24 Haziran 2017 Cumartesi

Berk Kuruçay - Geriye Kalan: Bir Chris Cornell Retrospektifi

Hazırlıkta işin bir kısmını çözdük, kasetleri takıp dinlerken sınıftakilerin kafası az şişmedi. Armored Saint'ten Iron Maiden'a neler neler, bir de yarım yamalak gitaristliğimizle şarkıları utanmadan çalmaya çalıştık. O ara diş teli çok pahalı gelince annemi elektro gitar almaya ikna ettim. Dişlerim yamuk kalabilirdi ama jın jınsız olmazdı, klasik gitarla bir yere kadar.

Lise 1'de etrafımızda olan biten daha bir anlam kazandı, üzerine aşık da oldum, ziyade olsun. Ufukta Grunge belirmişti, sarıldık. Gerisi Seattle tayfası. Muhteşem dörtlü bizi fena sarstı, Kazaa'dan klip inecek diye günlerce heyecan içinde beklediğimi bilirim. O zamanlar gözümde canlandı kitabı görünce.

Berk Kuruçay genç bir arkadaş, muhteşem bir araştırmacılık örneği göstermese de derli toplu sayılabilecek, içi dolu turşucuk bir başvuru kitabı koymuş ortaya. Bu açıdan iyi ama araştırmacılıktan çok hayranlığın dili var, kitaptaki bilgilere de azıcık uğraşla internetten ulaşabilirsiniz. Kitabı biraz kurcalasaydım edinmezdim açıkçası, normalde bodoslamadan kitap almam ama oldu bir kere. Haydarpaşa'daki fuarın ortamı beni küçük, sevimli bir canavara dönüştürdü.

Cornell'in intihar ettiği geceyle başlıyoruz, In My Time of Dying hadisesi, eşi ve arkadaşıyla konuşmaları... Zihinsel olarak hazırlık yapmış Cornell, aldığı ilaçların etkisiyle olduğu söyleniyor ama kim bilir? Sebepsiz yere ölmek için çok genç olduğu söylense de gençliğin kimde olduğunu söylemek zor. "İntihar etmek için çok genç olmak" diye bir şey yok, diğer yandan milyonlarca sebep var intihar etmek için, bazılarının veya birinin sıkı bir baskısı yeterli. İntihar edenin arkada bıraktığı insanları düşünecek durumda olmadığı görmezden geliniyor, sanki herkesi arkasında bırakıp uzaklara gitmiş ama varlığını sürdürüyormuş gibi. O noktada insanların bir önemi kalmıyor zaten, herkes Caraco gibi ince olmak zorunda değil ki anneyle baba öldükten sonra intihar edilsin. Sonrasındaki suçlamalar saçma bu yüzden, istendiği gibi yaşamak -veya ölmek- için kimse çocuklarını, eşini düşünmek zorunda değil, bu özgürlük ağırdır ve ağırlığı ölçüsünde özgürlüktür zaten. Cornell'in yaşamına ve ölümüne saygıyla yaklaşıyorum, insan olmak zordur çünkü.

1960'lardan itibaren Grunge'a kadar müzikal anlamda neler olup bittiği güzelce ele alınmış, bir de Seattle ve ahalisi anlatılmış, o da güzel. Annesiyle babası boşanmış çocuklar ellerine gitar alıp üretmeye başlıyor, uyuşturucuya bulaşıyor ve yağmurun eksik olmadığı bir şehrin sokaklarını adımlıyor, bir de işçi sınıfının onurlu ve zor hayatını sıkıştırıyorum araya, temeller beliriyor. Cobain, Vedder, Cornell ve canım Staley'nin ortamı aşağı yukarı bu. Cobain: Montage of Heck'i izlerseniz fikir sahibi olursunuz, süper bir belgesel o. Neyse, ardından Temple of the Dog ve diğer üç kahramanın grupları geliyor, aralarındaki arkadaşlığı görüyoruz falan. Mesela şu ne güzel:


Sonda Chris Cornell'in bir röportajı var. Soundgarden, Seattle, Temple of the Dog ve Seattle Sound'la alakalı mevzulara kısaca bir değiniyor Cornell. Şehrin diğer kötü çocuklarını sevdiğini ve üretilen müziklerin birbirine pek benzememesinden duyduğu mutluluğu anlatıyor. Kendilerine özgüler, hiçbir şekilde değişmek istemiyorlar ve orijinal kalarak farklı işler ortaya koyuyorlar. Muhteşem bir durum bu; birbirine benzemek isteyen kimse yok, benzer kaynaklar var ve bu kaynaklardan doğdukları için birbirlerinden hem çok farklılar hem de farklı değiller. Ne güzel yapmışsınız ulan!

Böyle. Cornell'e saygı, sevgi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder