26 Kasım 2012 Pazartesi

Erhan Bener - Eski Dostlar

Bener'in yazdığı son roman. Açık Pencere'de noktanın konduğundan bahsedilen.

Biraz aceleye gelmiş zannediyorum. Bir ilk bölüm var, romanın ilerleyen bölümleriyle alakasız. Gerçi kişilerden başlamak lazımdı.

Bir otel var, bu oteldeki insanların sırları, aşkları falan. Kadri Bey. 60'larında, 40 yılını otele vermiş, yeni emekli olmuş bir amcamız. Sevgilisi Feride. O da bayağı eski. Herkes evli sanıyor bunları ama evlenmemişler. Durum kabullenilmiş, her şey süper gidiyor. Kâmil Bey, otelin genel müdürü gibi bir şey. Babası otelin eski hissedarlarından. O da yaşlı bayağı. Eşi Safiye. Tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş, güzelce bir kadın. Tahir Bey. Kanada'da yaşayan bir fabrikatör ve yıllar önce bir kazada boğulan sevgilisinin yasını tutan bir yaşlı adam. Her yıl aynı günlerde Türkiye'ye gelip Sofia adlı sevgilisinin öldüğü denize bir demet çiçek bırakan, otelde sevgilisiyle yemek yermiş gibi yemek yiyen, bu yüzden adı deliye çıkan bir amcamız. Şehmuz Usta, otelin teknik işlerinden sorumlu. Bir iftira yüzünden işkence görmüş, hapiste yatmış bir adam. Mario Albukerk, ki Albuquerque vasıtasıyla Breaking Bad'i hatırlayıp devam ediyoruz, bu hayal kırıklığı ve nefretle dolu adamlarımızın kesiştiği leş adam. Babası da otelin eski hissedarlarından, Kâmil Bey'le tanışıklığı buradan ve Büyükada'daki komşuluklarından geliyor. Tahir Bey'le tanışıklığı yine böyle. Zamanında Feride'ye askıntı olduğu için Kadri Bey'den dayak yemiş, Şehmuz Usta'yı kullanarak diplomat zannedilen bir adamın odasına bomba koydurmuş ve olaylardan habersiz zavallı Şehmuz Usta'ya cehennemi yaşatmış bir dalavereci. Evet, kişiler böyle.

İlk bölümde Kadri'yle Feride'yi görüyoruz. Bir odadalar, konuşuyorlar, sigara içiyorlar, bilmem ne. Aralarındaki ilişki, neden evlenmedikleri falan iyice bir irdeleniyor. Sanıyoruz ki roman bu ikisinin üzerinden ilerleyecek. Öyle olmuyor. Yaklaşık 30 sayfadan sonra hoop, seyir değişiyor bir anda. Onca gözlem, tahlil, şu bu çöpe, çünkü bunların ne roman çerçevesi olma özelliği var, ne de bu iki karaktere süper önemli roller yükleniyor.

Mario namlı kardeşimiz bir gün otele geliyor, geldiği gibi de karıştırıyor ortalığı. Herkesin bu Mario'ya güttüğü bir kin var. Eh, adamımızın öldürüleceği malum. Üstüne yürüyen oluyor, kafasına baston indirmek isteyen oluyor. Çünkü dalavere çevirip her şeyin geçmişe gömülmesini isteyen diğer kahramanlarımız, gerçeklerin ortaya çıkmasını istemiyorlar. Bu da Mario'nun işine geliyor, herkesten para sızdırmaya çalışıyor. Kimden nasıl sızdırmaya çalışıyor, bakalım:

Kâmil Bey: Burada büyük bir kurgusal hata var. Kâmil Bey evinde karısı Safiye'yle zaman geçiriyor falan, oralarda bir yerde Safiye'nin Sofia olarak yazıldığını görüyoruz. Eğer bunu Bener düşünmeden yaptıysa ölümcül bir hata yapmış, zira Tahir Bey'in Sofia'sıyla Kâmil Bey'in Safiye'sini denk getirmeye çalışan okurlar için olayı en başta çözdürecek bir ipucu. Düşünerek yaptıysa da okuyucuya güvenmek gerektiğini düşünüyorum, yine hata. Bir zayıf nokta da şu: Şimdi Kâmil Bey'le Sofia gençliklerinde tanışıyorlar, öpüşüyorlar falan. Gönül veriyorlar birbirlerine. Sonra Tahir Bey, Kâmil Bey'in yakın arkadaşı giriyor devreye. Kız bu sefer Tahir'e aşık oluyor, hatta Tahir Bey evlenmek istiyor ve hatta nişan yüzüklerini alıyorlar. Sonra aileyi ikna etmek için Kanada'ya gidiyor Tahir Bey, orada Mario'dan bir telgraf alıyor ki Sofia bir tekne kazasında boğulmuş, cesedi bulunamamış. Tahir Bey tabii boku yiyor ama hiç de araştırmıyor hadiseyi, hatta Kâmil Bey'in Safiye diye bir kadınla evlendiğini de nasıl oluyorsa hiç duymuyor, hasbelkader duymuş olsa da hiç kıllanmıyor. Nasıl oluyor bu, hiçbir fikrimiz yok. Çok zorlama değil mi? Bu kızı hiç mi gören, eden yok da Kâmil Bey'in karısı olarak ortaya çıkınca Tahir Bey'e haber uçmuyor? Acayip.

Tahir Bey: İşte bu sırrı bir tek Mario biliyormuş da, sırrı söylermiş de, lakin para lazımmış da. Böyle.

Sonra Mario öldürülüyor, polisler giriyor devreye. Stajyer bir memur var, bir de genç polis var. Bunlar olayı çözmeye çalışıyorlar. Tabii yine bir anda bir atlama yaşadık, bambaşka bir yere bağlandı olay. Bu sefer polisler üstünden gidiyoruz. Anlatıcı üç kez uzam değiştiriyor. Roman kısa olduğu için yorucu biraz. Bir de şu ikisinin maceralarına dayalı güzel bir polisiye seri çıkarmış ama yazık ki son kitabında kullanıyor bunları Bener.

Tam polisiye de değil aslında, ortada ölen bir adam var, dört beş tane de zanlı var. Dış etken yok, şaşırtmacalı işler yok. Bir acayip. Sonradan anlaşılıyor ki bu sanıkların hepsi bir şekilde Mario'yu yaralamış. Biri kafasına ingiliz anahtarıyla vurmuş, biri sopayla dövmüş, biri kıç atmış, biri göbekle vurmuş falan. Yine sonradan anlaşılıyor ki adam kalp krizinden gitmiş. Dsfd. Bu kadar.

Bir son roman, Bener'in rahatsızlığı sırasında yazılmış. Gideri yok diyoruz.

He, ya Bener'in diyaloglarında problemler olduğunu düşünüyorum. Çok... ne diyeyim, kalıp. Ah sevgilimler, vah canımlar. Bir de Şehmuz Usta. Şimdi bu adam hakkında ne düşünürüz? Usta, bildiğin tesisat işi yapan, ekmeğini kazanan bir Anadolu insanı. Böyle bir insanın "lanet olsun" diyebileceğini düşünmüyorum. Bunlar hani fak yular, holi şitler Allah kahretsin, lanet olsun diye çevrilir ya, aynen öyle kokuyor. Yani "zorunlu" olduğu düşünülen yumuşatma çabaları. Oysa orada Şehmuz Usta hayatını karartan adamı görünce şöyle dolu dolu bir, "Seni sikeceğim, atlara siktireceğim seni amın çocuğu!" dese çok affedersiniz. İşte ben bu adama Şehmuz Usta derdim. Saygılar Şehmuz Usta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder