14 Temmuz 2018 Cumartesi

Martin Cohen - 101 Felsefe Problemi

Felsefe nedir? Felsefe, kafayı çalıştırıp dünyaya dair anlayışımızı değiştirmektir. Ayer böyle demiş, demek ki anlayışımızı değiştirmeyen şey felsefe değildir. Lakin ki böyle de değildir, felsefe düşünmenin ta kendisidir, düşünmenin içinde dil vardır, efendime -Cthulhu- söyleyeyim, bilgi vardır. Düşünmek birçok şeyin çorbaya, aşureye -aşurenin ne leş bir yiyecek olduğu bahsi ayrı bir felsefe problemidir- katılır gibi katıldığı bir bulamaçtır. Açık olur, kapalı olur, soru içerir, cevap da içerir ama daha çok soru içerir. Anlaşılır, anlaşılmayabilir. Problem de içerir tabii ama burada daha çok "uygulamalı felsefe" problemleriyle uğraşacağız, felsefenin pratikte işlerlik kazandığı alanla. Klasik problemler de var tabii; Zenon Paradoksları mesela. Genellikle lisede tanışılan mevzular. Bir oku attık, hedefle ok arasındaki mesafede sonsuz nokta varsa ok bu sonsuzluğu nasıl aşabiliyor olabilir? Gibi. Cohen'ın ürettiği problemlerin bir bölümü de bu paradoksların güncel çeşitlemeleri. Sonsuz odalı otel gibi. Cantor'un Kümeler Kuramı'yla ortaya koyduğu büyük ve küçük sonsuzlar. Badiou, Sonlu ve Sonsuz'da iyice bir ele alıyordu bu konuyu. Neyse, matematiğin soyut modellemeleriyle fiziğin somut dünyası arasındaki bazı çatışmaları da görüyoruz böylece. Kısacası, Cohen ontolojik problemlerden algısal cortlamalara -Escher'ın resimleri- pek çok mesele üzerinde kafa patlatıyor.

Problemler sıralanmış durumda, her biri için ayrı bir başlık var. Hepsinin sonunda kilit bir soru var, sorunun cevabı köfteyi çakınca beliriyor ama mutlak bir çözüm beklememek gerekiyor, zaten cevapları veren Cohen da durumlar üzerinden oluşacak başka problemleri araya sıkıştırıveriyor. The Man From Earth'teki antropolog abinin dediği gibi, "Bir bebeğin içinde bir başkası, Matruşka sinir bozucu bir şey." Keyif alıyor bundan Cohen, mizahını sevdim, felsefeyi çok ciddiye alıp dalgacılığıyla okurun gözünün korkmasını engelliyor. Okur biraz düşünecek, bulmaca gibi yaklaşacak olaya. O zaman keyifli. Ben keyif aldığım birkaç problemi anlatıp bırakacağım.

Pastane İkilemi aslında paralel sorgulamalarda ortaya çıkan tipik bir durum. Birlikte suç işlediğiniz arkadaşınızı daha az ceza almak uğruna satar mısınız? Aslında ikiniz de suçu kabul etmeseniz yırtma ihtimaliniz var ama arkadaşınızın sorgulama sırasında ötüp ötmediğini bilmediğiniz için, eğer ötmüşse alacağınız cezadan daha azına razı olarak ötersiniz. Genellikle ötüyormuş insanlar, doğal olarak. Bir diğerini asla tanıyamayacağımız için, kendimizi de tam olarak tanıyamayacağımız için güvensizlik ortamı, aslında orada olduğunu bildiğimiz ama yaşamda anlam arayışından, ilişkilerin yanıltıcı doğasından ötürü görmezden geldiğimiz boşluk ortaya çıkar. İnsanlar değişmez, sadece her şeye dönüşebileceklerini unuturuz, boşluğu doldurmaya çalışırız ama o hep oradadır, aldatıldığımız veya hak etmediğimizi düşündüğümüz bir şey yaşadığımız zaman içimizde kendini hatırlatır. Bir şey gitmiştir, dünyanın inanılacak bir parçası -büyüklüğü insanlara verdiğimiz değer ölçüsünde değişir- kaybolmuştur, boşlukta süzüldüğümüzü hissederiz, işin kötüsü; boşluğu tekrar doldurmaya çalışırız. Yaşamayı değerli kılacak bir şeylerle. Genazino mu diyordu, yaşamın kendisi yaşama zahmetine değmiyor diye? Eh, bazen böyle hissederiz ama bir şeylere tutunmak isteriz. Boşlukta elimize ne gelirse değil, o zaman boşluğun kendisini tutarız. Değer verdiğimiz şeyleri yakalamamız gerekir, onun için onları bulmamız gerekir. Kısaca zor bu işler. Felsefi açıklamaları Cohen zaten yapıyor, ben izlenimlerimi inceliyorum. Boşlukta.

Beklenmeyen Sınav, beklenen olaylara karşı her zaman hazırlıklı olunduğuna ama böyle bir şeye aslında hiçbir zaman hazırlıklı olunamayacağına dairdir. Bir şey bir kere gerçekleşmişse ikinciye de gerçekleşebilir, hiç gerçekleşmemesinden daha yüksek bir ihtimal doğmuştur artık, o yüzden ikiyi, üçü, dördü de bekleyebiliriz ve buna hiçbir zaman hazır olamayız. Yaşam deneyimlenebilecek bir şeydir, yaşamı böyle bilebiliriz, düşünceler yaşamı kurmaca haline getirir, somut deneyimler onu gerçek kılar. Bunun tersi de mümkündür, kimi zaman. Her koşulda kayıplarımız zaten kaybedilebilecek şeylerdir, onların boşlukta olduğunu unutmamalıyız. Belli bir zaman aralığında bir sınav olacaksak, hoca hiç beklenmeyen bir zamanda sınav yapacağını söylüyorsa her gün yapılacakmış gibi düşünüp sınavı ortadan kaldıramıyoruz ne yazık ki, yaşam mantıksal çıkarsamalarla ters köşeye yatırılabilecek bir olgu değil. Olacakları biliyoruz, seziyoruz ve yine de duygularımızla veya mantığımızla hareket edip farklı bir sonuç bekliyoruz. Sezgilerimize değil, bir başkasına güveniyoruz. Değerlerimizi değil, bir başkasının değerini benimsiyoruz. Kendimizi değil, bir başkasını önemsiyoruz. Sonrasında boşlukta salınırken, "Neden böyle oldu ya bu?" diyoruz. Tam o sırada karanlığın içinden bir fısıltı duyuluyor: "Neden olmasın?"

Sorites Paradoksu da çok bilinenlerden. Bir geminin bütün parçaları yavaş yavaş değişirse o gemi aynı gemi olarak kalır mı? Geminin tinsel niteliği onun gemiliğinde ne kadar etkilidir? Materyalist bir bakışla her şey aynı kalır, sonuçta ne kadar tahtası değişirse değişsin Mustafa diye bir sandal olsa o Mustafa'dır. Yoksa değil midir? Benim için değildir. Nesnelerle ilgili büyük sıkıntılarım var, her birinin karşısında sahneye çıkan bir müzisyenin heyecanını duyuyorum, sanki izleniyormuşum gibi. Mağazalardaki mankenlerin önünden geçerken zirve yapıyor. İşin kötüsü şu; tam tersini de yaşamaya başladım bir süre önce. Erotik hadiselerde karşımdakinin mankene dönmesi bir yana, kendimi de manken gibi hissetmeye başladığımı fark ettim. Eşyaya döndüğümü hissettiğim zaman kendimi bir sebze veya meyve olarak hayal ediyorum. Besin maddesiz halini Yalçın Tosun bir öyküsünde müthiş anlatıyordu, direkt o aklıma geliyor. Yani bir nesne hem kendi halinde vardır, hem kendiliğinden çok öte bir düzlemde vardır, hem de tarafımızca yaratıldığı haliyle vardır. Buradan da Kant'a, Hegel'e ve daha kimlere varırız, özne-nesne ilişkisinden iş uzar gider. Uzatmıyorum.

Bugün yağmur yağacak galiba. Yağmur altında bisiklet sürdünüz mü hiç? Deneyin bir. Nesnelikten kurtuluyorsunuz, dünya üzerinize yağdığında boşluk kendiliğinden doluyor. Ne yazık ki yağmur her zaman yağmıyor, bu yüzden yazları hiç sevmiyorum. Boşlukta tek bir mevsim sürüyor.

Uygulamalı felsefe problemlerinde Harari'nin Homo Deus'ta, Kaku'nun Zihnin Geleceği'nde değindiği meseleler var. Organ naklinden sonra ne ölçüde aynı kişiyiz? Sorites mevzusunun günümüz versiyonu. Bilimkurgu da bu konuda çokça kafa patlattı tabii, beynimizi bir makineye aktardığımızda günümüz hukukunun işlerliği sekteye uğruyor, en basitinden bir örnek: Bir yazarın bilinci, yazarın vücudu öldükten sonra sanal ortama aktarılıyor. Telif hakkı konusunda ne yapacağız? Transcendence  ne güzel filmdi mesela, Johnny Depp'in sanal yansımasının gerçekliği çok acayip problemlere yol açıyordu. Başka bir örnek: Klonlanan biri, orijinali öldükten sonra sahibi bankadaki parasını kullanmaya devam edebilir mi, veya bir insan diğer kendine miras bırakabilir mi, onu mirasından men edebilir mi? Bunlar tartışılıyor, tartışılmaya devam edilecek işler. Dünya çok hızlı, hukuk ve benzeri düzenleyicilerin yenilikleri yakalaması gerekiyor, yoksa çok absürt durumlarla karşılaşacağız.

Gestalt, şekil-zemin meselesi, sanat eserinin değeri, topluluğun salahiyeti için azınlığın yok edilmesi gibi konular da çözülmesi gereken başka problemleri taşıyor. Cohen, düşünülecek 101 problem veriyor okura. Ben deniz kenarında çokça düşündüm, bilemediklerimi Duygu'ya sordum, o da bilemeyince denize girdik artık, ne yapalım. İyi ama, düşünmek güzel. Diye de üfürükten bağlayayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder