2 Kasım 2012 Cuma

Refik Erduran - Gülerek

Refik Erduran'ın anıları. Yahya Kemal var, Nazım Hikmet var, Kemal Tahir var. Bir sürü insan var, Refik Erduran bunların tam ortasında.

Kitabın adı neden öyle, çünkü Erduran için hayata gülmek lazım. Çok şakacı bir doğaüstü bilincin her şeyin sorumlusu olduğunu düşünüyor, bu yüzden hayata bakışı böyle. Kitabının adı da bu yüzden.

Birçok bölüm var, ben bölüm adlarını vermeyeceğim. Kıvrıklardan gidiyorum, mesela Nazım Hikmet'le daha kitaba başlar başlamaz karşılaşıyoruz. Refik Erduran, af sonrasında özgürlüğüne kavuşan Nazım Hikmet'i yurtdışına kaçıran adam. 50 yaşına gelmiş, dört hastaneden raporlu bir insanı askere almaya kalkarsan, peşine adam takarsan doğal bir şey. Bir konuşmalarında üstü kapalı olarak Sabahattin Ali'den bahsediyorlar, Nazım Hikmet'in korktuğu şey aynı akıbeti paylaşmak. Bu kaçış olayını ayrıntılarıyla anlatıyor Erduran, fikir kendisinden çıkmış mesela. Bir motorla Karadeniz'e açılıyorlar, Plekhanov adlı bir şilebe rastlıyorlar. Nazım Hikmet, "Ben Türk şairi Nazım Hikmet, ülkenizden ödül aldım!" falan diye bağırıyor. Adamlar Bükreş'le iletişim kuruyorlar, oradan Moskova'yla iletişim kuruluyor ve Nazım'ı gemiye alıyorlar. Erduran, Nazım'ın, "Gel lan sen de," teklifini geri çeviriyor ve kaçışına yardım ettiği, çok sevdiği abisinin söylediklerini yapmak üzere memlekete dönüyor: Kitap yazmak ve film çekmek. Kaçışın planlanışı, aksilikler, her şey mevcut. Meraklısı direkt atlasın kitaba. Ben güzel bir bölümle geçiyorum:

"O sabah ayrılırken ikisi düşünmüşler. Ya yakalanırsak? Nazım'ı ya da beni telefonda yalancıktan iyi haber vermeye zorlarlarsa? Öylece Münevver'i de soruşturmanın içine çekmek gibi bir manevra çevirirlerse?
İyisi mi, ancak Nazım selamete kavuştuktan sonra bana açıklayacağı, benim de ezberleyeceğim numaraya dönüşte bildireceğim, telefon dinlense bile kimseyi kuşkulandırmayacak bir haber şifresi olmalı. 
Kararlaştırdıkları ve Nazım Ağabey'in şilebe binerken bana tebliğ ettiği şifre cümle neydi, biliyor musunuz?
'Süt şişesinin kapağı uydu.'
Evet, Türkçenin en güzel mısralarından birçoğunu yazmış olan büyük şairin o durumda bulduğu laf buydu!
Evde bebek var ya? İşitene normal gelecek.
Ama düşünün, o konuşmayı dinleyen olduysa duyduğu diyalog şu:

- Alo?
- Evet?
- Süt şişesinin kapağı uydu.
- Mersi.

Tık...
Bu da kuşku uyandırmazsa, ne uyandırır?
Arayan kim? Sütçü mü? Şişeci mi? Paşabahçe Fabrikası kapak bölümü şefi mi?" (s. 12)

Böyle girdik, ardından Erduran'ın ailesi geliyor. Aile kodaman bir aile, birçok ünlüyle aynı ortamda bulunma şerefine erişiyor Erduran, veya ünlüler Erduran'la aynı ortamda bulunma şerefine erişiyor, fark etmez. Bunlara geçeceğim, lakin araya serpiştirilmiş süper paragraflardan bir iki almazsam olmaz.

"- Aaah, bizim zamanımızdaki terbiye!

Eskiden İstanbul'da insanlar gerçekten daha mı terbiyeliydi? Ben öyle bir şey anımsamıyorum. Sanırım terbiye belirtisi diye sayılıp dökülen şeylerin çoğu tenhalığın sonuçlarıydı. İnsanlar dirsek dirseğe yaşamadıkları için birbirlerinin itici özellikleriyle de şimdiki kadar burun buruna gelmiyorlardı." (s. 31)

Atatürk'ü görüyor Erduran, Yalova zamanlarında.

"Şimdi Atatürk denilince ne 10 Kasım'lardaki soyut karartıları düşünür, ne gördüğüm binbir fotoğrafı anımsarım. Hep o tatlı (belki de biraz yorgun ve kederli) bakışlarıyla gözümün önündedir." (s. 33)

Yahya Kemal'e geldik. Şimdi Yahya Kemal, bir medeniyetin aynası olarak görülür. İstanbul onun için tarihiyle, Çamlıca, Üsküdar, Eyüp gibi semtleriyle bir rüya şehirdir. Kendisinin İstiklâl Harbi Yazıları da oldukça önemlidir, faydalıdır. İstanbul'u kendi estetiğiyle yoğurmuş bir sanat adamı ve Tanpınar gibi adamların da hocası. Ders zamanlarında İstanbul'u gezerlermiş, şiirler okurlarmış, bir sürü sanatsal şey. Demek istediğim, tam kültür bombası bir abimiz. Bir de öbür taraf var ama; Yahya Kemal nasıl bir insandır? Mesela önü alınamaz, çirkinliğe varan boyutlarda bir yemek yeme arzusu olduğundan bahsedilir, bu yüzden de dönemin meşhur karikatürlerinde şişko, çok şişko, en şişko olarak çizilir. Yakup Kadri'yle miydi neydi, düello edecek noktaya gelmiş bir hiç yüzünden, takıntılı bir insanmış. Bir de Nazım Hikmet'in annesiyle olan mevzular var. Galata Köprüsü'ydü galiba, annesi Nazım'ın özgürlüğü için çalışıyor, boynuna bir tabela asmış, protesto ediyor yaşananları. Yahya Kemal, bir zamanlar aşık olduğu bu kadını görünce başını çevirip yoluna devam ediyor. Böyle şeyler var, hoş olup olmadığı insanın kendisine kalmış bir şey. Tanpınar hayranı bir hocamız, bir derste, "Günlüklerini okuduğum zaman çok şaşırdım ve üzüldüm, bu benim bildiğim Tanpınar olamazdı," dedi. Ne bekliyordun ki diyecektim, diyemedim. İdeal bir karakter yaratıyoruz sevdiğimiz yazarlar için ama öyle olmuyor. Sanatla kişiliğin keskin çizgilerle ayrıldığı insanlar var. Tabii bunun yanında sanatı kişiliğe kurban etmemek de gerekiyor. Ben Yahya Kemal'in şiirlerini severim, yarattığı estetizme büyük saygı duyarım ama bana bir yamuk yapsa kedi gibi bir insan olmama rağmen tokatlardım gibime geliyor, tokatlardım ve dönüp arkama bakmazdım bile. Göbeğine kafayı çakardım, bir de döner tekme. İki seksen.

Neyse, Erduran çocukken evlerine Yahya Kemal ve arkadaşları geliyormuş, sofrada şiirler, şarkılar, yemekler, gırla.

"Yahya Kemal'in sofrada takma dişlerini çıkarıp bardağa koymak gibi şeyler yaptığı iddia edilir. Onu görmedim. Fiziksel çirkinliklerden çok ruhsal kalınlıkları vardı. Kendisiyle dopdoluydu. Başkalarının kendisine bağlılığını ve hayranlığını da doğal karşılıyordu." (s. 35)

Şurası var, gerçekten tiksindim:

"Bir gece şiirler söylenirken Yahya Kemal sofradan kalkıp koridora çıktı. Aradan hayli zaman geçip de dönmeyince annem "Tuvalette fenalık geçirmekte olmasın?" diyerek meraklanmış. Ablam ortalıkta olmadığı için bana işaret etti. Çıktım, baktım, tuvaletlerde yok. Aranırken ablamın odasından küçük çığlıklar duyunca oraya seğirttim.

İyice sarhoş olmalı ki, kapıyı açtığımı duymadı Yahya Kemal Bey. Dehşetle kurtulmaya çalışmakta olan ablamı bir köşeye sıkıştırmış, "Ağzını ver, ağzını ver," diye hırıltılı sesler çıkarıyordu. Geldiğimi neden sonra fark edince hiçbir şey söylemeden yanımdan geçti, sofraya döndü." (s. 38)

Robert Kolej günlerinden sonra ABD'de geçirilen üniversite yılları geliyor ve bir sürpriz daha: Erduran'ın Nabokov'la sahil yürüyüşleri yaptığını öğreniyoruz:

"Lolita'nın yaratıcısı Vladimir Nabokov o yıllarda Cornell'de edebiyat dersleri veriyordu. Türk olduğumu öğrenince nedense ilgilendi benimle. Her gün uzun uzun yürüyüşlere çıkardı. İki üç kez birlikte yürüdük.

'Genç Türkler kadınlar hakkında ne düşünür?' türünden sorular sorar, yanıtlarımı büyük bir ciddiyetle dinler, devlet sırrı öğrenmiş gibi vahim bir tavırla başını sallardı. Oysa onun bana verdiği bir tek öğüdü anımsıyorum: Kadınları ciddiye alma, bildiğin gibi yaşa anlamında bir şeydi.

Keşke ömrüm boyunca tutabilseydim onun sözünü! Hep tersini yaptım." (s. 51)

Nazım Hikmet'le alakalı üç dört bölüm var, ABD'de şiirlerini okuduğu büyük şairle yakınlık kuran, hatta şairin kardeşiyle evlenen Erduran, en baştan kaçışa kadarki süreci gizlisi saklısı olmadan anlatıyor. Bitirdim demiştim ama çok küçük bir bölüm daha alayım kaçışa dair:

"Heyecanlı görünmüyordu Nazım Ağabey. Ama düşünceliydi. Tevekküle benzer bir durgunluk vardı üstünde.

Nedenini çok sonra, 1961'de yazdığı Otobiyografi şiirindeki şu mısrayı okuyunca daha iyi anladım:

'951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün.'

Meğer, başka yakınlarına da açıkladığı gibi, o gün büyük olasılıkla gerçekten öleceğine inanmış büyük şair." (s. 73-74)

Ertem Eğilmez'le kurulan yayınevi, Kemal Tahir'in bazı cozurtmaları, Yaşar Kemal'e yapılan haksızlıklar, bir sürü şey. Ekleyeyim; Yaşar Kemal'in İnce Memed'ini ilk okuyan ve basan, bir anlamda Yaşar Kemal'i edebiyata kazandıran insan Erduran'dır dersek abartmış olmayız.

Anılar her zaman çeker insanı, çünkü ne olduğunu, nelerin yaşandığını gerçekten bilmek isteriz. Erduran'ın anıları bu açıdan kaçmamalı.

2 yorum:


  1. son paragraftaki yahya kemaller elbette ki yaşar kemal olacak....

    zihin bazen böyle oyunlar oynuyor hepimize...
    dikkatinize.....
    selamlar....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harbiden, hemen düzeltiyorum. Çok teşekkürler. :j

      Sil