Romanı bilmiyorum da, hikâye keşfi çok önemli bir hadise. Keşfedilen her hikâyeci, insana farklı bir dünya sunuyor. Romandan daha geniş, daha öznel bir dünya. Hikâyeyi bu yüzden seviyorum; yazarlar kendi dünyalarını küçük parçalarla açtıkları için.
Şebnem İşigüzel'i pek geç keşfettim ben; o 21 yaşındaydı, ben 24. Yazar, okuduğunuz kitabı kaç yaşında yazdıysa o yaştadır. O yüzden 21. 40 yaşındaki halini bilmiyorum, onu da bileceğim, çünkü İşigüzel deli sardı.
Bu kitap Küçükyalı'dan Göztepe'ye giderken hastaneye gelmeden önce solda rahatlıkla görülebilecek kitap tezgahından 3 TL'ye alındı.
Şimdi öncelikle bir okuyucu olarak çıkmıyoruz kitabın karşısına, ya da en başta okuyucu olarak çıkıyoruz ve görüyoruz ki yazarın okuyucuya biçtiği rol okuyuculuk değil, bir çeşit şahitlik. Anılara ve insanlara şahit olma hadisesi. Biz bunu istemesek bile anlatıcının görevi bizi şahit etmek. Dolayısıyla edilgen bir okuma olmuyor yapılan, insanın kendisine bir rol biçmesi oluyor. Anlatılanlar arasında neredeyiz, nelere şahit oluyoruz ve daha fazlasını isteyebilir miyiz? İşigüzel'in bu sorulara doğrudan bir cevabı var bir hikâyesinin sonunda:
"(...) Hayır size o adamı nasıl öldürdüğümü anlatmayacağım. Ama isterseniz geri kalan yaşamımın tüm perşembelerini anlatabilirim." (s. 107)
Konseptin aksine, bodoslamadan okumadım bu kitabı, bana biçtiği rolü oynadım ve son hikâyeden sonra anlatıcıyı selamlayıp sahneden indim. Çok mutluydum, iyi bir kitabı bitirip kendi kendine, "Ee, şimdi ne okuyacağım?" demeyen insanlar kadar.
Devinimler: Epigrafını buraya yazıp ziyan etmeyeceğim, öylesi güzel. Aşk acısından cortlayan bir hanımın hipnozla önceki hayatına kadar gitmesi, aşkların aslında bir çemberin kapanan iki ucu olması, karakterin anlatıcıya dönüşümü. Nefis.
Öykümü Kim Anlatacak?: Katman katman üstüne. Zaman geçişleri arasında bir aileyi inceliyoruz, bir de küçük bir kızı.
Klişe Hayatlardan: Benim için kitabın ağır topu bu oldu. Bir boya ustası, apartman boyayacak. Apartmanın sahibi bir ressam, bu yüzden çok çılgın renkler giriyor işin içine ve apartman boyandığında çok acayip bir şey çıkacak ortaya. Tabii ki belediyeyle uğraşmak yok, çünkü bu bir hikâye ve bir hikâyede -eğer yazar istemiyorsa- belediyelerle uğraşılmaz. Hikâyenin ruhuna aykırıdır bu. Belediyeler, hikâyeyi bozar.
Şu cümle de bir anda vurdu beni: "Bu apartmanı boyarken yaşlı ressamın dediği gibi yeryüzünün tüm renklerini kullanacağım. İsimsiz apartmanın adı da 'Yeryüzü' olacak." (s. 69)
Böyle şeylere hazır olmakta fayda var, her sayfada karşınıza çıkabilirler.
Apartmandaki daireler giriyor işin içine, bir de boyacının insan oyunları. Yüzlerden karakter tahlili, akıl hastası bir anne. Perec'in ruhunu görmek mümkün, daire sakinleriyse Perec'inkiler gibi gölge değil, kanlı canlı.
Bir bu kadar, hatta daha fazla öykü var ve hepsi çok güzel. Derin bir hayal gücü, vurucu bir gerçeklik. Kaçmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder