4 Kasım 2012 Pazar

Demir Özlü - Boğuntulu Sokaklar

Özlü'nün sokaklarına döndük.

İki bölüm, ilki Paris İçin Hikâyeler. Şimdi şöyle; kesitler. Bu kesitlerde aynı insanları farklı yerlerde, farklı zamanlarda görüyoruz. Her şeyin değişmesine rağmen sokaklar, şehirler aynı ve onca değişikliğe rağmen bir kapatılmışlık duygusu oluşuyor. Kadınlar, erkekler, kafeler, binalar, hepsi birleşip şehri oluşturuyor ve bunun bir sonu yok, bitmiyor. Dolayısıyla güdü, bir olaylar silsilesi anlatmak değil, hayatın doğal akışı içinde hayatın ağırlığını göster...memek, çünkü göstermek gibi bir niyet de yok. Çok ince bir duygu; anlatıcının anlatım şeklinde saklı.

Ayşe Öykü İş adlı bir kardeşin tezinden faydalanarak yazıyorum: Demir Özlü, bir yazısında demiş ki ecnebilerin "angoisse" dediği bunaltı hissine biz "boğuntu" diyebiliriz. Aynen böyle. O zaman addaki boğuntu buradan geliyor. Yaa. "Bunaltı" ve "boğuntu" tercihleri için tezde uzun uzun açıklama yapılmış, meraklısı gidip bakabilir. YÖK'ün sitesine giriyorsunuz, tez arıyorsunuz. O kadar.

Kadınlar çok, bir dünya kadın var. Genç, yaşlı. Arkadaş, dost, dost. Cinsellik bir şehre kıstırılmayı ne ölçüde engeller, belki de ne ölçüde sağlar?

Bir kadınla bir diyalog:

"(...) Elindeki kitabı sallıyordu, arada bir masaya vurarak, sonra bıraktı. Salinger'ın son çevrilen romanı. Kitaba baktığımı görünce:
'Okudunuz mu?' dedi.
'Okudum.'
'Nasıl buldunuz?'
'Fena değil.' Durdum: 'Fazla bir şey yok. Argo yazışı iyi.'
Kitabı düzeltti:
'Başka bir şey yok mu?'
'Bilmem ki. Beni yazış ilgilendirir.'" (s. 422)

Kafeler ve barlar, sınırları ve ayrıntıları çizilmemiş kentin en somut bölümleri olarak karşımıza çıkıyor. Buralarda dostlara ve kadınlara rastlanır, buralar şehirdeki görevlerini en iyi yerine getiren yerler arasında başa oynar. İnsanlarla bir şekilde boğuntu dengesi kurulurken arada sırada bu dengenin tek bir kişiye indirgendiğini görüyoruz, sallandırılıyor bir de, böylece anlatıcının ne derecede kurmacaya sıkıştırıldığını daha iyi anlıyoruz. O, o sokakların dışında bir yere gidemeyecek:

"Birden ağlamaya başladı, yere, yanıma uzandı. Biraz sonra da gülmeye başladı.
'Deliyim, değil mi?' dedi.
'Deli falan değilsin.'
Sonra kalktı, giderken:
'Eyvallah,' dedi.
'Bütün bütüne mi gidiyorsun?'
'Bütün bütüne gidiyorum.'" (s. 426)

Sürgün, göç, ne olursa olsun, başka bir ülkede yaşayan küçük bir topluluğun umutsuzlukları çokça büyür. Özlü bu kitabı 66'da yazmış, 20 yıl sonra hissettiği farklı değil. Anılarında göstereceğim.

"'Çürüyüp gideceğiz, göreceksin, bir şey başaramayan bir kuşak, bir Türk kuşağı.'
Güngör eski bir konuşmayı andırarak:
'Les Temps Modernes'de yazan genç yazar,' dedi.
'Sus!' dedim ona bağırarak. 'Belki ressamlar başarır.' Sonra Helena'ya: 'Belki ressamlar başarır.'" (s. 430)

Yazının yetersiz kaldığı anlatılıyor olabilir mi? Onca dar sokağın, üç dört katlı apartmanın, görülecek kadınlar içinde kent bir anlatılamazdır.

İlk bölümden son bir alıntı: "O Saint-Michel, Saint-Michel'deki oteller, odalar, sokaklar, insanlar diye düşündüm. Nereye akıyor bu? Nerden gelip nereye gittiği belli olmayarak." (s. 452)

Boğuntulu Sokaklar bölümündeki dört öyküde bir kentin betimle, kurguyla oluşturulma çabasını görüyoruz. Bilerek edilgen çatı kullandım, çünkü ortaya çıkmak için kentin çok çabaladığı belli. Yanda bir de kadın var ama pasif.

Böyle. Bunaltır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder