17 Ocak 2016 Pazar

Emile Ajar - Onca Yoksulluk Varken

Kaç çocuk varsa işte; Pıtırcık'ın ele avuca sığmazlığı, Holden'ın büyümüş de küçülmüşlüğü, Zezé'nin umutla karışık hayal kırıklıkları falan, hepsini Momo'da bulursunuz. Büyüklerin yanında erken büyüyerek çocuk ruhuna nanik yapıyor, onun adı Momo, o bir orospu çocuğu -Vivet Kanetti'nin çevirisine can kurban- ve annesinin yerleştirdiği bir yurtta, torbacıların ve her türlü dalaverecilerin arasında büyüyor. İşin bu boyutunda belki rezil bir ortam da vardır ama anlatıcı çocuğumuzun kozmosunda bir türlü büyüyememenin sancısı var, bir de bolca yaşam bilgeliği falan.

"Bilgisizliğim üç ya da dört yaşımda son buldu, bazen bunun özlemini duyarım." (s. 7)

Romain Gary, Emile Ajar olarak yazıyor. Kendinden bıkmış biraz, o yüzden. Sonra ödül falan alınca mevzu ortaya çıkıyor, tartışmalar gırla gidiyor. Böyle acayip işler.

Momo'nun etrafında Paris'in ara sokakları cirit atıyor. Mösyö Hamil'in yaşlılık günlerini neşelendiren bir çocuk bizimki. Madam Rosa'nın solmuş güzelliği ve geçmişe özlemi de Momo'dan geçiyor. Aslında herkes Momo'da sahip olamadığı bir parçasını buluyor. Mutlu bir çocukluk, annelik, geleceğe umutla bakmak gibi. Çocuk da pek ince, pek özel. Yaşlı bir adamın ismini tekrar tekrar söylüyor ki adam isminin söylendiğini, ölümünün yaklaşmasına rağmen hatırlandığını bilsin. Babası geldiğinde kimliğini gizleyip Madam Rosa'nın yanında kalıyor, kadının yalnızlığı küçücük bir çocuk için dünyadaki en ağır yük. Bir de karşısında ağlayan biri varsa çişi geliyor veledin, öyle de çocuk. Çocuk da değil, erkenden büyümeye zorlanmış bir adam bu Momo. Komik, ironik. Fransa'nın sömürgelerinden gelen insanların dramı da dönüyor etrafında, yaşamın küçücük anlarına sıkışmış mutluluklar da. Çok karanlık bir roman bu; ırkçılığın, ayrımcılığın en berrak halini bir çocuğun aklından okursunuz. Bir o kadar da aydınlık; hâlâ umudun olduğunu, insanoğlunun tüm kartlarını oynamadığını söylüyor.

Agora basmaya başlamış diğer kitapları, bir bakmak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder