Dört arkadaşın mücadelesi. Dördü de zamanında siyasi olaylara katılmış, kimi hapis yatmış, kimi hapisten çıkınca okulunu bitirip sıkıntılı şartlarda yaşamaya çalışmış, kimi okulu bitirmeyip ticarete atılmış dört insan: Okan, Mustafa, Ersin, Ahmet. Yazarın izinden gidip o yolda tanımaya çalışalım bu insanları.
Şimdi bir anlatıcımız var, bu anlatıcımız olaylara bazen meddah gibi yaklaşıyor, bazen hiç karışmıyor. Bu noktada bir sıkıntımız var. Romanın başında bir "oda" toplantısına gidiyoruz. 25-35 yaşlarındaki yüzlerce davetli, zamanında devrim yolunda büyük dertler çekip sonradan işlerine güçlerine dalan, davayı bir anlamda satan yüzlerce insan. Mühendis bunlar, mühendis odasının düzenlediği bir toplantıda, Bebek'teki bir gazinoda eğlenmeye çalışıyorlar. Bu noktada anlatıcının kabare yaklaşımı on numara, gayet iğneleyici. Çünkü bu adamların sonradan büründükleri kimliklerle öğrenci oldukları zamandaki kimlikleri gayet açık, kara mizah unsuru. Öldürülen dostlara dökülen birkaç gözyaşı, devrimci şarkılar, türküler çalarken verilen tepkiler, ardından bulundukları mevkilere göre davranan, dini imanı para olmuşların davranışları. Büyük bir ironi, büyük bir zıtlık. Anlatıcının tutumuyla bu çarpıklığı iyice görebiliyoruz, ardından gelen olayların örgüsü bir anlatıcıyı gerekli kılmıyor. İlk bölümde aktif olan anlatıcı, sonradan pasif duruma düşüyor. Sıkıntı burada.
Toplantıdayız, dörtlüyle tanışıyoruz. Okan bulunduğu ortamdan tiksiniyor, agresif biri. Ersin sessiz. Mustafa yatıştırıcı, Ahmet de öyle. Mesela Okan'ın dediği: "'(...) Ne idik ne olduk ey gazi hünkar, eşek silahtar oldu katır mühürdar...'" (s. 23) Okan'ın sinirinin kaynağını göreceğiz, biraz var.
Mekanın çatısı patlayınca davetlilerin devrim damarı kabarıyor, mekan sahibiyle atışmalar, bir şeyler. Bizimkiler çıkıyor mekandan, bir de Neriman var yanlarında. Bir arkadaş. Yolda polisle dalaşıyorlar, Okan yine kabarıyor ve polislerle dövüşüyor falan. Arabadaki herkesi kodese götürecekler ama ortak olan Mustafa'yla Ahmet'in işleri var, Mustafa Okan'a bir tane patlatıyor ve polisler de Mustafa'ya sempati duyup yolluyorlar adamı, Neriman'ı da. İş, arkadaşlıktan daha önemli tabii. Geri kalanlar doğruca nezarete.
Nezarette Ersin bir oyun uyduruyor, başlarına gelene kadar hayatlarını anlatacaklar. Okan anlatıyor ilk. Genel şeyler: Başarılı bir öğrencilik, sonra hocaların yönlendirmesiyle ilerlemeyip farklı bir yol çizme kaygısı, güncel olaylar, politika derken öğrenci olayları. Çokça okuyan insanlar önder olarak buluyorlar kendilerini, Okan da bunlara dahil.
"Kısacası: Saygınlık tamam, kahramanlık tamam, mutluluk tamam, teori tamam, pratik tamam, ilaveten kitle de tamam, o halde üç beş dakika sonra devrimi yapıp, insanlara saadet saçmaktan başka bir şey kalmamış geriye." (s. 79)
Öyle değilmiş. Takip etmeyen insanlar, hapis, şaşırmış bir toplum, yitik değerler, yaşama belası. Okan'ın ağzından konuşuyorum. Onca yıl emek harcanan, inanılmış görüşleri bir anda bırakmak kolay değil. Sonu şu: Bir büroda yalvar yakar iş bulup günde sekiz saat amirin ağız kokusunu çekmek. Öyle bir hayattan böylesine. Yaşanmıyor, ölünmüyor, bir acayip hadise. Okan, hayat görüşünü egzistansiyalist anarşizm olarak dile getiriyor sonra, bütün agresifliği bundan.
Ahmet anlatıyor ama pek de bir şey anlatmıyor, anlatıcı da buraları almıyor zaten kitaba. Gayet orta yolcu bir insan Ahmet. Kendini riske atmayan, çıkıntı insanların yanında barındırmayan, zirveye oynayan biri. Tam bir politikacı. Ersin de anlatmıyor bir şey, yazıyor sadece. Daha sonra yazdıklarını okuyacağını söylüyor, Okan'ın görüşleriyle kendi görüşlerinin çok yakın olduğunuysa söylemiyor. Okan'la Ersin arasındaki dostluk böyle başlıyor. Aldatılmış hissediyorlar kendilerini, bir şeylerin yanlış gittiğini, ama kendilerinin hep doğruyu yaptıklarını düşünüyorlar. Durum bu.
Hapisten çıktıklarında Mustafa bunları yemeğe götürüyor, Neriman'ın uzaktan bir arkadaşı olan Süeda da geliyor yanlarına. Arada 10 yaş fark var, 24 yaşında Süeda. Pek tanınmamış bir yazar olan dayısı Mesut Bey'le yaşıyor ki bu Mesut Bey'in bizzat Hikmet Temel Akarsu olduğunu düşünüyorum. Neyse, Süeda'yla arkadaş oluyorlar ve o gece Mesut Bey'in evine gidiyorlar. Ersin orada yazdıklarını okuyor. Çok küçük bir bölümünü alacağım, genelde zaten hayatın bokluğu falan var.
"(...) Orduları düşünün... Ordunun erleri ve subayları vardır. Savaş kazanıldığında erler ve subaylar coşku içinde, bir arada girerler zafer meydanına. Oysa yenik orduda erler terhis olur. Yenik ordunun subaylarının kavgası ise hep devam eder..."
"(...) Yenik ordunun subaylarının içine düştüğü bu durum nihilizm değildir. Bu, ahlaki ve anlaşılır bir insanlık durumudur..." (s. 137)
Ya, durum bu Sonra bizim yazar dayı içeriden kendi yazdığı bir kitabın taslağını getiriyor, üstüne de Yenik Ordunun Subayları yazıveriyor oracıkta. Şunu bir okuyun bakayım, sonsöz bölümünü okuduktan sonra vereceğim diyor. Gidiyor bizimkiler. Sonrasında odanın kongresine katılıyorlar, bir seçim mevzusu var. Okan yine bok ediyor ortalığı, kavga çıkıyor, sonra bomba ihbarı yapılıyor ve herkes dışarı çıkıyor. Götürülenler arasında Süeda da var, Ersin'in notları Süeda'daydı ve o notlardan şüpheleniyor polisler. Anarşik manarşik bir şeyler yazıyor. En sonunda dayının evine gidiyor bizimkiler biz bir bok yedik diyerek. Dayı da sakin olun beyler, kızı gece getirirler buraya diyor. Polisler kızı getiriyor, dayı da diyor ki aslında sonsöz yoktu, sizi nihilizmden çıkardım, siz artık sevmeyi bilen gençlersiniz falan. Çünkü Süeda'ya hafiften çarpılma durumu var. Böylece bitiyor.
Güzel kitap, evet. Dönekler, umutlar, yok olan geçmiş ve gelecek, falan. Bu tarz. Konuyla alakalı bir şarkıyla bitirip iyi günler diliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder