12 Temmuz 2018 Perşembe

Viktor A. Lektorski - Özne Nesne Biliş

Bilişin ve bilginin ne olduğu konusu uzun süredir kafamı kurcalıyordu. Bilginin doğası, paradigmal bilginin varlığı, diğer paradigmalarla uyumu, bilginin metafizik ve materyalist niteliği, filozofların epistemolojiye katkıları ve Lektorski'nin bahsettiği "burjuva filozofların" bilgiye atfettikleri duyum ötesi özellik gibi meseleler sağ olsun, kafam daha da kurcalandı. Pek bir cevap bulamadım Ama Martin Cohen'ı okuyorum şimdi, felsefedeki problemlerle ilgili bir kitabı var, müthiş bir şey, neyse, adam diyor ki, "Cevaplar sizi sorular kadar açmayabilir kardeşim. O yüzden hiçbir şeyi çözmeyi ummayın, sadece başka sorulara yönelin. Ayaklarınızın yerden kesildiğini hissedebilirsiniz." Eh, adam Zen'den bahsediyor biraz. Benim de ayaklarım yerden kesilmedi değil, aklımın karışıklığı daha düzenli bir hale geldi, kaostan azıcık kurtuldum. Yine de aradığım şeyin cevaplar olmadığını anladım, zira özne-nesne arasında bir yerde duran, bazen ikisinde birden duran "ben" kavramına getirilen pek çok bakış açısını inceledikten sonra hiçbir aydınlanma yaşamadım. Hiçbir soruma cevap alamadım. Her şey aynı kaldı. Sonra bunun felsefeyle, kuramla falan çözülemeyecek bir şey olduğunun farkına vardım. Yaşamın kendisinin kağıt üzerindeki yansımalarıyla hiçbir ilgisi yoktu. O yüzden daha başka sorular sorabilmek için devam ettim. Hegel'i, Kant'ı, Husserl'ı geçtim, Sartre'da biraz durdum, kurdukları özneleri inceledim. Ağırdan aldım, okumayı üç güne yaydım. Kuramsal bir metin, yolda okumaya gelecek gibi değil.

Bilişin başlı başına yolculuğu bir yana, asıl önemli olan özne-nesne ilişkisi ve gerçeklik problemiydi, kitabı ilk gördüğümde her şey bütündü ama bir gün bunlar üzerinde kafa yormak isteyebileceğimi düşünmüştüm. Zonguldak'taydım, hayat çok güzeldi. Şimdi o kadar güzel değil. Gerçekliğin ne olduğunu bilmiyorum. Aslında şöyle bir bakınca pek kimsenin de bildiğini düşünmüyorum, sadece ortaya atılan fikirler var ve bunlar herhangi bir gerçeklik algısı yaratmıyor ki zaten yaratmak için ortaya çıktığını sanmam bunların, ayağı yerden kesmeye yaradığı kadar yere sağlam basmaya da yol açıyorlar, insanlar bu yüzden bu kadar düşünüyor. İnsanlar düşünüyorlar ve fizikle metafiziği dengeleyip, belki birini tamamen silip bir nirengi noktası oluşturmaya çalışıyorlar. Birikenleri derme çatmalığa orasından burasından katıyorlar, yıkılmaması için uğraşıyorlar. Filozofların söylediklerini sadece bilgi edinmek için kullanmak bir yana, yaşamı oluşturma çabasında da kullanıyorlar. Bir ölçüde kullanıyorum ve özneliğimi, nesneliğimi anlamaya çalışıyorum. Lektorski bu çabayı ilerletici, iyi bir inceleme ortaya koyuyor ama Marksist pencereden yaklaştığı için kendi fikirlerine göre yargıladığı burjuva filozoflarının kurdukları sistemleri son kertede başarısız buluyor. Öznel idealizme saplanıp kaldıklarını söylüyor, oysa tarihsel, diyalektik materyalizm özneyi gelişim aşamaları boyunca toplumsal bir açıdan, nesneyle somut ilişkilerini belirleyerek kuruyor. Metnin planı kabaca bu; Lenin'le birlikte "mükemmelleşen" materyalizmin, öncelin hatalarını tekrarlamadan kusursuza yakın bir dizge kurması. Eh, iş ideolojiye gelip dayanıyor ister istemez, ben tefekkürüme bakarım deyip bu niteliği es geçtim.

