2 Temmuz 2016 Cumartesi

Salim Şengil - Anılarda Kalan Portreler

Salim Şengil, çoklukla Ankara Çetesi'nin hadiselerini aktarsa da İstanbul ayağı da kuvvetli. 1930'lu yıllardan itibaren sanatçı tayfasının içinde bulunmuş, CHP'nin açtığı öykü yarışmasını kulis yaparak da olsa kazanarak öykücülüğünü taçlandırmış bir değişik abimiz. Anılarını anlatmadan önce özellikle uyarıyor ki hatırladıkları oldukça doğrudur, değişme ihtimali yüksek anılara pek yer vermemiştir. Belgelere dayanarak konuşmuş yani, ihtilallerin ardından baskınlarda götürülen mektuplar ve kitaplardan geriye kalanları değerlendirmiş. İlginç hikâyeler var, sanatçı tayfası çok garip ve politikacılar oldukça kaypak.

Edebiyat çetelerinden pek hoşlanmıyorum, belki sekseninci kez söylüyorum ve mevzunun oldukça eskilere dayandığını görmek hoş olmadı. İlk hikâyede Salim Şengil'in küçük çaplı kulis çalışmaları görülüyor. Sabahattin Ali, Şengil'in hikâyesini beğeniyor. Sadri Ertem de beğeniyor ve CHP'nin yarışmasında jüri olarak yer alıyor. Süper. Bizimkinin öyküsü birinci oluyor, sonra aşırı sosyalist bir öykü olduğu konusunda eleştiriler ortaya çıkıyor. Ertem, Falih Rıfkı ve Reşat Nuri'nin oluşturduğu komisyondan çıkan yorum gerçekten hoş, belki de anının tek hoş yanı.

"...Bu öyküde sosyalizm doktrinine ve propagandasına rastlanmadı. Yirminci yüzyılın bütün sanatlarına yansıyan realizm denilen ekolün türünden olup Ulus Meydanı'ndan herhangi bir yöne doğru gidilirse bu hikâyede anlatılan olayın bir başka türlüsünü görmek mümkündür." (s. 16)

O zamanlar -gerçi şimdi de- öcü gibi korkuyorlar sosyalizmden, komünizmden, birçok şeyden. Oysa bunlar adam yemez, korkulacak bir şey yok. Gerçi ABD de onca sanatçısının başını yemedi mi bu aptallıktan?

Orhan Veli ve Nurullah Ataç'la olan anı da süper. Şengil, devlet desteğiyle kurulmuş bir pavyonun müdürü oluyor ve bol tekme tokatlı günler başlıyor. Parası çıkışmayanı, sıkıntı çıkaranı dövüyorlar, bilmem ne. Pavyon olduğundan kadınlar, konsomatrisler, ilginç olaylar. Neyse, bu iki sanatçımız mekanda içiyor ve paraları çıkışmıyor. İkisi de birbirinde para olduğunu düşünmüş falan. Ulan bunlar bizi döverler falan derken Şengil yanlarına geliyor, yahu hah hah, sonra ödersiniz diye yolluyor bunları.

Ahmet Muhip Dıranas efendi adammış, sakin sakin içermiş, masaya kadın çağırırmış, etkileyici bir ses tonu varmış. Şairliği iyi, kişiliği de iyi. Ne güzel.

Cahit Sıtkı'yı tedavi olmak üzere İsviçre'ye giderken uğurlayanlardan biri de Şengil. Bir dahaki sefer ancak tabutunu görebiliyor, çok üzücü. Cahit Sıtkı ince yapılı, orta boylu bir adam. İçtiği belli başlı yerler var, demlenirken yazarmış şiirlerini. Geç vakte kadar kaldıkları bir gün siyasi meseleler konuşulurken lokantada boş yer kalmamış, sivil polis sarmış dört bir yanı ve lokantacı olan dostları gitmelerini istemiş. Polisleri katakulliye getirerek sıyrılmışlar. Çakırkeyif eve dönerlerken Şengil bırakırmış evine Cahit Sıtkı'yı, sultanlığının son aylarında. Sonra şairimiz evlenmiş, keyif ortamlarından uzak kalmış ve alışkanlıkları zorla değiştirilmiş, öyle ima ediyor Şengil. Cahit Sıtkı'yı çok iyi anladım, bir yerden çekilince başka bir yerden itmek gerekiyor. Adam da sabahları işe gidiyorum diye çıkıp iki tek atmadan yapamazmış. Ah be abi.

Sait Faik. "Sürekli parasızlık Sait'in kaderi değil, yaşamının biçimiydi." (s. 49) Dergi savaşları eğlenceli, Şengil'in çıkardığı dergi, öykü başına verdiği ücreti artırdıkça Varlık da artırıyor, Sait Faik'in işine geliyor bu ama ne kadar verseler azmış şimdi bakınca. Sonra Şengil mevzuyu bitiriyor, başka bir dergiye öykü yollamaması şartıyla Sait Faik'e oldukça yüksek bir meblağ öneriyor ama yazar o sırada vefat ediyor. Bir ilginç olay: Şengil'le Attila İlhan, Sait Faik'le yedikleri bir yemekte ünlü yazarın son sözlerinin onun vasiyeti olduğunu düşünüyorlar. İlhan, vasiyetin yazarın annesine söylenmesi gerektiğini düşünüyor ama Şengil bunu engelliyor, sebebini de söylemiyor. Açıklamaktan çekinirmiş. Olay neydi acaba?

Memduh Şevket Esendal'la ilgili karakteristik bilgilerin dışında bir iki olay ilgi çekici. Adını kullanarak 2000 Lira borç alan bir tanıdığının yediği haltı kendi üstleniyor ve o borcu çatır çatır ödüyor. Bir de Erdal Öz, Can Yayınları'nı kurduktan sonra Şengil'in MŞE kitaplarını basma önerisini geri çevirmek zorunda kalmış, yeterli sermaye yokmuş o zamanlar. Sonrasında Bilgi bastı zaten.

İlhan Berk'in şiir aşırma hadiselerine çok yerde rastladım ama hesabı ödemeyip hacamat edildiğini ilk kez duydum. Muhabbet etmek için millete içki ısmarlar gibi yapıp arazi olmuş, ertesi gün bunu yere yatırıp zorla o parayı almışlar. Vay ya. Ha, bunu yapan adam da Can Yücel. Ev kirasıymış o para da, Can Yücel hiç sallamamış, almış parayı.

Hasan Hüseyin'in bir konuda çark etmesi Şengil'i kırmış ama asıl facia Yılmaz Güney. Yani yazılanlar harfi harfine doğruysa bu Yılmaz Güney ne pis adammış arkadaş, çok kalp kırmış. Kalp kırmak ne kelime, milleti iflas ettirmiş resmen, umutlarla oynamış. Sözünün eri değilmiş hiç, en azından anlatılan hususta.

Politik anılara girmiyorum, memleketin çığırından çıktığı bu günlerde pek hafif kalır.

Güzel, sevdiğiniz adamları daha çok veya daha az sevmek için okuyun bence.

1 yorum:

  1. Merhabalar blogunuzu yeni keşfettim gerçekten mükemmel anlatıyorusnuz,Teşekkürler

    YanıtlaSil