20 Ağustos 2012 Pazartesi

Stephen King - Ceset

Kariler, hayat gerçekten çok acayip bir şey. Gerçekten. Tatilden döneli 10 gün oldu, bu 10 günde KPSS'yi kazanamadığımı öğrendim, bir dershanede işe girdim, sonra KPSS'ye hazırlanmak için bir dershane arayışına girdim, ailenin durumu pek parlak olmadığı için abimin yardımını, babamın yardımını istedim ki babamla çocukluğumdan beri görüşmeyiz pek. Neyse, işle dershaneyi nasıl yürüteceğime dair kafa patlattım, bu sırada uykularım bölündü, psikolojim bozuldu. Değil kitap okumak, kitapların kapaklarına bakamaz oldum. Sonra önceden görüştüğüm bir özel liseden aradılar, hafta sonum boşaldı. Önceden anlaştığım yere milyon kere özür diledim tabii, adamların yok yere zamanını aldım çünkü. İşler bir anda yoluna girer gibi oldu, bir de bayram tatilinde babam Pamukova diye bir yere geldi Adapazarı'nda, kız arkadaşımın da memleketi olduğu için atladık otobüse, doğruca Adapazarı. Pek bir yer gördüğümü söyleyemem de ben hayatımda Pamukova kadar güzel bir yer görmedim. Dağlar, tepeler arasında, serin, sessiz, sakin. Şeftaliler, kavunlar, peynirler, böyle güzel yiyecekler olamaz. İki gün kaldım, yemin ediyorum üç gün önce toz kondurmadığım şehirden tiksindim. Deli çalışıp sınavı kazanacağım bu sene, öğretmen olarak Adapazarı'na atanmak isterim ki Pamukova'ya gidip gelebileyim gün aşırı.

Böyleyken böyle. Yine arada uykumda hoplayıp II. Mahmut dönemi yeniliklerini düşünüp uykularımı kaçırdığım oluyor ama daha iyiceyim. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Ben King'in böyle bir kitabının olduğunu unutmuşum, geçen hafta (bu yazıya geçen hafta başlamıştım, iki hafta oldu haliyle) Bostancı'daki tezgahçı abide görünce dank diye, hatta zbam diye hatırladım ve atladım.

İki öyküden oluşuyor, biri kitaba adını veren. Kapağı görünce bir yerlerden bir görüntüler çağrıştı, bir şeyler oldu o an. Aydınlanıverdim. Stand by Me diye süper bir film var, tavsiye ederim. Ceset'in filmi işte. River Phoenix için tekrar tekrar izlenir. Erken kayıp.

King'in çocukların üzerine kurduğu dünyayı başka kimsede bulamadım. Pal Sokağı Çocukları'nda bir amacı paylaşanlar, Sineklerin Tanrısı'nda şiddet. Her birinde çocukların önceden kestirilemeyen dünyasına dair bir şeyler. Öfke, hırs, hayatta kalma arzusu, arkadaşlık, bilmem ne. King'in çocuklarında bunların yanında bir de doğaüstü bir tehlikeye karşı omuz omuza mücadele etme, bir sırrı paylaşma gibi arkadaşlığı perçinleyen fakat sonrasında kolayca unutulmasına yol açan ayrı bir etken var. Bir yandan insanın bencilliğini de yüzlere pat pat vuruyor bu Uzun Stephen Efendi; doğaüstü deyip işin altından kalkan insan için ötesinin önemi yoktur. Oysa ne kadar olağanüstü olursa olsun, mesela bir umacının, orman cininin doğadan, dünyadan bağımsız olduğunu kim söyleyebilir? İnsanoğlu yaşadığı dünyayı ne kadar tanıyor? Kıtalara isimler koymakla, "Bir kıta keşfettim, süper," demekle işin bittiğini söylemek mümkün, bunu bir de uyumak üzereyken dolaptan gelen gıcırtıdan sonra deneyin bakalım. Heh heh.

Ceset bence King'in en edebi diyebileceğim romanlarından biri. Tepeye oynar hatta. Olayın süper bir kurgudan, etkileyici karakter anlatımlarından bir adım öteye taşınmasıyla söylüyorum bunu: King'in çocuklarla ilgili, hatta belki kendi çocukluğundan da pek çok şey katarak kurguya yedirdiği sözleri bir tık, iki tık, artık kaç tıksa o kadar haz veriyor okuyucuya. Doğaüstünün bilinmeyen maceralarıyla işi bitirmiyor King, dört arkadaşın serüvenini, hayatlarını, her şeylerini ortaya koyuyor. O'dan farkı bu. Rüya Avcısı'nda biraz bundan var ama iş bu kitapta tam olmuş.

Castle Rock'ta çocukların gizli bir kulüpleri var, yaz tatili başlamış. Orada toplanıyorlar. İşte tatile gidenler, şunlar bunlar. Dört tane arkadaş kalıyor. Vern, Teddy, Chris, Gordon. Her birinin hikâyesi trajik. Vern psikopat bir kardeşimiz. Arabaların önüne atlayıp son anda çekiyor kendini falan. Böyle ölümcül işler peşinde. Gordon kardeşimiz anlatıcı rolünde. 1960'ları anlatıyor, kendi çocukluğunu. Ben diyeyim 30 yıl, siz deyin 20 yıl sonra. Kendisi grubun gelecek vadeden çocuğu. Öyküler yazıyor, arkadaşları da ağızları açık dinliyorlar. Bir iki öykü olduğu gibi kitapta yer alıyor, süper. Gordon'ın yeteneğini okuyucu da görmüş oluyor. Zaten bu hikâyeyi anlatırken araya çok meşhur bir yazar olduğunu da sıkıştırıyor köftehor. Harbiden milyonlarca satan kitaplar yazmış. Adam olmuş yani, o çocukluğa rağmen. Abisi de yetenekli bir futbolcu, fakat bir kazada ölünce anneyle babanın kafada bir iki şalter kapanıyor, Gordon'a bok gibi davranıyorlar.  Teddy'nin babası psikopat katil gibi bir şey, bir akıl hastanesinde tutuluyor. Başka bir şey söylemeye gerek yok sanıyorum. Chris de kendi halinde bir çocuk, abisi serseri takımıyla dolanıyor, baba alkolik. Grup tam kaybeden grubu.

Her şey, Vern'in serseri olan abisinin bir arkadaşıyla konuşmalarını duymasıyla başlıyor. Ray Brower diye bir çocuk ormanda kaybolmuş, ölmüş, cesedine rastlamışlar. Çeteyle birlikte gidip cesedi alacaklar, yetkililere teslim edecekler, meşhur olacaklarr, bilmem ne. Vern koşup arkadaşlarına söylüyor durumu, kamp yapacağız diyerek izin alıyorlar ve çocuğun görüldüğü yere doğru yolculuk başlıyor.

King'in hayali kasabasının çocuklarla mücadelesi.

"(...) Bruce Springsteen'in bir şarkısında, 'kentin çevresindeki karanlık' dediği şeyden ötürü. Bana kalırsa hepimiz zaman zaman, Tanrı'nın bize verdiği bu döküntü vücutlara rağmen, o karanlığa meydan okuma isteğini hissediyoruz. Yo... döküntü vücutlara rağmen değil, onlar yüzünden." (s. 96)

Çocukların deli cesaretiyle bu birleşince işte seyreyle tantanayı. Cujovari havalardan tren altında kalma tehlikesine bir sürü şey yaşıyor çocuklar, zaten sıkıcı bir yaz tatilini korku dolu bir serüvene çeviren de bu: Bilinmeyen doğru atılan adımlar. Ailelerinden daha kötü şeylerle karşılaşamayacaklarını zannediyorlar sanıyorum. Gerçekten de karşılaşmıyorlar. Hangi umacı, anneyle babadan daha ölümcüldür ki?

Ebeveynlerin gerçekten, gerçekten hayatın içine ettiği anları belki çoğu insan bilmez. Korkak anneler, orada pek olmayan babalar... Çocuğa büyük bir özgürlük ortamı verilmiş olur belki. Hayalet gibi dolanan büyüklerin yanında kendi seçimlerini yapan çocuklar, kendi geleceklerini belirleyen umut dolu genç insanlar... Mutluluğun ardından kararsızlığın yavaş yavaş gelmesi pek uzun sürmüyor ne yazık ki. Mutluluk çok uzun bir yol, yürümek için fazlasıyla uzun. Eh, annelerin ve babaların iteklemesi gerekiyor, ortada olmadıklarında da düşülen yalnızlığı hayal edelim. Etmeyelim, zira içim karardı. Neyse, ebeveynler yoksa arkadaşlar vardır. Chris mesela. Chris her şeyin farkında. Yani Gordon'ın yazar olacağını seziyor, diğer iki arkadaşın beyinsiz olduklarını, bir bok olamayacaklarını da biliyor. Bu sebeple kenara çekiyor Gordon'ı, adam olmasını ve oralardan kurtulmasını söylüyor.

"(...) Ama çocuk kısmı, biri onu kollamadıkça her şeyi kaybeder. Annenle baban bunu yapamayacak kadar berbat durumdalarsa, belki de benim yapmam gerekir." (s. 118)

Şöyle bir arkadaşımız olamadı. Bir de öğretmeni tarafından katakulliye getirilmesi var. Para çalmış Chris, sonra pişman olup öğretmenine vermiş. Öğretmeni kendine yeni etek almış o parayla. Bu kadar. Dünyanın zaten adaletli bir yer olma gibi bir zorunluluğu yok, yine de insan düşünüyor. Hayatta onca çok boşluk var ve öyle saçma şekillerde o boşlukları dolduruyoruz ki en küçük bir gedikte inançlarımızın aptallığını düşünmeyip suçu daha yüce birilerine atma gereksinimi duyuyoruz.

Ölü çocuğa doğru ilerlerlerken bir da Blair Cadısı olayı yaşanıyor. Ormanda çığlıklar, bir şeyler... King germesi diye literatüre ne zaman girecek, merak ediyorum. Altıma dolduruyordum çok affedersiniz o sayfalarda.

Cesedi buluyorlar, o sırada bu belalı abiler de geliyor. Tabii arbede, tehditler derken Chris yanında getirdiği babasının silahını çekiyor falan. Sonuç olarak çete dağıtılıyor ve oraya gelene kadar cesedi görme isteklerini kaybeden gençler de aydınlanmış olarak evlerine dönüyorlar.

Devamı var, ne olduklarını da görüyoruz sonra. Beklediğimiz gibi; adaletsiz. Adalet, insanın zayıflığını, acizliğini en çıplak şekilde ortaya koyan bir kelime. Şöyle bitireyim:

"En önemli şeyler söylemesi en zor olanlardır." (s. 140)

Bu ilk öyküydü, bir de Hiddet var. Bunu anlatmıyorum, bana kalacak. Sadece şu: Çocuklar dipsiz bir kuyudur. Büyüdükçe o kuyuyu dünyayla doldururuz. İnsanoğlu için anlamlı olan şeylerle doldururuz. Bazen de doldurmayız. Bazen o kuyu dolmak istemez. Böyle zamanlarda nereye kadar inildiğini orada güneşler açsa dahi kimse göremez. Böyle bir çocuğu al, diğerlerinin yanına koy. Liseye mesela. Lisede katliam yapmayı düşünen var mıdır aramızda? Eğlencelidir.

Ateş Yolu vardır King'in, pek kimse bilmez. Aynı tadı veren bir kitap. Tamam, fantastik olaylar süper, nefis. Lakin ki bir insanın yavaş yavaş delirmesinden, bir gencin söz gelimi bir tetiği yavaş yavaş çekerken dudaklarını yalamasından daha fantastik ne olabilir?

Edit 27.08.2012: Ya da daha normal?

1 yorum: