23 Nisan 2012 Pazartesi

Truman Capote - Tiffany'de Kahvaltı

Napiyim lan, yeni okuyorum. Allah Allah.
Bende bir takıntı var; böyle baba yazarların çoğu kitabını almazsam okumaya başlamıyorum onları. Arka arkaya devirmeliyim ki o yazarın tadı beynimde yer etsin. Capote böyle. Yedi sekiz tane var sanırım, ucundan giriştim. Sonra da diğer kitaplarını okumaktan vazgeçtim. Ne yaptığımı ben de bilmiyorum. Neyse.

Evet, tam olarak bu var bende. İlk baskı, 1966. Evin Doğu almış kitabı ilk, 5. 9. 974. Nereden, ne zaman aldığımı hiç hatırlamıyorum. Kadıköy'deki Kelepir olabilir. Gerçi uzun zamandır pek kelepir değil orası, gitmiyorum. Bugün bir gideyim, neler neler çıkar.

Gidip geldim. Evin Doğu'ya Facebook'tan mesaj gönderdim, kitabı hatırlayıp kendisinin aldığını teyit ederse kendisine yollayacağım bunu. Her kitap bir şekilde sahibine dönmeli. Her şeyimi paylaşırım, kitaplarımı paylaşmam. Çok isteyen bir arkadaşım varsa alırım, hediye ederim. Bu hanımefendinin elinden nasıl kurtuldu bu kitap, onu da soracağım ve kendisini azarlayacağım. Geber Evin Doğu.

Evet, kitap. Kitap güzel. Bence filmin çok büyük bir payı var kitabın bu kadar tanınmasında. Yani çok fırtınalar koparmış sanırım, lakin ben giderek hissiz bir öküze döndüğüm için bende tesiri kısa sürdü; bir iki yerde içim bir hop etti, ne de güzel yazmış, helals dedim içimden. O kadar. Kürk Mantolu Madonna'nın bir tık altında ürperdim.

Bence buradaki "hanım", Holly Golightly, çok süper bir insan. 14 yaşında evlenmiş, kocası alkolden gebermiş, işe giriyor, patron tacizinden sonra kaçıyor. Yaşlı bir çiftçiyle evleniyor, ondan da kaçıyor. Sonra büyük şehire geliyor, takılmalık abla olarak hayatını kazanıyor. Hediyeler, para, bilmem ne. Erkek fışfışlayıcısı değil, tersine. Erkekleri sallamıyor pek. İnsanları sallamıyor daha doğrusu. Tante Rosa benzeri bir kadın diyeceğim, buradan başka bir yere geliyoruz. E bu Holly romanda hamile falan kalıyor ama meğersem eşcinsel bir erkekmiş bu arkadaş? Kadın mıymış veya? Capote öyle demiş? O yüzden kapağa hiç bakmamak lazım, yanlış bir izlenimle okuduğunuz zaman kitap bok oluyor haliyle. Audrey Hepburn ne kadar güzel ama filmi o açıdan gömüp atmış bence. Ben anlamadım o olayları pek, kendimden de bunu beklediğim için hiç şaşırmadım.

Neyse, Holly'nin bir iki tribi var, bence muazzam. Cevaplamak istemediği bir soru sorulduğu zaman burnunu kaşıyor, direkt sallamıyor. Anahtarını kaybettiği, kaybedeceği için bir fotoğrafçının ziline basıyor sürekli. Gecenin körüymüş, umrunda değil ablanın. Fotoğrafçı kardeş gider yapınca bizim esas oğlana dadanıyor bu sefer. Paul Varjak, öyküler yazan bir jigolo. Lan bu kitabı kuş haline getirmişler galiba ya da ben kaçırdım; jigololukla alakalı bir şey de yazmıyordu. Allah Allah. İşte bunların ikisi de tutunmaya çalışan insanlar. Paul'a Fred diyor Holly, çünkü kardeşinin adı o. Kardeşini pek seviyor yıllardır görüşmemelerine rağmen. Biraz kafadan yavaş bir arkadaş bu Fred, askere gidiyor. Askerden ölüm kağıdı gelince Paul'a bir daha Fred demiyor. Çok seviyor lan kardeşini.

Sayfa kıvrıklarımdan gidelim biraz.

"'Ben ise hayır. Hiçbir şeye alışamam. Alışabilen bir kimse gebersin daha iyi.'"

İşte Holly böyle bir insan. Erkekten erkeğe, şehirden şehre gider. Daima yeni yüzler, yeni yerler. Gez Allah gez. Süper. Herkese "sevgilim" diye hitap ediyor, araya Fransızca kelimeler sıkıştırıyor, çünkü "ben dönyanın en gözel garısıyam" sendromundan kurtulmak için önce Fransızca görüp dilini yumuşatmışmış. Taktiklere gel arkadaş yav. Bir bölüm daha:

"Holly, 'Sakın bir yabanı sevmeyin Mr. Bell,' diye ona öğüt verdi. 'Dok'un (Dok adlı kişi yanlış hatırlamıyorsam Holly Lulamae iken, yani taşralı küçük bir kızken onunla evlenen iyi yürekli yaşlı bey) yaptığı yanlışlık buydu. Eve durmadan yaban şeyler taşıyordu. Kanadı incinmiş bir şahin. Bir kez, ayağı kırılmış kocaman bir vaşak getirdi. Kalbini bir yabana vermemelisin; bunu ne kadar çok yaparsan onlar da o kadar kuvvetlenir. En sonunda ormana kaçacak kuvveti kazanırlar.'"

Kilit sözler bunlar bence. Holly bacımız kuşu vaşağı anlatırken kendini de anlatıyor. Little Wing geldi aklıma Jimi Hendrix'ten. Uç uzaklara, küçük Holly.

Bir mantık hatası var, çeviriden kaynaklı da olabilir gerçi. José diye bir arkadaş var, bir yerde İngilizceyi pata küte konuştuğu belirtiliyor. Adam sular seller gibi konuşuyor sonra.

Holly bir yerde tutuklanıyor gibi bir şey oluyor, Paul da Holly'nin planlarının gerçekleşmeyeceğini, Brezilya'ya gidemeyeceğini söylüyor. Gitse bile vatanına bir daha asla dönemeyeceğini söylüyor. Holly'nin dediği şu:

"'Ne olur yani, zorlu küçük. Neymiş sanki, vatan dediğin rahat ettiğin yerdir. Ben hâlâ arıyorum.'"

Anladın mı, sürekli arayışlarda Holly. Bu yüzden sürekli yer değiştiren sevgileri, duyguları ve hayatı var. Kedisini azat ettiği bir bölüm var, orada da kimseye hiçbir söz vermediğinden bahsediyor. Kendisini bağlayan hiçbir şey yok. Bu yüzden de çekip gidebiliyor.

Valla açıkçası ben bir de Sel'den alıp okuyacağım bunu, o baskısı daha güzeldir zannediyorum. Çünkü bu ne lan böyle. Bu eski kapaklıyı görürseniz almayın.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Gulyabani ve Gönül Ticareti var sırada. İyi günler. Size de iyi günler. Hoşça kalın. Gutnayk.

2 yorum:

  1. Hoş bir tanıtım olmuş,teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim, yazdığım gibi pek bir şey anlamadım. :ı Ama kitap güzel. Helal olsun.

    YanıtlaSil