Normalde kimin ne yazdığı pek umrumda değil de ara ara blog'lara bakıyorum, genelde sikko bestseller okuyucuları iki paragraflık bir şey yazıyorlar, ardından onun iki katı kadar alıntı cümle koyuyorlar. Birbiriyle bağlantısı olmayan, çok manyak derin anlamlı, acayip şeyler.
http://sucukluarmut.blogspot.com/2011/11/garcia-marquez-yaprak-frtnas.html
Bu ne mesela. Bu ne la. Denk gelmişin, muazzam bir yazarın aynı muazzamlıktaki kitabını okumuşun, yaptığın yorumlara bak. Söz konusu Marquez olmasa tenezzül etmem şunu yazmaya da insan sinirleniyor. Sen okuma bilader o zaman, ne diyeyim. Neyse.
Güzelim Macondo, can Macondo, dost Macondo. Birçoklarının ikinci memleketi, yalnız ve güzel köy/şehir/yer/hayal. Yüzyıllık Yalnızlık'tan:
"(...) O zamanlar Macondo, tarihöncesi kuşların yumurtaları kadar ak ve kocaman, parlak çakıllarla örtülü yatağı boyunca dupduru akan bir ırmağın kıyısına kurulmuş, yirmi hanelik bir kerpiç köydü. Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi." (s. 9)
Ardından çingeneler geliyor, raylar döşenince tren geliyor ve devlet geliyor. Kentleşme yolunda mitlerden çıkıp gelmiş gibi duran bir yerleşim yeri olsa da Macondo, dört yıl, on bir ay, iki gün yağan yağmuruyla ve daha birçok mucizesiyle kerpiçten ziyade büyüyle, fakat gerçekliği korunarak ortaya çıkarılmıştır. Bu sebeple bildiğimiz şehrin bilmediğimiz bütün yönleri gibidir; küçük bir dünyada yaşıyorsak neler olduğunu bilemeyiz, fakat her şeyi gören, bilen bir anlatıcının elinde şehrimiz bir harikalar diyarına dönüşür. Macondo da böyle bir yer işte.
Yedi öykü var ve her biri yoğun bir okuma gerektiriyor. Özellikle Yaprak Fırtınası'nda anlatıcı ve zaman sürekli değiştiği için, anlatıcı değişimi de başlıklarla verilmediği için -saçma bir şey öyle yapılması zaten- anlatımın özelliğinden ve karakterlerle olan ilişkilerden kimin kim olduğunu çıkarıyoruz. Zamanı takip etmek daha kolay, birazcık dikkat yeter.
Buradaki yaprak fırtınası bir metafor, bunu bilek. İç savaşın sürüklediği insanlar, aşkların sürüklediği insanlar, sanayi döküntüleri, her şey geldi kasabaya fırtınayla. Sonra ev aldılar, ev yaptılar ve yerleştiler, sonra da toprağa karıştılar. Macondo, 1909.
Yaprak Fırtınası: Bir baba, kız ve çocuk, zamanında evlerinde yaşayan bir doktorun öldüğünü işitiyorlar ve adamın cesedinin başına gidiyorlar. Buradan sonrası Bu üçlünün anılarına dönük anlatılardan ibaret, bir de bilindik büyülü işlerden. Ailenin kasabaya gelmesi, kasabada kurulan kiliseye beklenen bir rahip, değişen anlatıcıların tekrarladıkları cümleler, anı yığını içinde tanıdık yüzleri çıkartabilmek. Marquez'in oyunlarından biri de söz gelimi bir olayı tekrar tekrar, her bir diyalogla birlikte daha da geliştirerek anlatmak. Bir adamın gelişinin iki sayfa boyunca anlatıldığını düşünün ama her tekrarda açıklayıcı bir cümle daha ekleniyor cümlelere. Anlatım biçimleri açısından bir hazinedir bu öykü. Bunların dışında bildiğimiz çevre, bildiğimiz insanlar.
Büyük Kanatlı Çok Yaşlı Bir Adam: "Çocuklar için masal" denmiş, kendinizi çocuk olarak görebilirsiniz.
Dazlak, dişleri dökülmüş bir adam beliriyor günün birinde bir arka bahçede. Kanatları var, bildiğin kanat. Adamın bir melek olduğunu düşünüyorlar ve besliyorlar onu. Rahip Latince konuşuyor adamla, cevap yok. Tanrı dilini bilmediği için kuşkulanıyor rahip, ardından adamı görmek isteyenlerden para alıp zengin oluyor besleyenler. Roma'ya mektup yazılıyor, bürokratik klişeler. Bir de örümcek kadın geliyor kasabaya, ünüyle meleği köşeye attırıyor. En sonunda uçup gidiyor melek.
Denizde Boğulmuş Erkeklerin En Yakışıklısı: Yine bir masal. Karaya yosunlarla kaplı bir şey vurur, bakarlar ki bir ceset. Bir erkeğin cesedi ve erkek deli yakışıklı. Kadınlar bu ölüye Esteban adını takıyorlar ve aşık oluyorlar bir de. Erkekler isyan ediyor, kadınlar ona bir cenaze töreni düzenliyorlar ve anlatıcının yanında Esteban da söze karışıyor, işleri karıştırmamak için elinden geleni yapacağını söylüyor, yaşasaydı tabii. Adamı gömüyorlar ve o köy geçen zamanla birlikte Esteban'ın Köyü olarak anılıyor.
Hayalet Geminin Son Gezisi: Of. Bir gencin kendisine inanmayan insanlarına hayalet bir gemiyi getirmesi, her şeyiyle.
İki üç öykü daha var, hepsi şahane. Marquez, Macondo işte. Mahallenin Muhtarları tadı alabileceğiniz bir yer.
Ahahahahaha nasıl kaçırmışsam bu yazıyı o zamanlar seni bilmiyordum herhalde. Ben de geçenlerde okudum, bendeki baskısında sadece Yaprak Fırtınası var. Müthiş başarılı bir anlatım, hem tekrarlar, hem anlatıcının ha bire değişmesi falan filan asla bunaltmıyor ve yormuyor. Helal olsun vallahi, yazmış.
YanıtlaSilAklına gelecek, gelmeyecek kitap bloglarını takip ediyorum, youtuberları da ediyorum. Müthiş saçma bir derya bu, çok komik bak sinir krizleri geçirirsin sen izlesen / okusan herhalde ahahahah. Alıyor eline kitabı "müthiş güzeldi", "ağladım", "bayıldım"dan başka söyleyecek hiçbir şeyi yok ahahah. Gerçi bazen benim de olamıyor ama olsun, üşeniyorum. Belki onlar da üşeniyordur, belki kitapta gerçekten hiçbir şey yoktur, belki sadece maldır anlamıyordur, önemli değil. Komik.
Bugün ben de bir tanesine denk geldim. Şu:
Sil"Beendim."
"Bunu seemedim ya. Yani iyiydi de boşluklar vardı. Bilmiyorum ya güzel gibi."
Bu ne dsfd. Kitaplar da leş kitaplar, yüzüne bakmazsın. Yani eyvallah okusun millet de azıcık seçici olmak iyidir ya. İki takip et, okumuş adamların önerilerine bak, ne bileyim. Kriz geçirmelik işler.
Şu kitaptan tek kelime hatırlamıyorum ya, dönüp baksam mı bir?
Ya ergenler okuyunca çok şeyapmıyorum çünkü okusunlar, hiç okumamalarından iyidir. Koca koca insanlar okuyunca ben de biraz bozuluyorum. Yine de ne okunursa okunsun söylenecek bir şeyler olabilmeli tabi sevdim / sevmedim'den başka.
SilBen bunu okudum bi' de Kırmızı Pazartesi'yi. Bunu daha az sevdim ama sevdim. Bak tabi ya hemen okuyuverirsin zaten.