20 Kasım 2012 Salı

Stephen King - Kubbenin Altında

Canavar yeni bitti. Verdiğim küçük aralarda başka şeyler de okudum, lakin bunu unutmamak için yazmadım onları. Yazacak çok şey vardı ve hiçbir şeyi unutmamak lazımdı.

King'in yolculuğunu kabaca, hatta öküzce ikiye ayırıyorum ve ayrım noktasına da Thinner'ı (Falcı, dandik isimlendirmede bir numara) koyuyorum. İkinci dönemin ipuçlarını ilk dönemde bulmak mümkün; mesela Mahşer. Mesela Kujo bir de. Kujo, insanların korkularıyla beslenen gerçek canavarlar konseptiyle kendi yolunda gitmiş bir roman. Hayali canavarların gerçeğe dönüşmesi hadisesi de bununla bağlantılı; King'te sıklıkla görülen şeyler. Ölülerin dirilmesi ki gerçekten de dirilip dirilmediklerini bazen biliyoruz, bazen bilmiyoruz. Sıklıkla bilmiyoruz, her şey kafayı yiyen karakterin psikolojik durumundan da kaynaklanıyor olabilir. Oldukça doğal, King'in olayı da doğal sebeplerin doğaüstü sonuçlara varmasını olabildiğince basit, mantığa bürütülmüş bir halde vermek. Çok çok başarılı, bu yüzden de belki içine ruh girmiş arabalarından, yürümeye başlayan kompres makinelerinden görece pek korkmuyoruz da gayet normal bir şekilde kudurmuş bir köpekten ölümüne korkuyoruz, çünkü King onu öyle bir şekilde aktarır ki oradakinin bir köpekten çok daha fazlası olduğunu biliriz.

Mahşer. Uzun versiyonunu daha okumadım, kısasına göre konuşacağım. Ve bağlantılı olarak Kara Kule'yi de okumadım, çünkü çok pahalı. Neyse, dünya boku yer ve bir grup insan, başının çaresine bakar. Bu sırada olaylar, entrikalar, bilmem ne. Bir hayatta kalma mücadelesi. Bu sırada insanoğlunun hırtlıkları, çürük ahlaki değerleri, falan. Bir dünya şey. Olayı küçük bir kasabayla da sınırlandırabiliriz; Ruhlar Dükkanı. İnsan sayısını daha da azaltalım, Ceset. Buick 8 (Çoğu insan bok gibi der ama bana göre King'in en kral kitaplarından biri). Bunlarda küçük yerleşim yerlerindeki insanların ilişkilerini, ucundan sosyal çarpıklıkları hep görürüz. Küçük yer dedim de, küresel bir felaket sonunda insanların çoğu ölürse dünya çok küçük bir yer sayılır. Evet.

Bir de Ateş Yolu, Oyun, Çılgınlığın Ötesi, Tom Gordon'a Aşık Olan Kız gibi romanları alalım. Bir insanın yavaş yavaş delirmesinin ve bildiği yoldan ayrılmamasının yol açtığı sonuçları birazcık doğaüstüyle süsle, mükemmel bir karışım ortaya çıkar. Daha böyle bir sürü King izleği ortaya konabilir, şimdilik bunlarla yetinelim.

Duma Adası, Kemik Torbası gibi romanlarda King asıl yazmak istediği şeyleri yazmaya başladı bence, hiçbir kaygısı olmadan. Hiç utanmadan, "edebisi daha derin" diyeceğim bu kitaplar için. Öncesinde farklı isimle çıkarttı kitaplarını, işte çerez demeye cüret edeceğim bir iki kitap yazdı, fakat nihayetinde muhteşem karışımının formülünü buldu sanıyorum. Buraya neden geldim, çünkü Kubbenin Altında'yı anlatırken bu çerçeveden yararlanacağım.

Evet, görüldüğü üzere bir kasaba var, çayırlı çimenli. Kuşlar var. Kubbe var bir de. Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz'deki şiirleri yazarken bu kubbeye bakarmış. Bu iğrenç mizahistik gülmeçten sonra okumaya hâlâ devam ediyorsanız süper, bir daha böyle bir şey yapmayacağım. Özür dilerim. Kubbe var. İnsanlar var içeride. Kalmışlar öyle. En ayıca şekliyle bu.

King, kitabın sonuna yazdığı notta uçak ve dağsıçanı fikrinin 1976'da aklına geldiğini, o yıl kitabın 75 sayfasını yazdığını ve teknik ayrıntılar hakkında bilgi sahibi olmadığından işten vazgeçtiğini belirtiyor. 2007'de olaya tekrar başladığında bu iki öğeden; dağsıçanından ve uçaktan yürümüş ve yazmış kitabını. Bu ikisi vurucu şeyler gerçekten. Cep'in başında insanların delirdiği bir bölüm vardır, bildiniz mi, işte o etkileyicilikte bir uçak sahnesi var burada. Ha, en başta kitabın epigrafını vereyim ve insanların hiçbir şeyden kaçamayacaklarını, iyi de olsalar, kötü de olsalar aynı bokun bir parçası olduklarını anlatan dizeleri koyayım:

"Kimi arıyorsun
Adı neydi
Onu muhtemelen
Küçük bir kasabada
Futbol maçında bulabilirsin
Ne demek istediğimi biliyorsun
Hani o küçük kasabalar vardır ya oğlum
Hepimizin aynı takımı desteklediği"

James Mcmurtry

Şarkıyı da vereyim hatta:


Heh. Uçak sahnesi. Şimdi kasabamızın adı Chester's Mill. Oradaki idari yapıda bir kasaba meclisi var ve meclisin de üç adet üyesi var. Kasabanın bütün işleri bu üç meclis üyesinin he demesiyle yapılıyor. Birinci üye Andy Sanders, en yetkin üye. İkincisi Jim Rennie. Bu adam villain. Üçüncü üye Andrea Grinnel. Uçaktan gidelim, bunları açacağım biraz sonra.

Andy, karısı Claudette Sanders'a uçak dersleri aldırtıyor. Kadınla uçağın sahibi eğitmen uçuyorlar, her şey süper. İşte King burada son romanlarında yaptığı gibi anlatıcıyı işin içine sokuyor. Yani anlatıcıya kurgunun ilerleyen zamanlarından ipuçları söyletiyor. Mesela, "Beş dakika sonra kıçlarının patlayacağından haberleri yoktu." Bu tarz işler. Bir bokların döneceğini anlıyoruz haliyle, sahiden de dönüyor. Kubbe beliriyor bir anda ama görmüyor bizimkiler, çünkü tertemiz. Uçak kubbeye bindiriyor, parçalanıyor tabii. Kollar, bacaklar falan saçılıyor etrafa. O sırada aşağıda Barbie adlı kardeşimiz var, kubbenin sınırının tam altında. Eski asker, Irak'ta falan bulunmuş ve ordudan ayrılıp Chester's Mill'e gelmiş, aşçılık yapıyor. Sonra bir gece Jim Rennie'nin oğlu Junior'la ve Junior'ın arkadaşlarıyla dövüşüyorlar, kasabada kalamayacağını düşünüyor Barbie ve ayrılmak için otostop çekiyor. Bir araba duruyor, gidiyor. Barbie arabaya doğru yürüyor. Araba yine duracak gibi oluyor, sonra sahiden gidiyor bu kez. Barbie daha sonra kubbe inmeden birkaç dakika önce o arabaya binebilmiş olsaydı hiçbir felaketin içinde yer almamış olacağını sıklıkla düşünecek. Neyse, bir dağsıçanının fıjt diye ikiye bölündüğünü görüyor. Bön bön bakıyor tabii. Tam o sırada tepesinde uçak patlıyor, parçaları Barbie'nin üstüne yağıyor. Barbie kaçmayı başarıyor o cehennemden. Böyle başlıyor olaylar.

Şimdi kabaca üç bölüme ayırdım ben, öyle anlatacağım. Birinci bölüm; Hani O Küçük Kasabalar Vardır Ya Oğlum. İkinci bölüm; Katakulliler. Üçüncü bölüm; Eşitlik.

Hani O Küçük Kasabalar Vardır Ya Oğlum

Kasabamızın merkezi şu:


























Hemen hemen bütün olaylar şu çerçevenin içinde gerçekleşiyor. Kasaba nüfusu turistler, işçiler gelince binlere çıkıyor, diğer vakitlerde yüzlerle ifade ediliyor. Olayların yaşandığı zaman 800 civarı insan var ama belli başlılarının maceralarını görüyoruz.

İnsanlar hakkında çok küçük bir bilgi: Birinci üye Andy Sanders'ın eczanesi var ve üçüncü üye Andrea'ya ağrı kesici satan tek insan haliyle. Kalçası kırık Andrea için bu haplar şart, lakin bokunu çıkardığı için bağımlı olmuş ve hapları alacağı başka kimse yok. Bu durumda Andy biraz saftirik olduğu için Jim'in sözünden çıkmadığından Andrea da haliyle Jim'in dediklerini yapmak zorunda, hapsız kalır çünkü. Jim her türlü otorite ama geri planda kalıp kendini gizlemesini de biliyor.

Bu noktada King'in elini biraz daha taşın altına soktuğunu görebiliriz; toplumsal eleştiriler diğer kitaplara oranla biraz daha keskin. Polis şef yardımcısı Peter Randolph, kasabadaki iki kiliseden birinin rahibi Lester Coggins, bunlar hep Jim'in kuklası. Eh, polis gücü elinizde, din elinizde, o halde bazı kötü işler yapsanız kolaylıkla hasır altı edebilirsiniz, öyle değil mi? Aynen. Jim, dinine son derece bağlı, oğlunu seven bir baba. Görünürde. Ardında bir güce tapınma yatıyor, bir de ABD'nin en büyük meth üretim tesisi. Haritada kilisenin yanında görülen WCIK Radyo İstasyonu bir üretim tesisi aslında. Burada üretilen uyuşturucudan inanılmaz paralar kazanıyorlar. Neden yaptıklarının sebebi basit, yapabildikleri için. Bu tiranlığın örneği dünyada çoktur; bizim romanlarımızda da çoktur. Din sömürücülerinin olduğu romanlara bakın. Fakat bir de işin öbür tarafı, sağduyulu insanlar var. Polis şefi Howard Perkins mesela, bu meth operasyonunu kimseyi şüphelendirmeden milim milim ilerleyerek araştırırken bok yoluna gidiyor ne yazık ki. İyi tarafta olanların sayısı pek fazla değil her zamanki gibi, kötüler her zaman daha kuvvetli olmuşlardır ki iyilerin kazanmak için bir güçten yararlanmayı hak etmelerinin değeri ortaya çıksın.

Olaylar. Uçak çarptı, dağsıçanı ikiye bölündü, Barbie kaçtı oradan. Hayat bununla sınırlı değil elbette, görünmez kubbeye doğru dışarıdan, içeriden yaklaşan araçlar var. Arabayla hızla yaklaşan bir çift, bağrışıyorlar. Tipik evlilik kavgalarından.

"Wanda aniden 119'a doğru kuzeydoğuyu göstererek, 'O duman nedir?' diye sordu.
Billy, 'Bilmiyorum,' dedi. 'Kaynanam osurmuş olmasın?' Bu fikir hoşuna gitti ve gülmeye başladı." (s. 60)

Pkfm, bunlar olduktan sonra zbam diye görünmez duvara tosladılar. Adam orada öldü, kızın da kolu molu kırıldı. Burada bir saçmalık var gibi geldi; şimdi iki yaşlı hemşire var, arabayla geliyorlar ve kazanın olduğu yerde duruyorlar. Sonra kızı alıyorlar arabaya ve gaza basarak yine kubbeye gömüyorlar arabayı. E lan, zaten demin bir kaza oldu, sen ne diye aynı yönde sürersin ki arabayı? Yani bir bokluk olduğu belli. Belki o panikle düşünemediler ama insan düşünür lan bayram değil seyran değil düz yolda bu insanlar neye çarptılar da araba akordeona döndü diye.

Yetmedi, bir de koca kütüklerle yüklenmiş bir tır bindiriyor engele. Zböm diye koyuyor, kütükler uçup kubbeye çarpıyor, kubbe bana mısın demiyor.

Bütün bunlar olurken kimsenin hiçbir şeyden haberi yok tabii. Bir Barbie biliyor olayları, bir de ölenler biliyor. Barbie kubbenin dışında bir arkadaş buluyor, beraber yürümeye başlıyorlar ama ikisi de bunun bir sonunun olmayacağını düşünmüyorlar. Daha kubbe fikri ortada yok yani. Görünmez bir engel var, o kadar.

Bu sırada Junior, Barbie'yle aralarında sorun çıkartan kızı öldürüyor, uçak kazasında annesinin öldüğünü öğrenen ve teselli için arkadaşına gelen kızı da öldürüyor ve ikisinin arasına oturup uyuyor, zaman geçiriyor falan. Junior deli bir kardeşimiz. Üniversiteden şutlanıp kasabaya dönmüş, babasının yanında takılan bir adam.

Olaylar yavaş yavaş duyuluyor, o da bir uçağın otoyola inip bir tırla çarpıştığı şeklinde. Şef Howard Perkins uçak kazasının olduğu yere gidiyor ve kubbeye yaklaşınca elektromanyetik etki yüzünden kalp pili patlıyor. Kasabanın en sağduyulu adamı daha en başta kaybediliyor böylece, bu da Jim'in işine geliyor.

Democrat diye bir şey var haritada, o bir gazete. Sahibi Julia. Bir de Barbie'nin yemek yaptığı kafe var, sahibi Rose. Üç tane velet var kasabada, biri elektronik aletlerden anlayan dahi çocuk. Phil Bushey diye bir adam daha var, o da meth için lazım olan propan tüplerini koruyor radyo istasyonunda. Kişiler kabaca böyle. Son söylediğim hariç, hepsi bir şekilde Barbie'nin etrafında toplanıyor. Bu ilk bölümde insanları tanıdık, götlüklerini veya iyi taraflarını gördük. Birileri öldü. Falan.

Katakulliler

Eh eğlence başlıyor buradan sonra.

Tabii dışarıdaki dünya da ne olduğunu merak ediyor, ülke ayağa kalkıyor falan. Albay Cox, Barbie'nin yakından tanıdığı üstü Barbie'yle iletişime geçiyor ve pek de bir boka derman olmayan gelişmeleri söylüyor Barbie ve arkadaşlarına. Arkadaşlar o saydığım iyi kişiler.

Bir taş madeni miydi neydi, kilometrelerce derine iniyormuş. Oraya inmişler ve bakmışlar ki kubbe o kadar derine, hatta daha derine iniyor. Bir de yüksekliği var tabii. Kilometrelerce yükseklikte bir kubbe, füze atarak anlıyorlar bunu da. Sonra Cruise sallıyorlar bir tane, güdümlü ve öküz gibi bir füze. Çok umutlular bu füzeden. Füzenin çarpacağı alanı işaretliyorlar, o bölgedeki insanları tahliye ediyorlar ve bom. Bir bok olmuyor. İkinci füzeyi sallıyorlar, yine bir bok olmuyor. Daha sonra deney aşamasında çok kuvvetli bir asit döküyorlar, yine bir bok olmuyor. Tabii dedikodular alıyor başını yürüyor. Yüce Cthulhu, teröristler, her şey sebep olarak geçiyor ama asıl şüphelenilen ordu. Kubbenin içindekiler de ordudan şüpheleniyorlar ama onların bu işle bir bağlantısının olmadığı ortaya çıkıyor. Kubbenin nereden geldiği hakkında hiçbir fikir yok yani. King'in toplumsal kaosun spekülasyon aşamasını işleyişi de başlı başına bir inceleme konusu aslında. Sonraları şiddet olayları da ortaya çıkacak.

Şef öldü, yardımcısı embesil Peter şef oldu. Gidişatı iyi gören Jim, teşkilata gençleri alıyor ve silah veriyor hepsine. Bir baskı gücü oluşturmaya çalışıyor ki o durumda yapılacak en mantıklı iş. Sonra kamu binalarındaki tüpleri alıp hepsini WCIK'in binasına saklıyor. Gücü ve kaynağı elinde bulunduran adam güçlüdür.

Junior ve arkadaşları, Barbara'nın kasabadan gitmediğini görünce takıyorlar tabii adama. Bir market isyanı çıkartılıyor, ölmüş şefin eşini gebertiyor Jim, bir de kendisine bağlı olan rahibi gebertiyor. Junior'ın öldürdüğü kızlar zaten ortada. Bütün bu olaylar Barbie'nin üstüne atılıyor ve Barbie hapsi boyluyor. Sonradan önemli roller alan Rusty Everett, Barbie'nin tarafında yer alıyor, eşi polis Linda da sonradan Barbie'nin tarafına geçiyor. Burası önemli. Kaos yüzünden sağlıklı bilgi kaynağı olmayan halk, istediğine inanıyor. Sadece istediğine değil, çıkar sağladığına aynı zamanda. Yani her zaman doğru olan şey bilinse de yapılmıyor.

Julia'nın gazetesini de yakıyorlar, çünkü Barbie'yi destekliyor Julia. Bu bok da Barbie'nin üstüne atılıyor. Sonra Rusty, Jim'in meth olayını öğreniyor ve bununla Jim'i tehdit ediyor. Tabii herkes gibi o da Jim'i hafife alıyor, çünkü kalbi zayıf, yağ içinde yüzen bir şişko Jim. Lakin ki öyle değildir, Rusty yeni polisler tarafından yakalanıp hapse atılıyor. Barbie'yle beraberler. Bu sırada çocuklar Geiger sayacı kullanarak bir radyasyon kaynağı belirliyorlar. Oraya gidiyorlar, fenalaşıyorlar ve büyüklerine haber veriyorlar. Rusty tek başına gidiyor mapusa düşmeden önce. Bir radyasyon duvarı var, o aşılırsa hiçbir sıkıntı çıkmıyor. Mor ışık çaktıran bir alet görüyor Rusty, dokunuyor ve "deri kafaları" görüyor. Gülüyor bu kafalar. Kubbenin olayı bu. Julia'nın anlattığı bir çocuk-karınca olayı var. Büyüteç tutup hayvan yakmak. Bunu bir metafora dönüştürelim, kubbenin içindeki durum da aynısı. Birkaç çocuğun oyuncağı olduklarını görüyorlar. Bütün kubbe uzaylı çocukların işiymiş anasını satayım.

Bir grup polis, WCIK'in binasına gidiyor propan tüpü almak amacıyla. Orada kafayı yemiş Phil ve intiharın eşiğinden dönüp İsa'yla kendini bulmuş, kafayı yemiş bir Andy var. Çatışma çıkıyor ve sonunda propanlarla binlerce litre yakıtın olduğu bina patlıyor. Eh, kıyamet böyle bir şey.

Eşitlik

Kıyamet kopsa, "Sağ olun, ben almayayım," diyecek halimiz yok, hepimiz boku yiyeceğiz. Herkes eşit olacak yani. İnsanoğlunun yine kendi kokuşmuşluğundan yarattığı statü üstünlüğü, bok üstünlüğü, püsür üstünlüğü sonra erecek.

Bina patladı ya, dev bir mantar bulutunun altında herkes aynı şeyi hissediyor. Üstelik bir de dışarıdakilerle içeridekilerin görüşme günü o gün. Askeriye düzenliyor, herkes kubbenin sınırında. Bulutu uzaktan görüyorlar, şok dalgası bir süre sonra onlara ulaşıyor ve alev dalgalarının ulaşmasına biraz daha var. Herkes panik halinde ama yapılacak bir şey yok. Dalga bütün kubbeyi boydan boya dolaşıyor, yer altına inmeyi başarabilenler kurtuluyor. Bunların içinde Jim ve en yakınındaki adamı var, küçük bir çocuk var, bir de bizim iyiler tayfası var. Çocuk kurtuluyor, Jim ve yardımcısı küçücük bir yere sıkışıyorlar, jeneratörden temiz hava geliyor. Sonra yardımcı, Jim'i öldürmeye çalışıyor ama Jim adamı haklıyor. Sonradan kafayı yiyor tabii, onca felaketten sonra akıl sağlığı da cortluyor ve ölüleri diriymiş gibi görüp boğularak geberiyor. Yaptığı onca piçlikten sonra bizimkilerin eline düşmesini isteyen çok olur, lakin King onu öyle yapmıyor, olabildiğince doğal, kurguya göre olması gerektiği şekilde öldürüyor Jim'i. Bizimkilerden havasızlık yüzünden ölenler oluyor. Geçirgen değildi kubbe ya, o yüzden oksijen yok. Zaten alev dalgaları da azıcık kalan oksijeni yutuyor. Ölmek üzerelerken uzaylı piçlere yalvarmayı düşünüyorlar, gidiyorlar ve Julia yalvarıyor. Ardından kubbe kalkıyor. Tabii Barbie'yle sevişiyorlar arada. Sekssiz King romanı olmaz.

Böyle abi. Doğal doğaüstülük, küçük kasabalarda güç odakları, din sömürgesi, politika, acayip cinayetler, acayip betimlemeler, her şey fazla fazla var.

* Bazı çeviri hataları var, abuk deyim tercihleri var, inanılır gibi değil. Canan Kim çevireymiş keşke. "50 sent" baskılı tişört, "ha Ali Veli, ha Veli Ali" gibi gudik cümleler, ve Allah aşkına, "Foo Dövüşçüleri" nedir lan? Sayın kimmiş, bakayım, sayın Pınar Öcal, şu şarkı size gelsin:


Yanlış yerde kullanılan kelimeler yüzünden değişen cümle anlamları, çatı uyuşmazlıkları gırla. Redaktör yok mu canım kardeşim, ben ucuza bulup aldım da 38 TL bayılan adama hakaret lan bu yaptığın. Biraz özen gösterin, 1000 sayfalık kitabı rahat yediririz ya diye düşünmeyin. Rezillik lan.

* King'in bir diğer olayı da araya öyle şeyler sıkıştırır ki büyülü gerçekçi bir romanda sanır insan kendini. Köpeklerin hayaletleri görebilmesi mesela.

"Horace da bütün köpekler gibi sık sık ölülerin sesini duyar, bazen seslerin sahiplerini de görürdü. Ölüler her yerdeydi ama yaşayanlar günün her dakikası çevrelerini kuşatan on binlerce aromayı duymadıkları gibi onları da görmüyordu." (s. 664)

Şimdi zaten King romanları fantastik kuntastik, evet ama anlatıcının böyle bir hadiseyi gayet doğal bir şekilde verdiğini pek görmeyiz. Kurgunun doğallığını bozar çünkü, yaratılmış, suni bir dünyanın varlığını hatırlatır ve bu da okuyucunun isteyeceği en son şeydir. Kurguya direkt müdahale. Sakıncalıdır, bazen de değildir. Mesela bu romanda anlatıcı diyor ki, "Hadi beraber bir yolculuğa çıkalım ve kasabadakilerin durumlarına bakalım," falan. Böyle bir sürü şey. King'in üslubunun yeni bir öğesi.

Gayet güzel, on numara roman. King ya la işte, istediğin kadar Joyce oku, Faulkner oku, bilmem kimi oku, King denince heyecanlanan bir adamsan elden gel kardeşim. Hadi iyi günler.

5 yorum:

  1. Selamlar, bloguna bayıldım! Müsait bir zamanda bana da beklerim :) Sevgilerimle...
    http://dikkatspoilericerir.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  2. Meraba, diziyi izlemeye başladım ama dizi bitmeden kitabı bitirmek istiyorum. Kitapçıda fiyatı görünce vazgeçeyazdım. Mümkünse okuyup iade etmek üzere kitabınıza talibim.
    degistokusyapalim.blogspot.com

    YanıtlaSil
  3. Onlardan başka kitap varsa okumalık takas yapalım tabii.

    YanıtlaSil
  4. kitaptaki asıl sorun kubbe neden var niye varı tam verememesi; biraz günahlarınızın bedelini ödüyorsunuza bağlamışlar ama ben kingden daha kubbe temelli bir kitap beklerdim; pek kubbenin romana katkısı yok gibi. Başka bir hikaye anlatılma çabası var, ha bu arada kubbe de var ha. Yani kubbe ve kubbe alakalı olaylar silsilesi yok. Bana göre(birçok kitabını okumuş biri olarak) King romanları için de sıkıldığım tek romandı bu, 22.11.1963 daha akıcıydı mesela. Bu benim görüşüm(ben millenyum üçlemesinin ilk kitabını da zor bitirmiştim, sanırım bana çok hitap etmedi)

    YanıtlaSil
  5. Toplumsal bir proje gibi, evet. Böyle bir durum olsa insanlar ne yapar, ne eder temalı bir roman. Kubbe mevzusu çok uçuk olduğu için King ne yaparsa yapsın tam bağlanamazdı bence, bir Saramago kurgusu beklemediğim için tatmin etti beni ama eleştirilerinize katılıyorum.

    YanıtlaSil