Çok katmanlı meseleler tabii; nesnenin ve öznenin özellikleri, idealist ve materyalist yansımaları, matematikteki sonsuz kümeler hadisesinden Piaget'nin bilincin oluşumuna dair fikirlerine kadar pek çok açıdan irdeleniyor. Farklı disiplinlerin birbirlerini düzenlemeleri ve geliştirmeleri bir yana, Kuhn-Popper ikilisinin, dahi Lakatos'un bilim felsefesine yaptıkları katkılar da karşılaştırmalı olarak inceleniyor. Bilimin paradigmaların bir ürünü olup olmadığı, Antik Yunan'dan beri süregelen tartışmalarla birlikte ele alınıyor ve her görüşün olumlanabilecek fikirler ürettiği söyleniyor. Lektorski için eksik bulduğu düşünceler değersiz değil, bir şeyi olumlamanın yanında olumsuzlamanın da bilişe katkı sunduğunu belirtiyor, bu yüzden tamamen gözden çıkarıcı değil, bir noktada eklemleyip başka bir noktada bütünden çıkarıcı bir bakış açısı var. O kadar da partizan değil, bilimsel objektifliği tartışılabilir olsa da mevcut. Amaç zaten okurun neyle karşılaşacağını açıklıyor: "Bu çalışma, ilk önce, hem yazarın kendisinin hem de diğer Sovyet bilgibilim uzmanlarının bu alandaki incelemelerini özetlemeye, ikinci olarak da eldeki sorunun genel ve temel nitelik taşıyan ama Sovyet yazınında yeterince incelenmemiş olan birçok yönünü çözümlemeye çaba göstermektedir." (s. 22) Marksist olmayan anlayışları en geniş biçimde çözümleme amacı güdülmediği de satır aralarındaki notlardan. Daha çok ulaşılan sonuçlardan, Batı felsefesinde yaygın olarak kabul edilen fikirlerin ulaştığı noktadan hareketle eleştirel bir çözümleme yapılıyor. Kronolojik bir sıra izlenmiyor, söz gelişi Sartre ve Hegel arasındaki benzerlikler sırayla incelenip bir çıkarıma varılıyor. Bu yöntemle Piaget'nin kuramsal yorumları -genetik epistemoloji, özne-nesne ilişkileri vs.- birçok bölümde karşımıza çıkabiliyor, tabii Lektorski, Piaget'yi işlemselci zeka anlayışı yüzünden eleştirdikten sonra. Aslında çoğu bilim insanını ve filozofu eleştirdiği nokta ortak; toplumsal bir seviyede karşılığını bulamayan kuramlar eksik, dünyayı anlama yolunda yetersiz. Marksizm gelecek, dertler bitecek.

Dil meselesiyle ilgili bölümler özellikle dikkat çekti, hatta Arrival'ın düşünsel kökenlerinin varsayımsal bir deneyle ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bağlam, sentaks ve dille alakalı pek çok mesele, Chomsky'den Wittgenstein'a pek çok yetkili abinin düşünceleriyle birlikte ele alınıyor ve dilin yapısı, özne-nesne-biliş kurulumundaki işlevi inceleniyor. Bunun dışında "ben"in kurmaca niteliği, "ben"in algılanması Antik Yunan'dan Descartes'a, Husserl'dan Piaget'ye bir çizgi halinde inceleniyor, öznenin kurulumundaki paradigmalar bilginin yapısı da incelenerek karşılaştırılıyor ve sonuçta yine Marksizm'in kollarına atılıyor.

Soruları çeşitlendirmek için elden öper, mis kitap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder