24 Haziran 2017 Cumartesi

Max Porter - Tüylü Bir Şeydir Şu Yas

Depresyona kapı aralayan bir yasın iki yönlü etkisinden biri, çok iyi bir yas tutucu olarak söyleyebilirim ki dönüşebileceğim ve olduğum her beni aynı ana tıkması. Sanki tek bir yas varmış da yaşamıma yayılmış oncasını birleştiriyormuş gibi, oradayız, sayısız parça -travma, nevroz, melankoli, ne varsa- halinde yere dökülebiliriz ve toparlanmak yerine öylece kalmak daha az çaba gerektirir. İkinci etki, parçaların birbirine dönüşebilmesi. Kolektif bir yasta daha belirgindir bu. Kimlikler değişir, zamanlar içindeki benler onlarca role bürünür; baba ben/çocuk ben/eş ben ve diğerleri. İçsel bir bölünme bu, bir de kişiler arasında yaşananı mevcuttur, ilişkileri yeniden yapılandırır. Çocuğun kendi anne veya babası olması mümkündür. Kaybettiklerimizin ardından kim olduğumuzu tekrar ve tekrar buluruz, belki de bulamayız ve ben bambaşka birine çıkar. Yıkıcı, buruk.

Zezé'nin arkadaşlarını, özellikle kurbağasını hatırlıyorum. Mekan değişimi sonucunda ortaya çıkıyordu ama asıl olay bir şeyleri geride bırakmaya yardımcı olmaktı, aynı şekilde geleceğin getireceklerine karşı da. Çocuk büyüyünce, kişiliği geliştikçe arka planda kalıyor ve ortadan kayboluyordu. Bir aşama olarak erginlik, zorlu bir yolun sonunda. Yas süreç olarak buna benziyor biraz, hatta bizim Karga da.

Anne düşüyor, başını vuruyor ve ölüyor. Baba iki çocuğuyla kalıyor, bir de karga ekleniyor aralarına. Çat kapı. Kurbağayla aynı muhabbet; kendisine ihtiyaç duyulmayana kadar orada duracak. Baba zannediyorum edebiyat araştırmacısı, Ted Hughes'un şiirleri hakkında Karga adlı bir araştırma üzerinde çalışıyor. Kuzgun da olabilir, bilemedim şimdi. Bu araştırma bitene kadar Karga orada. Kargayla birlikte temsil ettiği, çağrıştırdığı, imlediği her şey de orada. Mitik anlatılar, duygular, takıldığı bir iki şairden birinin melankolik şiiri de dahil. Yüzleştirecek, koruyacak, acı verecek ve mutlu edecek, annenin ölümüyle kopup giden yaşam geri gelene ya da doldurulana kadar bir replika olarak ailenin yanında kalacak. Karga yaşamın bir metaforu, ölümün de. Her şeyin.

Anlatı parçalara ayrılmış durumda, anlatıcı Karga, Baba ve Çocuklar arasında gidip geliyor. Karga'nın monologları başlarda son derece dağınık, çağlayan bir bilincin ürünü ama sonradan bunun bilinçli bir tercih olduğunu görüyoruz, Baba'nın yaşama uyum sağlama aşamasında ihtiyaç duyduğu biçem bu.

Her bir anlatıcı bir diğerini kendine veya diğer anlatıcının rolüne bürüyor. "Annesiz çocuklar saf kargadır." (s. 25) Karga'nın dediği. Çocuklar Anne'nin rolünü sürdürüyorlar. Büyük harfle Anne, kendisi anlatıcı olarak orada değilse de yokluğu bütün anlatıcıları bir araya getirdiği için orada aslında. Neyse, Baba'nın ironiye, Anne'ye ihtiyacı var ve Çocuklar'ın Anne olmaktan başka çıkar yolları yok. Baba için, kendileri için en iyisi bu. Herkes herkesin yerine geçebilir, geçiyor da ama kalıcı olarak değil, ödünleme sonucu belli bir oranda iyileşme sağlanana kadar. Kendi içlerindeki değişim de sürüyor bir yandan. "Karga'nın doğal benliği ile medeni benliğinin, leşçil ile filozofun, tam varlığın tanrıçası ile kara lekenin arasında, Karga ile kuşluğu arasında büyüleyici, devamlı bir yer değiştirme var. Bu bana yas tutma ile yaşamanın, o zaman ile şimdinin arasındaki yer değiştirmenin aynısı gibi geliyor. Ondan çok şey öğrenebilirim." (s. 31) On dört aylık bir sürecin üçe ayrıldığı bölümlerin ikincisi bu değişimlerin yol açtığı biçimde yasa alışma süreciyle geçiyor. Karga'nın gördüğü kabuslar başarısızlığı çağrıştırıyor, Baba'nın özlemi süreğen acının hiç dinmeyeceği duygusunu uyandırıyor, sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi. Depresyon işte; yeni bir şey olamaz, her şey Kristeva'nın Kara Güneş'inin altında yitmiştir, akmayan bir zamana hapsolan kişi için yaşam o andan, o yoksunluktan ibarettir.

Ayrıntılara daha fazla girmeden bitireceğim. Yas görmezden gelinmez, benimsenir ve varlığı sözlü bir anlaşma olarak kanıksanır. "Üstümüze atılmış acıyı kimse ne yavaşlatsın ne hızlandırsın ne de düzeltsin." (s. 107) Baba'nın hayatına giren kadınlar kalıcı değil iyileştiricidirler, anıların yas zincirinden kurtulup birer birer ortaya çıkmaları da öyle. Birinde Baba'nın on sekiz yaşındaki haliyle karşılaşırız, Ted Hughes'un konuşmacı olduğu bir oturuma katılan genç hayran. Hughes hakkında bir yorum yapar, konuyu dağıtır, uyarılır ve gözleri dolu dolu olarak salondan çıkmaya yeltenir. O sırada Ted Hughes'un elini omzunda hisseder, adam, "Evet," deyip uzaklaşır. Bu iyi bir şey, şair hakkındaki araştırmanın bitmesi de öyle. Karga ayrılma iznini alır, Anne de. Küllerinin savrulmasıyla birlikte yas yaşama eklemlenmiş olur. Kabullenilmiş yas yaşamın önünde bir engel değildir artık, bir nirengi noktasıdır, her şeyi bir arada tutan taşlardan biridir.

Oyunculluğuyla, metaforlarıyla muhteşem bir kitap, Monokl yine yapmış yapacağını ama gömülecek bir iki nokta var, söylemeden edemem. Ambalajdan bahsedeyim biraz, mesela bu kapak niye böyle? Tamam, risk alıyorsunuz ve bir ilk kitap basıyorsunuz ama kapağı mahvetmenin lüzumu yok ki. Knausgaard hesabı, övgüler için ayrı sayfalar olabilirdi veya arka kapak kullanılabilirdi. Şu hali güzel değil.

Birkaç yazım hatası var, o kadar olur ama bence "Foo Dövüşçüleri" ayarında bir ayıp var, o olmamış. "Birçok insan, aslında Shakespeare'e, İbn Arabî'ye, Şostakoviç'e, Howlin'e Wolf'a ihtiyacım varken, 'Zamana ihtiyacın var,' dedi." (s. 48)

Howlin'e Wolf'a? Howlin' Wolf o, alemin en kral blues müzisyenlerinden. Bir şarkısını koyuyorum.

1 yorum:

  1. Yazınız üzerine okuduğum bir yapımdı.O kadar derindi ki...İnsan çocukken acısında da bencil oluyor,ta ki aşık olana kadar.Belki anneyle birlikte büyük bir parçası da gidiyor çocuğun ama baba o sırada tüm hayatını kaybetmiş oluyor.Hayatıma çok yerinde bir bakış açısı kazandıran bir yapım oldu.iyi ki okumuş,iyi ki tanıtmışsınız.Son olarak kapak tasarımı kesinlikle rezalet.

    YanıtlaSil