Erhan Bener'in pek bilinmediği, pek incelenmediği malum. Tanınmıyor. Hakkında dört tez var, ikisinin konusu aynı. Abi Vüs'at O. Bener ve evlat Yiğit Bener kadar bilinmiyor Erhan Bener diye düşünüyorum. Çok kez hakkının yendiği söylenmiştir ama bence hak yenmesinden ziyade okunmuyor. Neden okunmadığı hakkında hiçbir fikrim yok, bence gayet okunması gereken bir yazar. Belki nitelik diyeceğim sıkıntı ama öyle de değil, bir Baharla Gelen, bir Oyuncu gayet süper romanlar. Öyküleri de gayet başarılı. Neden böyle? Bilemiyorum. Kendisi de sorguluyor bunu, yeri gelince göreceğiz.
Bu bir günce ama günler belirsiz. Bu bir anı ama anılar serpiştirilmiş, bir Arabalarım değil. Bu bir deneme ama her seferinde denenmiyor. Bu üçünün karışımı, en basit tabiriyle. Ölüme yaklaşmış, öleceğinin bilincinde, varoluşunun sonlu olduğunu düşünen bir bireyin kaleme aldığı bir kitap. Selim İleri, bunun Erhan Bener'in son kitabı olduğunu söylüyor ama son kitap Türküsünü Arayan Adam'dı, hatta kitabın son öyküsü bölük pörçüktür, son saatlerde yazılmaya çalışılmış bir öykü. Yazabildiği kadar yaşayabileceğini düşünen bir yazarın son eseri. Nokta konamamış, demek ki ölümden sonra bile yazılabilecek şeyler kalıyor, yaşam hiçbir zaman yazın için yeterli gelmiyor.
Numaralandırılmış bölümlerimiz var. Bu bölümlerden bazıları birbiriyle bağlantılı, bazıları değil. Ben de karışık gideceğim bu durumda.
Böyle eserlerin en güzel özelliği, yazarın diğer eserleri hakkında gerek otobiyografik, gerek kurgusal ayrıntılar içermesi. Mesela Acemiler için Bülent Ecevit'in yazdığı bir değerlendirme yazısı varmış, ben bilmiyordum. Bir de Erhan Bener'le eşi Neşecan Otyam'ı bir manada evlendiren Nezihe Meriç'miş. Ne kadar güzel.
Edebiyat dünyasıyla ilgili güzel yorumlar da var. Kitabın yazıldığı zamanlarda Orhan Pamuk ve Nobel olayı çok sıcakmış, Bener bu olayı değerlendiriyor ve Orhan Pamuk'un söylediklerinden ziyade ortaya koyduğu yapıtlarının incelenmesi gerektiğinden bahsediyor. Küçük bir hoşnutsuzluk hakim; Bener, Pamuk'un demecini pek tutmuyor ama Pamuk'un düşünce özgürlüğüne de sonuna kadar arka çıkıyor. Bu satırlarda "yazmak" işiyle ilgili düşündükleri de şunlar:
"(...) Yazdıklarımı kaç kişi okuyor? Taş çatlasa beş bin. Benim, kim olduklarını bilmediğim, bilemeyeceğim, düşüncelerine girme olanağı bulamayacağım beş bin kişinin zevklerine, gereksinmelerine göre kendimi ayarlamam olanaksız. Çok eskiden olduğu gibi, yazdıklarımla onları şu ya da bu yöne çekmem, ('şu da bu' yazıyor aslında, düzeltmene iki çift sözüm olacak) onların dünya görüşlerini etkilemem de söz konusu değil. O zaman, okurlarımın beni yönlendirmesini bekleyemem. Eğer, onlar beni okurlarken, yazdıklarımda kendilerine yakın bir şeyler, onları düşünmeye, belki de kimi durumlarda tavır almaya çağıracak şeyler bulabilirlerse ne mutlu bana." (s. 34)
Pamuk'la alakalı söylediği bir şey de, sanatçı muhalifliği açısından Pamuk'un muhalifliğinin evrensel boyutlarda, abartılacak önemde olmadığı. Belki sadece Söylemin tartışılabileceğini de ekliyor. Yine Pamuk'la alakalı:
"Bence, Orhan Pamuk'un romancı olarak değerini tartışmayı bir kenara bırakırsak, sorun, tanıtım ve iletişim sorunudur. Onun, en büyük özelliklerinden biri, Türkçenin talihsizliğini yenecek olanaklara sahip olması ve bunları en iyi, en yerinde ve zamanında kullanabilme yeteneğidir. Türkiye'nin uluslar arası sorunlarla karşılaştığı zaman hep söylediğimiz gibi, biz kendimizi tanıtmak, en iyi şekilde, ama en gerçek değil, en görünmesini istediğimiz doğrultuda göstermekte çok başarısız olduğumuzu söyler ve bundan yakınmaz mıyız? Oysa bana göre Orhan Pamuk, kendisiyle ilgili olarak, bunu çok iyi başarmıştır." (s. 57)
Eh, sondakine bir dokundurma diyebilir miyiz? Bilemiyorum, sonuç olarak Orhan Pamuk'un kutlanması gerektiği yazılmış.
Oha denilecek yerler de var. Şu ne lan: "(...) Kayseri Lisesi'nde okuduğum yıllarda belediyenin zabıta memurları sokakta çatşafla (çatşaf, evet) dolaşan kadınların çarşaflarına ellerindeki pompalarla asit sıkarlardı, kılık kıyafet devrimine aykırı giyiniyorlar diye." (s. 63)
Ah be abi, direkt napalm ataymışınız, daha rahat olurmuş. Uygulamalardaki bok çıkması hadisesi yüzünden toplumdaki kutuplaşma bugün bu düzeyde bence. Birazcık suyunuza gideymişiniz birbirinizin, radikal olaylara girmeseymişiniz. Bir de sevmediğim bir yan; Bener'in karafatma benzetmesi. Elbette iktidara sinirliyiz, elbette tepkimizi ortaya koyacağız ama bu yolla değil. Laikçi, cumhurik, sıkmabaş, ninja... Bunların sonu yok ve bunlar bir karış yol aldırmaz. Şimdi iktidar ve muhalefet liderlerinin "o laflar boy boy" seviyesine inmiş atışmalarını izliyoruz mesela. Oy verdiğimiz adamlara bak. Rezillik.
Bener'in romanlarındaki karakterleri çatarken Jung'tan ve Freud'tan etkilendiğini özellikle, ısrarla belirtiyor ve her ikisinin düşüncelerini de incelemiş oluyor. Freud'u aşırı bireysel bulduğu için Jung'un arketiplerinden özellikle etkilendiğini belirtiyor, hatta kitabı okurken çok heyecanlanmış. İşte çeşitli kahramanlarını anlatırken bu iki psikolojik adamdan da bahsediyor. Romanlarının aşırı cinsellik içermesi eleştirilerine de bir manada cevap vermiş oluyor bu yolla. Hmm, romanlarından gidelim o halde. Dönüşler'in yazıldığı Foça hakkında epey bir bilgi var. Hayvanlar var mesela, kitaplarındaki köpekler. Sisli Yaz'daki Hârika'nın ve Hârika'nın annesinin gerçekten de var olduğunu söylüyor, hatta Hârika'yı kendisine yamamaya çalışmışlar falan. Bu satırların arasında Bener diyor ki, klasikleri okumak ne kadar mantıklı? Kendisi Hugo, Balzac, Zola gibi yazarları tekrar okuduğunu ve ilk okuyuştaki tadı alamadığını belirtiyor. Bundan sonra da bunların okunup okunmamasını irdeliyor, sonuçta zaman yenik düşüldüğünden bahsediyor. Eh, zaman gerçekten değişiyor ve insanlar aynı kalmıyor. Bugün değerini kaybettiğini söylediği Goriot Baba mesela, ilk kez Goriot Baba'yla tanışacak okuyucu için babamız yenidir. Bir şey ifade etsin, etmesin, bir insan tanırız. O insanla birlikte zamanın hayatını da tanırız. Burada faydacılığın izinin sürülmemesi gerekiyor, edebiyat ansiklopedilerden ibaret olmadığı gibi edebiyatın eğitim gibi başlı başına bir misyonu da yoktur. Dolayısıyla okuyun birader, klasik de okuyun, romantik de okuyun. Edebiyat seviyorum diye gidip de edebiyat okumayın üniversitede ama. Ben o mallığı yaptım, siz yapmayın.
İnsanın canını acıtan bölümler de var elbette, bir ölümle yüzleşme kitabı bu. Erhan Bener iki ağır ameliyat geçiriyor, biri bağırsaktandı yanlış hatırlamıyorsam. Diğeri de üç kalp damarı değiştiriliyor. Ağır ameliyatlar. Bir de kanser çıkıyor ortaya. Sayın kariler, annem meme kanserine yakalanmıştı, oradan biliyorum az çok. Allah korusun, annem atlattı ama onun psikolojik yıkımı inanın fiziksel yıkımdan daha büyük bir etkiye yol açtı. Bu çerçevede okudum bazı bölümleri ve Erhan Bener'i bir amca olarak görecek kadar benimsediğim için canım yandı.
"Ya kitaplarım? Onlarca romanım, öykülerim, oyunlarım? Benden sonra onları da okuyacaklar olacak mı, ne diyecekler? Ölülerin arkasından iyi şeyler söylenir, işte o kadar. Hakkımda yazı yazan eleştirmen, yazar dostlarım, hemen her yazılarına, 'o değeri anlaşılmamış bir yazardır,' diye başlarlar. Çok kalıplaşmış bir söz. Daha iyi bir formül bulmalarını öğütlerim onlara, arkamdan bir ağıt yazmak isterlerse diye.
Bunun böyle olacağını biliyorum. Üzülüyor muyum? Belki. Şu an sadece, Perşembe sabahı yapılacak biyopsi var aklımda. Görünüşte çok da fazla telaşlı değilim, karımı meraklandırmamak için gülümsüyorum, ama içim üşüyor." (s. 264)
Eh, Erhan Bener bu dünyadan göçeli beş yıl oldu. Yazdıkları okunuyor, hep iyi şeyler de söylenmiyor. Çünkü bir yazarı yazdıklarıyla değerlendirmek gerekir. İnsan olarak Erhan Bener'se bence çok kral bir adamdı, bende öyle bir izlenim bıraktı. Tanımak isterdim, lakin çok geç.
Erhan Bener okunup okunmayacağını soruyordu, ben de bu yazıyı okuyup da kim bu kitabı alacak diye merak ediyorum. Neyse, bunlar kendim için zaten. Sonuçta alın, çok güzel.
Son olarak Betül Özçelebi, kitabın düzeltmeni. Ya pek özen göstermemiş, ya hiç özen göstermemiş. "T.B.M.M. ne göndermekten vazgeçti." Bu çok acayip bir şey. Harf hataları hadi neyse dersiniz, geçer, o da az sayıdaysa ki bu kitapta o da az değil. Neyse. Lakin böyle ciddi yazım hataları olunca inanın, hani kendimi ciddi okuyucu olarak sayabileceğimi düşünüyorum, ciddi okuyucuların ağzına toprak sokuşturulup mikserle karıştırılmış gibi oluyor. Betül Özçelebi'nin Erhan Bener'le alakalı bir doktora tezi var üstelik. Ben yakıştıramadım açıkçası bu olayı.
eline sağlık. erhan bener'in çok kitabı var, abisi ve oğluna göre. onun "değerinin anlaşılmadığı" gibi bişeyden haberim yoktu doğrusu. baharla gelen'i, ölü deniz'i okudum. şimdi elimde kedi ve ölüm var (ayrıntı yayınları tekrar bastı, sanırım tüm yapıtlarını basacak), sonrasına bu kitabı aldım.
YanıtlaSilyazım hataları konusunda da çok haklısın. çorbama, yemeğime sinek kaçmış gibi hissediyorum ben de öyle durumlarda.
Ayrıntı'nın basacağını duyunca ben de çok sevinmiştim, nispeten daha geniş bir kitleye ulaşır böylece.
YanıtlaSil