Şimdi Şemsettin Ünlü diyor ki bu kitap yazarın ilk kitabıymış, bu yüzden öyküler çelimsiz bir nitelik taşıyormuş. Adamın en çelimsiz öyküleri bunlarsa ben bir şey demiyorum sayın Ünlü, değme babayiğit öykücü kolay kolay yazamaz bu incelikte.
Öykü öykü.
Bir Yazın Tarihi: Amcasının mı, dayısının mı, her kiminse onun Çubuklu'daki yalısına gelen gencimiz, uzaktan akrabaları olan Güzin, Nevin, Âliye, Samiye isimli dört kızın arasına düşer. Genç 22 yaşında falan, kızlar 15-18 arası ve bazıları kardeş, hangileri olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Bir de çirkin ördek yavrusu Meliha var, o da uzak bir akraba ama diğer kızlarla takılmıyor pek. Sessiz, sakin, hastalıklı bir kızımız. Diğerleri bunu ya umursamıyor, ya da inceden dalga geçiyorlar. Zorbalık yok lakin.
Bütün olay bu altı genç arasında dönüyor, bir de döneme özgü güzellikler var tabii. Yalılar, kayık sefaları, mesireler... Bir de müzik. Halit Ziya için müzik, öykünün doğasının bir parçası. O derece mühim. Burada da piyanolar çalınıyor, udlar çalınıyor. Böyle böyle işler. Bir de sevgiye, aşka muhtaç birkaç genci kat bir araya, tamam. Biz şehirli çocukların anlamaktan çok uzağında olduğumuz bir aşk, sevda vaziyeti var. Yani dönemi de biliyoruz; çok seven insanlar vardır, kavuşamayıp verem olurlar ve ölürler. Gizli gizli aşk yaşarlar, ölürler. Yahut yaşayamazlar, toplumdan çekinirler. Gönül olayları şimdiye göre oldukça sıkıntılı. "Seviyorsan git konuş babuş," diyorsun, bundan 100 yıl önce öyle bir şey olamazdı. Mendiller, kaçamak bakışlar, küçük mektuplar... Bu tarz. Tabii öykünün sonunda bu aşırı hassaslık sayesinde dört güzel kızı değil de hastalıklı Meliha'yı seçiyor gencimiz, biz de şaşırmıyoruz. Ha pardon; şaşırıyoruz, çünkü Meliha gencin gitmesini istiyor. O da çocuğu seviyor olmasına rağmen. Böylesine hastalıklı işte, anlatabildim mi? Hassas.
Bravo Maestro: Yaşlı bir müzik öğretmeni, 70 yaşında. Ders verdiği okuldan şutlanacak, az kalmış. Küçücük, leş bir odada yaşıyor. Zamanında okulu başarıyla bitirmiş, enstrümanında usta, eserler bestelemiş ama eleştirmenler onu hep baltalamış. En sonunda bestelediği ölüm temalı bir eserini öğrencilerine öğretiyor, ölüyor ve arkasından o eser çalınıyor. Son derece dertli, karanlık bir öykü.
Müzik hakkında şöyle söyletiyor karakterini Uşaklıgil: "Müzik şu kağıtlarınızda gördüğünüz işaretler değildir; müzik yalnızca kulağa hizmet eden seslerin birbirini izleyen karışımı ve uyuşumu da değildir. Müzik ölçüler ölçülerde değildir. Müzik başka bir şeydir ki o ancak bestecinin ruhunda bulunabilir. Sorun onu bulup ortaya çıkarabilmek, onu dile getirebilmektir. Müziğin anlamı: İşte bütün sır, sanat oradadır. Müzik ruhun bir dili değil midir? O halde onun anlatımının inceliklerini anlayabilmelidir. Bu, ders alınmak yoluyla öğrenilemez, elde edilemez; sezinlenip duyulunabilir ve sezinlenilip duyulabilinirse sanat başlar..." (s. 61)
Yırtık Mendil: Uşaklıgil'in İzmir günlerinden kalma gerçek, veya gerçeğe pek yakın bir öykü zannediyorum. Mazi ve şimdi arasındaki inanılmaz zıtlık. Zaman geçiyor, her şey değişiyor ve eskinin parıltılı insanları, şimdinin sefilleri oluyorlar. Böyle.
Kırk Para: Halit Ziya, çocukları çok sever. Öyle böyle değil. Onlara maceralar yaşatır, onları mücadelelere sürükler, onları korur, kollar. Bazen de hayata onların penceresinden bakar. Çocuklarla ilgili çok önemli bir sözü var, az sonra gelecek.
Bu öyküde çekirdek bir aile var, tramvay bekliyorlar. Tramvay geliyor, geçiyor, binmiyorlar. Çocuk çok hareketli, sürekli bir şeyler soran, öğrenmek isteyen bir çocuk. Bildiğimiz çocuk işte. Parasızlığı sormadan, yaşayarak öğreniyor. Kırmızı tramvaya neden binemediklerini, kırk paranın nelere kadir olduğunu, her şeyi. Bir ailenin çocuk sevgisi, anneyle babanın ilişkisi, ekonomik vaziyetler, çocukların büyümeleri, her şey hakkında süper bir öykü. İç yakar.
Zevrak'la Ebrû: Halit Ziya'nın bir diğer takıklığı da hayvanlar. Onları kişileştirir, onlara anlamlar yükler. Adam her şeyden bir öykü çıkarabildiği için doğal. Burada da birbirine sadık olmaya çalışan, yavrularını büyüten iki güvercin var. E bunlar hayvan. Haliyle sadakat gibi bir kurum yok aralarında. Dönem edebiyatının bir özetini verivereyim size:
"Zavallı sevda kurbanı! O zaman bana bu trajedi, bir Zevrak olmak için ne büyük bir imrenti vermişti! Ben de böyle mutlu bir sevdadan sonra onun ayrılık acısıyla erimek, ölmek isterdim." (s. 105)
Mavi Yalı: Mai ve Siyah'ın temeli buradadır. Bir kaptan, hayallerinin çok uzağına düşüp vapurlarda çalışmaya başlar, güzergahında mavi bir yalıya bakarak hayal kurar. Sonu elbette mutlu bitmiyor, çünkü bitmez, biterse hüzünlü, dertli bir öykü olmaz.
Daha bir bu kadar öykü var, hepsi birbirinden güzel. Ölümlü, ağlamalı. İçim daraldı lan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder