Macondo ellerinde geçen öyküler. Kasabanın kurulmaya başlandığı Yaprak Fırtınası'nın ardından geliyor.
Bir Salı Günü Öğle Uykusu: Trenin kasabaya gelişine şahidiz, trenle kasabaya gelenlerse bir sonraki adımı oluşturuyor. Kadın ve kızı, trenden inerek pederin evine giderler. Peder uyuyor, kaldırıyorlar. Hırsızlık yaptığı için öldürülen oğlunun mezarını görmek istiyor kadın. Her şeyle birlikte yaşayan Bayan Rebeca öldürmüş, Yüzyıllık Yalnızlık'ta hikâyesini görebilirsiniz. Kasabalı olayı duyuyor, kilisenin etrafında toplanıyorlar ve kadıncağız mezarı ziyaret edemiyor. Bu.
O Günlerden Birinde: Savaşın ardından belediye başkanı olan teğmen ve dişçi olan askerinin öyküsü. Dişçi, ölen yirmi asker arkadaşının bedelini ufak bir el hareketiyle, ağrı olarak belediye başkanına ödetiyor. En azından ben öyle olsun istiyorum, yirmi asker yok yere öldüyse. Yok yere ölmediyse de ödetmeye çalışmak pek adilik olmaz yine de.
Bu Kasabada Hırsız Yoktur: Biraderimiz bir bilardo salonuna girer, çalınacak bir şey bulamayınca üç adet bilardo topu çalar. Mekanın sahibi iki yüz pesonun da gittiğini söyler. Bizim oğlan topları satamaz, bir yandan da Raskolnikovvari bir acı çekmeye başlar. En sonunda mekana döner ve topları oraya bırakır. Mekanın sahibi bunu basar, polise götürmeye karar verir. Gence ortada olmayan iki yüz pesonun hesabını da vereceğini söyler, çünkü genç çok aptalmış kendisine göre. Öyle harbiden. Helal.
Baltazar'ın Yaşadığı Mucizevi Öğle Sonrası: Of, çok hüzünlü lan. Baltazar kardeş bir kuş kafesi yapar kasabanın en zengin adamının oğluna. İşin kötüsü, çocuğun babasının bundan haberi yok. Bir doktor geliyor kafesi görmek için, kafesi satmıyorlar ona. Çocuğun babası olayı öğrenince haliyle istemiyor kafesi, adam da çocuğa hediye ediyor. Sonra bir bara gidiyor, hayatında ilk defa içki içiyor. Karısı Ursula galiba bizim ana kitaptaki Ursula, okuyalı çok olduğu için unutmuşum lan. Neyse, böyle.
Çok öküzlemesine anlattım ama bazı öykülerde sadece adı geçen, bazı öykülerde önemli karakterlerden biri olarak karşımıza çıkan insanlardan bir potpuri. Sadece bu dünyanın içine girenler anlayabilir, o yüzden ayrımcılık yapıp ilk kez böyle bir şeyin varlığından haberdar olanlara la settirin, Yüzyıllık Yalnızlık okuyun diyeceğim. Sonra gelin, ha kardaşlar.
Kolera Günlerinde Aşk'ı okumuştum. Sırada Benim Hüzünlü Orospularım var ama Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumadan bu kitabı okumayı hak etmek yok demek ki. Ustaya ve yorumcuya saygıyla 2013'te Yüzyıllık Yalnızlık okunacak o halde.
YanıtlaSilGestalt resmen. Bütün, parçaların toplamından çok daha fazla bir şey. Bölümler toplanınca Macondo'nun daha ötesini görüyor insan. En büyük parça olan Yüzyıllık Yalnızlık'la başlamak lazım bence, çünkü bu hikâyeler Yüzyıllık Yalnızlık'tan daha önce yazılmış olsalar da bir merkezin etrafına yerleşmeleri, okuyucu için o dünyayı daha keyifli bir hale getiriyor. Bir diğer sebep de hikâyelerdeki kişilerin, kimin kim olduğunu öğrenmek. Çok uzattım, kısaca şöyle: Yüzyıllık Yalnızlık, bir kentin doğuşunu yüzyılın ölüşüne kadar götürüyor. İnsanlarla birlikte. Bu hikâyeler ise o kentteki insanlara odaklanmış mercekler gibi. Evet, tam olarak böyle.
YanıtlaSilKolera Günlerinde Aşk bambaşka bir dünya ama yine sokuşturmuştu öcülerini Marquez oraya. Kitabın sonlarında meşhur gemide giderlerken civardaki bir adada el sallayan hayaleti umursamamalarını söylüyordu kaptan. Gülümsetici şeyler bunlar, bazı gerçekliklerin olağanüstülüğe ne kadar yakın olduğunu göstermek için yapılan muziplikler adamı Marquez.
Benim Hüzünlü Orospularım zannediyorum büyüden en uzak kitap ama... Yine de Marquez'in nereden ne çıkaracağını kim bilebilir? :j