmış durumda. Vücut kendini korumaya çalışıyor karakterin yiyip içtiğinden, içerken kullandığı plastik şişenin zararlarından ve yer aldığı organizasyonun yapısından bahsediyor. Ana anlatıdaysa zam isteyecek olan karakterin eylemleri var. Kalkıyor, ağrısıyla mücadele ediyor, işe gidiyor, patronunun karşısına geçiyor ve aklında çok önceden kurduğu cümleleri bir bir sıralıyor. Bütçeler, ayarlamalar, ağrının artmasıyla birbirine karışıyor ve patron istenen zammı onaylayacakken, eyvah, son bir anlamlı cümle kurma çabası günlükteki diğer meselelerle karışıyor ve muhtemelen patlama gerçekleşiyor. Ücret Artışı Talebinde Bulunmak için Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi okunmuş olsaydı daha sağlam bir zam koparılabilirdi ama ishale yapılacak bir şey yok, sistem çökmüş durumda, belki de bu yüzden o bakterinin bir şeyler anlatacak zamanı var, dile gelmesi bu yüzden.

Reyhan Koçyiğit'in öykülerinde bir parçası olduğumuz düzenin karakterleri bir nevi çürütmesini görebiliyoruz, Meczup'ta tanıdık bir temanın tekrarından doğan iktidar ilişkilerine denk geliyoruz. Yarattığı karakterle aynı düzlemde bulunan bir yazarın yetişmesi gereken bir kitap için yazacağı öyküler vardır, yazabilmek için tek bir ışık huzmesinin girebildiği bir odada çalışmaktadır. Hapsolmuştur, yarattığı meczup karakterin ördüğü duvarların arasında kalmıştır. Genç bir adam kendisine yemek getirmektedir ve dışarının güzelliğini kendisine yasakladığı için yazara kızmaktadır. Meczup aslında kendisidir, yaratıcıyla yaratılan arasındaki bu mesafe, yazarın uyanması ve okuduğumuz öykünün ilk sözcüklerini yazmasıyla korunur. Stranger Than Fiction ve The Words ayarında bir öykü, en sonunda yazılacak metinle yazar arasında kurulan ilişkinin uyandırdığı kurtuluş meselesi ilgi çekici. Dışarının panayırvari karmaşasından korunmak için bir odada, kendimizle bir başımıza, bir şeyler yaratarak durmak kadar etkili bir çözüm var mı, bilmem.

Yol Boyunca'da tek bir anlatıcının kilitlediği yancısına bir öykü anlatmasını bekleriz, anlatıcı bir öykü anlatacağını söyler ama yolun getirdikleri öykünün anlatımını sürekli öteler, bir nevi öyküleşmiş bir yolla karşılaşırız, öykü olmayan detaylar öykünün kendisi haline gelir, yaşam parçaları anlatının temelini oluşturur. Calvino'nun böyle bir öyküsü vardı, tek bir karakterin monologu üzerinden kurulup dinleyen karakteri de bir biçimde içine alıp giderek genişleyen ve sonunda toparlanıp tek bir noktaya sıkışan harika bir öyküydü o. Bir de Woolf'un var sanırım, hatırlayamıyorum. Neyse, burada karakterimiz dışarının karmaşasından çıldırmak üzere olduğunu söylüyor ve durmadan anlatıyor, yanındakine söz hakkı vermiyor, vadettiği öyküyü de anlatmıyor bir türlü. Şöyle düşünüyorum; fark etmeden "dışarıyla" birleşmiş bir insanın şikayet ettiği meselelere dönüşmüş olması ve bunun farkında olmaması günümüzde tipik bir trajedi. İnceliklerden bahsedip o incelikleri taşımayan insanlara denk gelmişizdir, açtıkları yaralara şahit olmuşuzdur. Nitekim dinleyen kişi de öykünün sonunda kendini anlatıcıdan kurtarmak için şiddete başvuruyor ve hiç kimse anlatıcıya yardım etmiyor, herkes kör ve sağır. Bu öykü de hoş.

Kitaba adını veren İt Yangını için Shaw'un bahsettiği, insanın iki trajedisinden birini göz önüne alacağım, şu arzuya kavuşamamakla kavuşmaktan kavuşmak olanını. Köpekleri seven bir ergenin dileği gerçek olur, çocuk köpeğe dönüşür bir sabah. Bu dileğinin arkasında annesiyle bitmek bilmeyen çekişmeleri vardır, çocuğun köpek sevdası okul yaşamını sekteye uğratmaya başlayınca anne isyan eder, okumayacaksa bir işe girip çalışmasını söyler. Stresle başa çıkamayan çocuk, yaşamında aksayan ne varsa hepsinden bir köpek olarak kurtulabileceğini düşler. Köpeklerin düşünceye ihtiyaçları yoktu. Yerler, uyurlar, dolanırlar, çiftleşirler ve kuyruk sallarlardı. Nihayetinde çocuk köpek olur ve işlerin hiç de istediği gibi gitmediğini görür, zira düşünceleri yerli yerindedir. Wittgenstein'ın bir köpeğin nasıl hissedeceğinin bilinemeyeceğini söylemesini alın, öykünün orta yerine koyun ve çocuğun trajedisini görün.

Sinek de bir nevi öykü yazma ediminin öyküsü, bir sinek üzerinden. Breaking Bad'in Fly diye bir bölümü vardır, onunla özdeşleştirdim biraz. Karakter klozete oturur vaziyettedir, yazacağı öyküyü düşünür ama aklındaki sayısız şeyi birbirine bağlayamaz. Bağlantı noktası olarak bir sineği beller. Kendi yaşamıyla sineğin hareketleri etrafında dolanır, düşünür ve yazacağı şeyi bulmaya çalışır. Ailesini düşünür, yıllar önceki ilişkilerini düşünür, yazamayacağını düşünür, yazması gerektiğini düşünür, pek çok şey düşünür ve sineğin kendi başarısızlığı olarak var olduğunu fark eder. Sabaha karşı sinek ortadan kaybolur, geride yazılmasını sağladığı öyküyü bırakarak.

Yenilik açısından pek bir şey bulamazsınız ama pek bir üslup, tanıdık bir dünya ve üzerinde düşünülmüş, itinayla kurulmuş anlatılar bulursunuz Koçyiğit'in öykülerinde. Bence iyidir, diğer öykülerini bekleyeceğim.

1 yorum: