7 Temmuz 2018 Cumartesi

Kurt Vonnegut - Gece Ana

"Neymişiz gibi davranıyorsak oyuz; dolayısıyla büründüğümüz role dikkat etmeliyiz." (s. 7)

Hawthorne'un da buna benzer bir sözü vardı, takılan maskelerin yüzü unutturmasıyla ilgili. Mekânlar, insanlar değiştikçe roller de değişiyor. Kimseyle ilkinde olduğumuz kişi gibi tanışamıyoruz, herkeste kişiliğimizin bir başka parçası olarak var olduğumuzu ilk düşündüğümde aklımı kaçıracak gibi olmuştum, çok fazla insan, çok fazla görev, sorumluluk, mekân demek farklı kimlikler demekti. İnsan nasıl bir kişi olarak kalabilirdi? Kalamazdı, kalamamasının keyifli bir yönü yok değil ama bu durumda birçok parçayı bir arada tutmaya çalışmak yorucu oluyor. Birçok insanla birçok ilişki, görünenin ardındakine bir kat daha uzaklaştırıyor. Bu yüzden az insan az bölünme demek, zaten bir insanın sağlıklı arkadaşlıklar kurabilmesi için belirli bir kişi sınırı varmış, ünlü bir düşünür söylüyordu, Bauman olabilir. O sınır aşılmazsa kendimizden uzağa düşmüyoruz, bu iyi. İnsanlarda durum böyle, sorumluluklarda veya yapılması gereken işlerde? Vonnegut'un bu metninde tek bir kırılmanın yol açtığı kaotik silsileyi, zincirleme reaksiyonun yarattığı karmaşayı görebiliyoruz.

Dresden'i anlatarak başlıyor Vonnegut, Avrupa tarihinin en büyük katliamı sırasında yukarıda fırtınalar koparken sığındığı mezbahanın tavanından dökülen sıvaları, sonrasında sığınaklardan çıkarılan cesetleri. Ne kadar büyük bir travma olduğunu kendisi söylemez, hatta kendine has üslubuyla şöyle bir anlatır, kestirip atar. Oysa pek çok metninde bu katliamın yansımalarını görürüz. Ressam bir karakterine kendi gördüğü manzarayı çizdirir Vonnegut; genişçe bir alanda insanlık panayırı. Kül olmuş insanlar, eşyalarını sırtlarında taşıyıp kaçmaya çalışanlar, aklını kaçıranlar, hepsi resmin bir yerinde yer alır. Yıkmak için elinden geleni yapan insandan ümidini kesmese de insanın ne olduğunu bilir Vonnegut, o yüzden kendine karşı da dürüsttür, Almanya'da doğsaydı katliamın bir parçası olabileceğini ve içindeki gizli erdemlerle avunabileceğini söyler. Howard W. Campbell, Jr.'ı bu fikirden doğurmuştur bence; ABD doğumlu ve çocukluğunda ailesiyle birlikte Almanya'ya taşınmış bir karakterin neler yapacağı, ne kadar ileri gidebileceği aklını kurcalamıştır, hatta adamı anlatıcı yapmıştır, bolca casusluk hikâyesini birbirine bağlamıştır ve karakterinin yaptıklarının karşılığını vicdanın yeterince çürümesinden sonra başkasının vereceği cezayla görmek istemiştir. Bolca Vonnegut komedisi, şahane diyaloglar derken elde mis gibi bir metin. Vonnegut da bitiyor yavaştan, başka yazarlar bulmalıyım.

Vonnegut bir de editörün notunu düşüyor, anlatının bir parçası. Campbell'ın itiraflarını hazırlarken itirafçının isteğiyle sansürlediği yerler, değiştirdiği isimler hakkında bilgi veriyor. "Gece Ana" adının Faust'tan geldiğini öğreniyoruz, karanlıktan ve ışıktan bir parça taşıyan Mefisto'nun konuşmasında geçiyor. Campbell'ı yansıtan bir izlek; adamımız da gerek Nazi propagandası yaparken, gerek propaganda metinlerinin içine gizlenen şifrelerle ABD için gizli gizli casusluk yaparken karanlıkla aydınlık arasında gidip geliyor ama bir noktada ikisi de birbirine karışıyor, insanın yıkıcılığının irdelendiği bölümlerde ideolojilerin -insanların demek daha doğru- bir diğerini yok edebilmek için ateş fırtınalarına ve ciğer parçalayan gazlara başvurma eşiğini belirlemeye çalışıyor Vonnegut. Birinin diğerinden daha önce davranmış olması, ortaya çıkardığı yıkım açısından karşı tarafı haklı kılmıyor. Bunu Dresden'in sokaklarında, açık havada oksijensizlikten ölen, toplama kamplarında katledilen, hapsolduğu gemilerle birlikte denizin dibine gönderilen, anında küle dönüşen insanlara sormaya lüzum yok, bu böyledir. Vonnegut da işin bu  boyutu üzerinde pek durmuyor, gerçekten de çözülecek bir problem değil. Sorgulanabilir, daha iyi. Radikal eylemlerin, uç öğelerin mantıktan uzak davranışları başka karakterlerin düşüncelerinde karşımıza çıkıyor, fanatiklerin bitmeyen öfkesine bakıldığında şiddetin hiçbir zaman dinmeyeceği ortada ama mesele bu da değil, birey olarak insanın bu karmaşanın içinde var olmaya çabalaması. Campbell hâlâ çabalıyor, Eski Kudüs'te parmaklıklar ardında hakkında verilecek hükmü beklerken.

Altı saatlik vardiyalar dört nöbetçiye dağıtılmış durumda, bu da Yahudilerin kendisine bakış açılarını çeşitliyor. Arnold amatör bir arkeolog, İsrail doğumlu ve yurt dışına hiç çıkmamış. Ailesi 1930'larda Almanya'dan göçmüş, tam zamanında. Arnold Goebbels'i tanımıyor ama Asur krallarının yol açtığı yıkımları biliyor. Eh, binlerce yıldır değişen pek bir şey yok. Arnold'dan sonra Andor geliyor, daha yaşlı ve bön bir adam. Toplama kamplarından son anda kurtulmuş. Orada tutuklulardan seçilen kolluk kuvvetlerinin varlığını sorguluyorlar, pek çok mahkum bu göreve gönüllü olarak yazılıyormuş. Bir örneğini The Pianist'te görmüştük. Andor'a göre mahkumların neden gönüllü olduklarını anlatabilen bir kitap muhteşem olurmuş ama bu soruya verilecek cevaplar az çok belli; daha geç boğulmak, daha uzun yaşamak, buna benzer şeyler. Mahkumlara dinletilen korkunç şarkıyı daha uzun süre dinlemek işin pis yanı ama insan katlanıyor, değil mi? Bu şarkıyı en sonda, Campbell'ı tutuklatan kadının ağzından çıkan mırıltılar olarak duyuyoruz, ABD'de. Acı dünyanın her yerine yayılmış durumda. Andor'dan sonra Arpad. Macar SS'inde çalışan bir köstebek. Birliğinin görevi, Yahudilere bilgi uçuranları bulmak. Arpad iyi bir köstebek, on dört Nazinin öldürülmesine yol açıyor, hatta Eichmann birliği doğrudan kutlamış bu sebeple. Bundan iyi bir kara mizah düşünemiyorum. Arpad'dan sonra Mengel. Altın dişlerini söken Nazi karşısında ölü taklidini o kadar iyi yapmış ki yaşıyor işte, üst düzey bir savaş suçlusunu asarken ve bavulunun deri kayışlarını gererken aynı duygular belirmiş. Hiçlik.

Dört adam üzerinden Yahudi cephesine bir göz atma şansımız olur, bir yandan yaşamın devam ettiğini görürüz, genç neslin geçmişle pek bir ilgisi yoktur, yüzü geleceğe dönüktür. Yaşlılar hatırlar, dehşetle baş edebilme konusunda her birinin ayrı bir uğraşı vardır. Kimi unutmaya çalışır, kimi öfkesini başka bir şeye yansıtır. Campbell'a kötü davranmazlar, anlamaya çalıştıkları için sohbet ederler. Bu itirafnamenin de Campbell'ın kendi kendiyle sohbeti denebilir, o da kendini anlamaya çalışır. Oyun yazarı, sanatçı Campbell'ın Yahudi karşıtı söylemleri, savaşın sonunda Almanya'da ortadan kaybolup Greenwich Village'ta belirmesi, New York günleri ve Kudüs'e son yolculuğu iç içe geçmiş hikâyeler halinde belirir. İnsanlar belirir, kaybolur, her şey fırtına halinde yaşanır.

Almanya'daki GE şubesinde görevlendirilen babanın peşinden Almanya'ya. Yeni bir yaşam kurma çabası, yazarlık, aktris Helga Noth'la evlilik ve savaşın başlangıcı. İngilizce konuşan bir dünyaya propaganda yayınları yapmaya başlar Campbell, çalıştığı süre boyunca neden bu işi yaptığını pek düşünmez, savaşın bitmesiyle birlikte yakalandığında düşünmeye başlar. Nazileri sıradan insanlar olarak görmektedir, cephede bulunmadığı için, gaz odalarını da görmediği için belki, onlara karşı nefret beslemez, onlara bayılmaz da. ABD hesabına çalışması da onlara bayılmamasına yol açan, bir şeylerin yanlış gittiği duygusunu doğuran, derinlerde bir yerin etkisiyledir. Çift taraflı çalışmasının yol açtığı ironik, gülünç durumlar ortaya çıkar, tam Vonnegut işi. Diyalog ağırlıklı muhteşem bir teknik. Neyse, casus olduğunu bilen üç kişi vardır, bu yüzden yakalandığında savaş suçlusu olarak görülür. Kendisini yakalayan Teğmen Bernard O'Hare'ın önünde, darağacına baktığı fotoğraf yayımlanır ama milyonların beklediği gibi idam edilmez, ABD hesabına casusluk yapmasını sağlayan adamın yardımıyla ortadan kaybolur. Aynı adam birkaç kez daha yardım eder, savaş sonrasında cadı avı başladığı zaman en yakınlarının da kendisini ortadan kaldırmak istediğini öğrenen Campbell, hayalet olarak yaşayamayacağını anladığı an kendisini ihbar eder.

ABD'nin gizemli adamı, onca yanlışın içinde doğru bir şeyler yapmaya çabalayan Campbell'a muhtemelen hiçbir zaman gerçekte ne yaptığının bilinmeyeceğini, suçlu olarak görüleceğini söyler ama Campbell'ın vicdanının kefaretidir bu; nihayetinde erdemli bir insan olamayacaksa da erdemliliğe olabildiğince yaklaşmak ister. Bu uğurda geleceğini gözden çıkarır, çok sevdiği karısının Rus casusu olduğunu öğrenince ondan da kopar, teslim olur. Ölüm cezasına çarptırılmayı beklerken ABD'nin gizemli adamından mektup gelir, yıllar sonra. Adam son anda gerçeği anlatmaktadır, mektupta Campbell'ın ABD casusu olduğuna şahitlik ettiğini söyler ve kendini ifşa eder, Campbell'ın hayatını kurtarmak uğruna. Bu, ruhsal bir sağalmaya yol açmaz. "Howard W. Campbell, Jr'ı kendine karşı işlediği suçlar nedeniyle asacağım bu gece, galiba bu gece." (s. 244) Son.

Kimlikler, kimliklerin inşası, birey, toplum, savaş, öfke, kin, hemen her şey üzerinde düşündüren bir Vonnegut şahanesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder