22 Mayıs 2019 Çarşamba

Harold Bloom - Batı Kanonu

Bloom, Batı dünyasında burnunun dikine gitmesiyle bilinen, metinlerinde -gerçi Etkilenme Endişesi ve bu metin dışında başka bir şeyini okumuş değilim, yalan olmasın- görüşlerini eleştiren tayfaya "kırgınlar" adını takacak kadar polemiğe açık bir edebiyat profesörü, estetik kuramcısı bir anlamda. Neden? Adam "sahte kültürel savaşlar" adını verdiği şeyden bıkmış, "içinde bulunduğumuz sefalet" üzerinden yola çıkarak, "Benim adım Hıdır, elimden gelen budur," diyerek Kanon'un -bir anlamda- dağılmasını engellemek için müthiş bir çabaya girmiş ve öznel yargılarını edebiyat tarihi, esinlenme, aşorma gibi olgularla birleştirerek, Giambattista Vico'nun üç aşamalı döngüsünü de tam orta yere monte ederek üzerinde deli gibi düşündüğü yapıyı, tipik okuma alışkanlıklarının yok olduğu bir dünyada elde bir şey kalsın diyerek sağlamlaştırmış. Teokratik, Aristokratik, Demokratik çağ olarak üçe böldüğü akışa metinleri yerleştirmiş, aralarındaki bağlantıları irdelemiş, mitolojiden pikareske, hiçlikten doğaya pek çok açıdan incelemiş. Yirmi altı yazar var bu üç zaman aralığında, bu yazarlar dışında zamanla kanonlaşabilecek yazarları da en sonda vermiş, hatta bu metinden sonra ciddi tartışmalara girdiği yazarlar da var bu listenin içinde. Zamanın göstereceğini söylüyor Bloom, henüz bir şey söylemek için erken olduğunu belirtiyor ve yirmi altı yazarı nasıl seçtiğini özetliyor: "Bu yirmi altı yazarın çoğu için, söz konusu yazarı ya da eseri kanonsal yapan şey nedir sorusunu sorarak mükemmelik ile doğrudan yüzleşmeye çalıştım." (s. 12) Tekrar ve fark, bu ikisinin üzerinden dönen bir mükemmellik algısı var Bloom'da. Çağının az da olsa özgün sesi olmuş yazarlar kanona doğrudan giriyor, Bloom'ca alkışlanıyor ama Freud gibi örnekleri de eleştirmeyi ihmal etmiyor. Bloom'a göre Freud, Shakespeare'in zaten ortaya koyduğu yapıları etkilenme endişesinin travmatik baskısı sonucu Antik Yunan metinlerinden isim çarparak biçimlendiren bir "yazar". Hamlet Kompleksi diye bir şey duymadık, çünkü Freud başka kaynaklara yönelmişti, Bloom'un daha en başta eleştirdiği nokta, "Freudcu edebiyat eleştirisi" diye bir şeyin oksimoronluk taşıması. Freudcu, edebi ve eleştiri olmadığını söylüyor Bloom, böyle bir anlayış mümkün değil, çünkü Shakespeare zaten bunu çok önceden becermişti. Ahmet Mithat'ın postmodern olduğunu söylemek gibi bir şey değil mi bu ya, Freud düşüncelerini sistemleştirmeden önce Shakespeare'in "bunu zaten yaptığını" söylemek, ne bileyim, aşırı yorum gibi geliyor bana çünkü Shakespeare herhangi bir şeyi sistemleştirmiş değil, böyle bir çabası yok zaten, sezgisel olarak ortaya çıkarmış olması başka bir şey. Freud'u "Kaos Çağı'mızın Montaigne'i" olarak görüyor Bloom, en uygun övgü bu, Batı Kanonu'nun merkezileştirilmesinde benliğe ulaşmanın yolunu taşıdığı için. Neyse, Bloom kırgınlar tayfası dediği insanların arasına Freud'u da katıyor, onca dizeyi aslında Shakespeare'in yazmadığına dair kuvvetli bir inancı var Freud'un, tarihi safsatalara inanıyor olması onu Bloom'un gözünden direkt düşürüyor. Neden, çünkü Bloom kanonun tam orta yerine Shakespeare'i koyuyor ve yirmi altı yazara ayrılmış bölümlerden hemen hemen hepsinde Shakespeare'in adı geçiyor, öyle veya böyle. Bu yaşlı, hafif kaçık ve coşkulu adamın karşısında Shakespeare'i herhangi bir açıdan eleştirmenin yürek istediğine dair bir izlenim oluşuyor ister istemez. Bloom'un temel aldığı metinlerin arasında ilk sıralarda Shakespeare'inkiler geliyor tabii, sonrasında Tevrat'ın ilk yazarı olan J var, Homeros'tan çok daha önce yaşamış ve kutsal metni yazmış. "İlahi ile insani arasındaki müphemlik" Bloom'a göre J'nin en büyük icatlarından biri, edebiyatın da. Cüret işi yani, J bunu yapmaya cüret etmiş ve bu fikir Bloom için "kanonsal tuhaflık" olarak doğmuş. Tuhaf, özgün metinler hem yeni yollar -hemen her alanda, hermenötikten psikolojiye, sayısız- açıyor, hem de gelenekle mücadele ederek geleneğin tarihine eklemleniyor.

Bloom'a göre "kimlik anlayışlarının bir parçası olarak geliştirdikleri kırgınlık" Afrikalı, Hispanik ve Asyalı yazarlar için ortaya koyabilecekleri yegane tepki olarak görülüyor ki şamata bu fikir üzerinden çıkmıştı. Bu yazarlar "yetersiz" ve kanona eklenebilecek yazarlar değil. Bloom bu mesele üzerinde kısaca durduktan, köksüzlüğün kaynaklarını biraz da kışkırtıcı bir şekilde dile getirdikten sonra kanonun etkilenme endişesinden nispeten muaf yazarlar tarafından ortaya çıkarıldığını söylüyor. Milton, Goethe, Tolstoy, Freud, Joyce ve benzeri yazarların yanında bir tek Molière yok, Shakespeare'den esinlenmediği için. Belki de Molière'nin etrafında başka bir kanon toplanabilirdi, Shakespeare ortaya çıkmış olmasaydı, bilemiyoruz. Sonuçta iyi yazın bir revizyon işlemi Bloom için, Shakespeare her çağda revize edilmiş, edilmeye devam eden kaynak görevi gördüğünden yaşasın Shakespeare. Shakespeare, Shakespeare ve Shakespeare, Bloom'un dönüp dolaşıp vardığı nokta. Tanıma bakalım: "Edebiyat sadece dil değildir; aynı zamanda biçimlendirme istenci, Nietzsche'nin bir zamanlar farklı olma, başka bir yerde olma arzusu olarak tanımladığı metafor güdüsüdür." (s. 21) Dante'nin modern bir fikir olarak kanon fikrini icat ettiğini söylüyor Bloom, sonra çağların şairlerine bir göz atıyor, kırgınlar hakkında birtakım atıp tutmalarda bulunduktan sonra Shakespeare'e geçiyor ama öncesinde Kanon hakkında söylediklerine, hatta okuma edimi hakkındaki fikirlerine de bakalım. Bloom Kanon'u ölümlü yaşamımızda okunacak değerli metinlerin toplanma alanı olarak görüyor. Zaman az ve okunacak metin çok, değerli vaktimizi neden öbekleşmemiş metinler üzerinde harcayalım ki? Süper bir sebebi var aslında bunun, zincirin halkası haline gelmemiş metinlerin zincirin söylediklerinden bambaşka şeyler söyleyebileceği ihtimali. Keşif, merak. Ölümlülüğümüzü yenmek için kanonsal metinleri okuyup yalnızlaşabiliriz veya bir topluluğun parçasıymışız gibi hissedebiliriz, bu bir yoldur ama tek yol değildir. Bloom'un bu çok kişisel fikri Kanon'u biçimleyen sağlıklı bir saptama değil bence, farklı bir kültürün parçası olduğum için, belki de kültürsüz olduğum için. Kanon'a uymamızı söylüyor Bloom, zenginlikle kültür arasındaki ittifakı koparırsak geleneği yanlış okuyup kırgınlar gibi gecikmiş bir gnostik olurmuşuz. Vallahi şunun şurasında kırk yıl daha yaşarım zaten, onu da istediğim gibi yaşarım, yanlış yorumlara girişirsem -kitaplardan anlamadığım fikrini elde tutalım- kendi kusuruma bakamayacak bir halde olacağımdan ötürü problem yok.

"Shakespeare ve Dante Kanon'un merkezidir çünkü onlar diğer bütün Batılı yazarları bilişsel duyarlılık, dilsel enerji ve yaratıcı güç alanında geçerler." (s. 53) Shakespeare kendi kendimizi duymanın ilk örneklerini vermiştir Bloom'a göre, Dante içimizdeki nihai değişmezliği gösterirken Shakespeare değişkenliğin psikolojisini göstermiştir, kendimizle nasıl konuşacağımızı ve duyacağımızı öğretmiştir, çelişkilerimizi açığa vurmuştur, söz sanatları öylesine yalın bir doğallığa yol açar ki yaşamın ta kendisi gibidir. Dante'nin şairlerin şairi olması gibi Shakespeare de halkın şairi olmuştur, "sınıfsız evrenselcidir", İngiliz Rönesansı'na hapsedilemeyecek kadar evrenseldir, diğer bütün yazarlardan daha çok algılamış, daha çok düşünmüş ve dil ustalığı açısından zirveye ulaşmıştır. Bloom bunları söyledikten sonra "Yazarın Ölümü" çerçevesindeki tartışmalara kendi bakış açısından yaklaşır ve toplumsal enerjilerin yazarlar arasındaki nitelik farkını açıklayamamasını eleştirir. Tolstoy'u da eleştirir, Shakespeare hakkında yazdığı bir makaleden ötürü. Karakterlerini farklı seslerle konuşturur Shakespeare, bu yanılgıyı yaratan en kusursuz yazardır. Canavar gibi anlatıyor Bloom ama şununla bitireyim ben: "Shakespeare'in başarılarının en şaşırtıcı olanı, bizim onun karakterlerini açıklamak için bulabileceğimiz bağlamlardan çok daha fazlasını onun bizi açıklamak için ileri sürmüş olmasıdır." (s. 72)

Proust'tan Wordsworth'e, Woolf'tan Beckett'a kanonsal bağlantılar, edebiyatı derli toplu hale getirme çabası. Eleştiriye açık, temel bir metin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder