KPSS'ye hazırlanıyorum ben. Tarih var, ona destek olsun diye böyle şeyler okuyacağım bir süre.
Çocuk denecek yaşta gazeteciliğe başlamış, İttihat ve Terakki şakşakçısı olmuş, İttihatçı Cemal Paşa'nın kalem müdürlüğünü yapmış bir adam Falih Rıfkı. İkinci Abdülhamit'in baskıcı rejiminden bıkan çoğu aydın gibi özgürlük istemiş, özgürlük fırsatı olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki'ye sarılmış ve sonunda çokları gibi bu plansız harekete yüz çevirmiş. Ardından Atatürklü yıllar başlıyor ve koyu bir Atatürk hayranlığı bu sefer.
Anı kitapları tehlikelidir, yazarın düşüncelerinden az çok bir şeyler çıkarabiliriz fakat olayları ve kişileri birazcık olsun saptırdığı anda geçmiş olsun, istersen kazı yaparak oku, çarpıtılmış bir geçmişi öğrenirsin ve eğer yalanlayacak kimse yoksa, susturulmuşsa vb. doğruya ulaşamazsın. Tarihi kazananlar yazar derler ya, burada önemli olan yazma eyleminden çok susturulmuş tarihtir. Bir şekilde öbür tarafı da dinlemek lazım, karşılaştırmalı okuma yapmak lazım.
"Ya ben kimim?
Ben haddini bilen bir yazı adamıyım. Cumhuriyet devrine 'Akşam' gazetesinin dört sahibinden ve iki başyazarından biri olarak girdim. Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar devrinden 'Ulus' gazetesinin 'eski' başyazarı olarak çıktım. Otuz yıl yazdım, konuştum, dinledim ve gördüm. Hepsi bu..." (s. 9)
Burada hareketin içinde yer almış bir aydının yazdıkları var sadece, bu yüzden bu türlü çıkarımlar yapmak için ne yeterli bilgim, ne de araştırma şevkim var. Dolayısıyla en temizi diyorum, dönemin olaylarını Game Of Thrones'u inceler gibi incelemek.
Zamanın birinde sekiz on krallık var, bu krallıklardan biri boku yemiş, diğerleri onu parçalamaya çalışıyor. Parçalanacak ülkenin adı Ottovard olsun. Ottovard'ın insanları bir dinin mensubu, büyük savaşlarda din kardeşlerinden destek bekliyorlar ama hava alıyorlar. Çünkü din, parayı maskelemek için son derece kutsal ve masum bir perde.
En büyük dört savaşın biraz öncesinde, uç topraklardan birinde bir çocuk dünyaya geliyor. Adı Muston Kemmigal. Leş gibi sallıyorum isimleri ya. Bu gencin babası ölür, annesi tekrar evlenir. Ailesinin parası yoktur, büyük sıkıntılar çeker ama hiçbir zaman isyan etmemiştir. Aklı fikri münazara, riyaziye, cebir, böyle şeylerdedir. Şiire heves eder, okuduğu askeri okuldaki bir usta, "Bırak sen bunları evlat, krallığın sonu iyi değil. Sen kılıç tutmayı, at binmeyi öğren," der.
Düşman krallıkların dilini öğrenmek için gayret eder, bir de Müjgron adlı bir kız sever ama reddedilme korkusu yüzünden durumu ailesine söylemez. Hiçbir zaman ailesine böyle bir şeyi söyleyemeyecektir.
Büyüdükçe gördüğü bir şey vardı ki zamanın büyük krallıklarından biri olan Ottovard, boku yemiştir. Yüzyılların "biz kendimize yeteriz" kibri ters tepmiş, hiçbir konuda kendine yetemeyen ülke, başkalarının oyuncağı konumuna gelmiş, gizli anlaşmalarla çoktan paylaşılmıştır. Vahim sonu görmüş olanlar önlemler almaya çalışmış, kralı uyarmış, lakin bu önlemler hep günü kurtarıcı, toplumun tabanına yayılmayan önlemler olmuştur. İki yüz yıl böyle çabalandıktan sonra görülür ki yenilikten çok yeniliğin fikri yayılmalıdır. Halk, kralı gibi düşünmeli, kralı gibi hissetmelidir. Böylece Tanzimort Fermanı ortaya çıkar. Her şeyin günlük güneşlik olacağını düşünen kralın unuttuğu bir şey vardır: Kendisi gibi düşünmesini istediği halkı kendisi dışlamış, kendisi tahkir etmiş ve kendisi unutmuştur. Bunların hepsini yapmasa da ataları bu şekilde bakmıştır halka. Bir şeylerin değişmesi amacıyla tepeden yenilik indirmek için artık çok geçtir. Nice savaşın ardından krallık küçülmüş, zayıf düşmüştür. Kemmigal'ın tek bir amacı vardır, krallığı düştüğü zor durumdan kurtarmak.
Yeni bir hareket doğmaktadır o sırada, Kemmigal bu harekete katılır. Krallığın başkentinde yeni krallara dönük bir isyan çıkar, bu isyan Kemmigal'ın başında olduğu bir ordu tarafından bastırılır. Çoğu duyarlı insan gibi bu hareketten başlarda umutludur Kemmigal, fakat temel alınan ne bir düşünce, ne bir fikir vardır. Eski kral devrilir, yeni krallar ne yapılacağını bilmez. O sırada iki büyük savaş çıkar ve fikir ayrılıkları yüzünden ordu iyi yönetilemez, zaten terhis edilen yüz bin askerden geriye pek bir şey kalmamıştır. İlk savaş kaybedilir, neredeyse krallığın başkentine kadar gelir düşman.
Sıkıldım lan, düz devam edeceğim. Balkan Savaşları'nın ilkinde paçayı zor kurtardık, ikincisinde Edirne'yi geri alabildik. Bu sırada Atatürk Suriye'ye, Libya'ya gönderildi, çünkü hiçbir yanlışa boyun eğmeyen, karşısındaki kim olursa olsun eleştiren, yakın arkadaşlarına, "Vatanı neden Mustafa Kemal kurtarmasın?" diyecek kadar kendine ve ilkelerine güvenen bir askeri hareketin merkezinde tutmak, İttihat ve Terakki'nin has adamlarına zarar verecekti. Bu kendine güven olayı, Mustafa Kemal'in bir diktatör olacağından korkanlarca, bir de düşmanlarınca sürekli kullanılmıştır.
Çanakkale Zaferi, Doğu Cephesi, Fransa derken Mustafa Kemal ne yapacağına iyice karar verir. Bunu tek başına yapamayacağı için etrafında bir sürü insan belirir. İsmet İnönü'yü ilk başlarda Enver'in adamı olduğu için sevmez. Fevzi Çakmak'ı koyu bir hilafetçi olduğu için sevmez, Kazım Karabekir'e tam olarak güvenemez. Yalnız bir adamdır, çevresindekiler amacına ulaşmak için kullanacağı adamlardır. Sonradan dostlar edindiği de var, politikada ne kadar dost olursa tabii.
Birinci Dünya Savaşı geçer, Falih Rıfkı'ya göre bu savaşa hiç girilmeyebilirmiş, İkinci Dünya Savaşı gibi. İpin koptuğu gemi bombalaması olayından hiç kimsenin haberi olmamış. Dışarıdan itiklenmişiz. Enver Paşa'nın Alman hayranlığı var gerçi ama son nokta bu olaydır.
Mustafa Kemal'in İstanbul günleri, harekete geçmek için son planların yapıldığı günlerdir. Samsun, Amasya, Erzurum, Sivas... Ne tehlikeler atlatılmış, inanılmaz. Çerkez Ethem, Demirci Efe, Topal Osman. Entrika yumağı her yer. Gidişat şu: Mustafa Kemal önceliklerini gayet iyi bir şekilde belirlediği için önce düşmanı evine göndermek için çalışıyor, sonra rejim için, sonra yenilikler için. Falih Rıfkı, bunları yakından yaşamış, kendisi Bolu mebusu.
650 sayfalık kitap, çok mevzu var incelenen. Kimi ayrıntılı, kimi değil. Falih Rıfkı'nın Mustafa Kemal için görüşü şu: Milletini uygar medeniyetler seviyesine çıkarmak için uğraşan bir diktatör. Bu hususta bir iki örnek de veriyor. Mesela mecliste görüşülen bir konu var, Mustafa Kemal bir açıklama yapıyor. Sonra karşı grup, bu grup genelde hilafetçi, gerici tayfadan, gelip açıklama yapıyor. Ardından Mustafa Kemal kürsüye geliyor ve, "Efendiler, galiba dediklerimi tam olarak anlayamadınız," deyip yine açıklama yapıyor. Ardından kabul oyları. Ağır dinci biraderlere posta koyma olayları mevcut.
Son olarak, Atatürk'e dair çok sayıda anıya, ilginç olaya rastlanıyor. Parasını dolandırıcılara kaptırması mı dersiniz, iğrenç bir şapkayı beğenip alması mı dersiniz, neler neler. Ankara'nın ilk başkentlik günleri de var. Var da var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder