31 Ekim 2012 Çarşamba

Bram Stoker - Drakula'nın Konuğu ve Diğer Hikâyeler

Drakula'dan bildiğimiz adam Bram Stoker, dahil olduğu edebiyat çevresinin bütün o romantik ve büyülü ortamını paylaşmaktadır. Shelley'ler, Sheridan Le Fanu, Arthur Conan Doyle, böyle adamlarla yatıp kalkınca doğal. Dolayısıyla bu romantik gotik ortamın izleri hikâyelerde de var, bir de korkunun tabii.

Kapak biraz cort, onu geçelim.

Dracula'nın Konuğu: Romanda yokmuş bu, sonradan eklenmiş mi ne olmuş. Ben olduğunu hatırlıyorum, benim okuduğumda varmış demek ki. Adamımız kontun kalesine giderken ecinnili falan bir gece geçiriyor, Walpurgisnacht. Kurtuluyor falan. Öyle.

Yargıcın Evi: Stoker'ın en bilinen hikâyesidir zannediyorum, lise düzeyi okuma kitaplarında mevcuttu. Gencimiz ders çalışmak üzere bir ev kiralar, ev de ölmüş bir yargıcın evidir falan. Gotiks, korkunçs.

Çingene'nin Kehaneti: Çingenelere dair süper bir öykü, büyüye ve geleceği görmeye meraklı arkadaşları son derece tatmin eder. İki arkadaş bir çingeneye gidiyorlar, çingene bir kehanette bulunuyor. Bu kehanete göre adamlardan biri çok sevdiği karısının kanını akıtacak bıçakla falan. Harbiden de akıtıyor ama mevzu başkaymış aslında. Ters köşeye yatıran, okuyucuya pffrt dedirten bir hikâye.

Abel Behenna'nın Gelişi: Abel'e dikkat edelim, önce can dostu, sonra can düşmanı olan Eric Sanson -Cain de diyebiliriz- ile aynı kızı severler, sonra yazı tura atarlar -kız için yazı tura atıyorlar lan, efsane- ve Abel kazanır, ardından Abel 10 yıllığına gemiye çıkar. Eğer 10 yılı bir gün geçirirse kadın Cain'in olacaktır. 10 yıl sonra fırtınalı bir havada Abel gelir, gemisi batar ve Cain onu kurtarmaya gider kayalıklara. Devamını bilir gibiyiz.

Böyle güzel efsaneler de mevcut hikâyelerde. Güzel bir gönderme daha: "Eric Sanson ve Abel Behenna yüz yüzeydiler. Kendilerinden başka hiç kimse bu karşılaşmayı bilemezdi. Ve tabii Tanrı'dan." (s. 88)

Sıçanların Cenazesi: Lovecraft, Innsmouth Üzerindeki Gölge'yi yazarken bu öyküden etkilenmediyse ben de bir şey bilmiyorum.

Fransız İhtilali sonrasında Paris'in arka sokaklarına giden bir adamımız var, Notre Dame'ın Kamburu'nda bir Paris imajı vardır, bildiniz mi? Daha doğrusu Paris'in arka sokakları, sefaletin kol gezdiği yerlerin betimlemesi. Aynısı, daha beteri hatta. Adamımız yüzükle, kolyeyle falan gidiyor ortama, bir eve girip birileriyle konuşuyor. Meraktan. Sonradan bir de bakıyor ki evin etrafı sarılmış, baltalı birileri var. Fırlayıp canını kurtarmaya bakıyor. Bir kovalamaca var, nefesiniz tutulur. Böyle bir şey olamaz.

Bunların dışında fiks bir gotik-korku öyküsü ve insanoğlunun ne kadar delirebileceğini gösteren şiddet dolu bir öykü var, daha da var aslında ama üşendim. Stoker lan işte, türü sevenin kaçırmayacağı bir yazar. Ve kitap.

1 yorum:

  1. Emeğinize sağlık.Bende bu konu üzerinde yazıyordum ki sizin blogu ve konuyu görüp takibe aldım=) Açıkcası ben stoker hayranı olarrak öykülerin anca yarısını okuyabildim. Sıkıldım. Sizi alkışlıyorum.

    YanıtlaSil