30 Temmuz 2016 Cumartesi

Hüseyin Peker - Eli Torbalı Adam

Peker'in bu adamı, çevresindekilerin de el atmasıyla varlığı gereksizleştirilmiş insanlardan biri. Çocuklar için babalık vazifesinden muafiyet alan sıfır bir eş. İmgenin çatkısıyla kurulu dünyasında toplumsal kimliklerinden tasfiye edilen, bunu da Süreya'nın dünyayı şiir gibi gören gözlerinin ödüncüyle anlatan emekli Naci Sevgen, torbasında Yıldırım Keskin'in Yoldan Geçen Adam'ının tekilliğini taşıyor. İki karakter de bir parça gizem taşır, yoldan geçeninin ağzından tek bir kelime bile alamayız ama eğer konuşsaydı Naci Bey'e olan benzerliğini görebilirdik sanıyorum.

Tezli bir roman; önsözde yazarın kadınlar, erkekler ve çöküşten başka incelenecek bir şey kalmadığını ve Eli Torbalı Adam'ın çöküşü ele aldığını söylemesi okura bir okuma rehberi sunuyor. Bu güzel bir şey, eğer rehbere ihtiyacınız varsa. Bir diğer mevzu, Peker çoğu romanı ve yazarı gözden geçirdiğini, büyük olaylardan ve sürprizlerden başka bir şeye pek rastlamadığını, büyük duranın, doğal akanın ta kendisi olduğunu söylüyor. Katılıp katılmamak okurun elinde, benim için o büyük olaylar kadar büyük sözler bunlar. "Sanat yapıtının o yapmacık, hep olağan üstü olma edasından sıyrıldım bir türlü." (s. 8) Yapıtı nasıl ele aldığınızla alakalı bir olay bu; büyük bir sanat olayıyla karşılaşmayı umuyorsanız veya öyle bir iddiası varsa yapıtın/sanatçının, aşırı yorumlama ve ön kabullere açık hale gelirsiniz. Oysa sanata bir ağaca, denize, insana yaklaşırmış gibi yaklaşmak lazım, sanatın nefes almaktan farklı bir şey olduğunu söylerseniz size inanmam. Peker'e de inanmamayı seçiyorum ve burayı dağıtıyorum. Son olarak, Peker bunları Fante ve muadillerini okuduktan sonra yazdıysa büyük ayıp etmiş demektir.

Naci Bey, gerek kışkışlanmasının, gerek bir işe yaramayı özlemesinin etkisiyle eline torbasını alır, sokaklarda teneke kutuların peşine düşer. Çocuklar bu yaşlı adamdan kaçar, otobüs durağındakiler etraftaki hedefleri belirler ve adamı oradan oraya sürüklemenin mutluluğuyla güne başlarlar. Beyefendinin çocukları git demez, demeye getirir. Etrafındakiler bir iş tutmasının iyi olacağını söylemez, düşündürür. İpi herkesin elinde bir adam, herkes de kendi elinde oysa. Anne hastalandığında babalarının şefkatini anımsamaya çalışan çocuklar, hayatları yolunda gitmeyince bildikleri insanlara sığınmaya çalışırlar. Naci Bey bunlardan biri, ne ki tasfiye edildiğini söylemiştim. Çok uzaklardan, o iyi tanıdığı adamı geri çağıramaz. Anılarındaki, kişiliğindeki her bir boşluk sıkıntıyla dolmuştur. "Her gün üzülürüz biz insanlar. Üzülmeyi severiz. Günün yarısını üzülmeye ayırırız. En ünlü komedyenler bile sıkılıp durmadan edemezler. Sıkıntı günün hasatıdır." (s. 22) Birkaç gediğini sokakta tanıştığı insanlarla doldurmaya çalışır, torbasının dolmasıyla benzer bir ferahlığın peşindedir. Herkesten öte bir yerleri taramak, kendi başına çalışmak, bilinmeyenin doğurduğu merakı gidermek...

Evdeki soğukluk, bir zamanlar tanıdığı yabancıların sıkıntısı ve alışkanlıkların tozu duman boğuntusu yetirir, İstanbul'a gittiğini bildiren bir mektup bırakır ve tamamen sokaklara ait olmak ister. Huzursuz bir ruhun çıkmazlarını yaşayıp geri döner, işe girer ve yazdıklarını yayımlatabileceği bağlantılar kurar. Bir şeyler yaratmanın yeniliğini arar kısaca; yeni bağlantılar renk çeşitliliği yaratabilir. Dener, ötesine ben karışmıyorum. Okuyun.

Sonda romandan koparılmış iki öykü var, beyefendinin sıkıntılarına iki güzel örnektir.

Peker'in romanı Vüs'at O. Bener'inkilerle benzer karalıktadır. İlkinin siyah tonlarının çeşitliliği fark yaratır, bu romanın okunmasında fayda vardır. Sıkılan bir siz değilsiniz, onu görmüş olursunuz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder