Poe'nun muydu, öyle gotikçi bir dayının mıydı, hatırlamıyorum. Bir hikâye vardı, gidip bakmaya da üşendim şimdi. Bir mekana dışarıdan bir abimiz geliyor. Mekanda bir sürü insan var, hepsi böyle hiperaktif, neşeli, acayip. Konuşuyorlar falan, sonra anlaşılıyor ki abimizin görmeye geldiği insanlar bunlar değil, asıl görülecekler hapiste. Bunlar mahkum, şehri ele geçirmişler. Ya da akıl hastaları galiba. Evet, akıl hastaları. Neyse, en sonunda yetkili bir dayımız, "Siz yanıldınız ve gücünüzü kaybettiniz, şimdi 'normal' olan bizler sizi güdeceğiz," falan. Yani iyi-kötü olayının tamamen bir bakış açısından ibaret olması. Heh, bu kitapta da aynı vaziyetler var.
Chuck Ritterstorf namlı kardeşimiz CIA için çalışıyor, ısıl işlem görmüş robot benzeri insan simülakraların yayacağı propagandaları yazıyor. Çünkü ABD'nin etrafı gomonik ülkelerle çevrilmiş ve bu ülkelerde "kurtarılmayı" bekleyen insanlar var, bunlar simülakraların yardımıyla kurtarılacak. Chuck'ın eşi Mary var, evlilik danışmanı gibi bir şeydi galiba. Kocasını boşuyor ve öküz gibi bir nafakaya mahkum ediyor, parasını alabilmek için de kocasına bir metin yazarlığı işi buluyor. Dünyaca ünlü komedyen, Bunny Hentman, Chuck'la birlikte bir senaryo hazırlıyor. Bu senaryoda bir simülakra yardımıyla karısını öldürmeye çalışan bir karakter var. Bu noktadan itibaren akıl oyunları başlıyor. Chuck, bir görevle Alfa III M2'ye giden karısını öldürmeyi düşünüyordu, bu senaryoyla birlikte başkalarının kendisini bu işi yapmak için psikolojik olarak hazırladıklarını anlıyor. İşin içinde CIA de var, simülakra onlara ait. Olay, CIA ile Alfa kabileleri/Bunny arasında çok küçük hamlelerle ilerlenen bir strateji oyununa dönüşüyor. Chuck'ın intihar etmekten kıl payı kurtulması da var, tam PKD hadiseleri bunlar. Bir çıkar ilişkileri, bir şeyler.
Alfa III M2'nin olayı da şu: Zamanında Alfa/Arz arasında bir savaş yaşanmış ve Dünya bu savaşı kazanmış. Lakin bu aydaki bir akıl hastanesinden kurtulanlar, 25 yıllık bir süreçte galiba, kendi devletleri diyebileceğimiz bir yapı oluşturmuşlar ve bu da dünyalıların işine gelmiyor, bunların tekrar akıl hastanesine kapatılmaları lazım. Bunun için de Mary yollanıyor işte. Burada Manlar var, manik depresifler. Şizler var, şizofrenler. Böyle yedi klan var ve her birinin özelliği, hastalıklarına göre belirlenmiş. Manlar çok agresif ve kuvvetli, şizofrenler sanatçı, böyle şeyler. Bunların yaşadıkları şehirlerin adları da yine aynı mantıkla verilmiş: Adolfville, Gandhitown, bilmem ne. Yukarıda hastalık dedim de, tam bu noktada PKD'nin psikososyal incelemeleri giriyor işin içine.
Bu uyduda yaşayanlar "normal". Çünkü normal olmayanların varlığı, bir savaş başlatıp neyin normal olduğunu belirleyecek kadar kuvvetli değil, hatta hemen hemen hiç yok. Akıl hastalıklarının hasta olmayanlarca belirlenmediği bir dünyada hastalık isimlerinin de klan adı olarak kullanılıp başka bir anlam içermemesi de gayet doğal. Hatta görülüyor ki bu insanlar arasında arzdaki insanlardan farklı durumlar mevcut değil. Yine kuvvetlinin borusu ötüyor, sanatla ilgili çalışmalar yine var, bilmem ne. Başkalarınca normal olmayan bir durumun tanısı konulmadığında uygarlık yine sürdürüyor kendini. Bundan 100 yıl sonra en başta bahsettiğim hadise gerçekleşebilir; "normal" insanlar kendilerini hapiste bulabilir. Sonuçta bize benzemeyenleri parmaklıklar ardına gönderen biziz.
Azizler konusunun üstünde ayrıca durmaya değer, zira konu olarak pek özgün olmayan bir fikrin en özgün noktası burasıydı bence. Üç aziz var, bunların doğaüstü bazı güçleri var. Her şeyin rasyonel olarak ilerlediği bir dünyada bunların varlığı bir dengesizlik yaratıyor ama PKD'nin cevabı hazır: "Bir şizofrenik, ya da daha büyük bir olasılıkla birlikte çalışan birkaç şizofrenik, psikotik algılarını telepatik bir yetenekle işbirliğine sokmuş olabilirler miydi?" (s. 174) Melezler; telepatların etkin olduğu bir dünyada bir tık daha üstte yer alan beyni kuvvetli kardeşler. "Neden olmasın?" fikrini veriyor PKD.
Eh, "bir de öbür taraftan bakalım" romanı. Güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder