22 Mayıs 2019 Çarşamba

Roy Jacobsen - Görülmeyenler

Zamanın bu kadar sezgisel olduğu, aslında ortada olmadığı ama varlığını öylesine ağır bir şekilde dayattığı başka bir metin bilmiyorum, henüz. Bulutlar, dalgalar, fırtınalar, mevsimler, her şey akıp gidiyor ve her bir doğa olayı kadranın yavaş yavaş ilerlediğini gösteriyor sanki, yıldan yıla yapılan işlerin vakti geldiğinde saate bakmış olduğunuzu düşünün. Kazakların çıkarılması, hayvanların otlatılması, ağaçların budanması, rahibin adaya gelişleri derken şimdiki zamanın -akış için daha uygun bir anlatım yok, şimdiki zaman her zamandır, zamanları kapsar- süreğenliğinde yılların nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Muazzam ölçüde doğallık katıyor bu olay, kurmaca dünya zaten doğanın kalbinde yer aldığı için müthiş bir uyum. Norveç'in küçük adalarında yaşayan ailelerden birine odaklı merceğin gösterdikleri hep aynı döngünün sıkıcılığına bulaşmıyor hiç, sanki hep aynı manzarayı izliyormuşuz da oluşları fark etmekten geri kalmıyormuşuz gibi. Jacobsen'e hayranlık duydum, farklı kültüre mensup ve farklı coğrafyada yaşayan okuruna İskandinav eyyamını olabildiğince doğrudan aktarabiliyor. En büyük takdir çevirmen Deniz Canefe'ye, bu anlatımı aktarabilmek güç olsa gerek.

Barrøy gerçekten var, bir ada. Bir ailenin evreni diyebiliriz. Bir ucundan diğerine koşması on dakika falan alıyor olsa gerek. Jacobsen rahibi adaya çıkarıyor ve hikâye başlamamış, orta yerinden devam ediyormuş gibi sürdürüyor işi. Ailenin soyadı adanın adıyla aynı. Hans Barrøy ailenin reisi, adanın mutlak sahibi, ellilerinde bir adam. Kendisinden epeyce küçük kız kardeşi Barbro henüz evlenmemiş, birlikte yaşıyorlar. Ingrid üç yaşında, Maria'yla Hans'ın gözbebeği. İlk bölümde -bölümler başlıksız, zamanın geçtiği sadece sezilecek- temel karakterlerle karşılaşıyoruz ve rahibin düşüncelerini okuyoruz: "Okyanusun ortasındaki bir mücevher olduğu ortaya çıkan küçük adada, Tanrı'nın sessiz çocukları." (s. 9) Gündelik dertleri var, rahip Barbro'nun vaftiz töreninde şarkı söylemesini istiyor ama Hans rahibi kenara çekip Barbro'nun ilahi söyleyemediğini hatırlatıyor. Yaşamları küçük detaylarla biçimlendirmek, her an bir başka işle bir başka kişisel niteliğin belirmesi, mikro ölçülerde kurulan koca dünya, vay be. Vayy be hatta. Babayla kızın, anneyle oğlunun muhabbetlerinden bir başka açıdan inşa, doğa karşısında başka başka açılardan inşa, abartma butonuna bastıktan sonra söyleyebilirim ki Oulipo işi bir oyunun sonucunda da ortaya çıkabilirmiş bu metin. "Görev: Bir adada yaşayan ailenin yıllarını olabildiğince olaysız bir şekilde anlatınız." Tamam, o zaman mevzu budur. Adaya vuranlardan başka dışarıdan pek bir şey sahiplenilmiyor, tüketim toplumunun dışında yaşayan insanlar için tüketim temel ihtiyaçların karşılanmasından öteye geçmiyor. Okurlar için de sadece temel izlekler üzerinden dönen bir anlatı sunuluyor, mantık aynı, bu yüzden karşılaştığım birtakım eleştiriler güldürdü beni. Çok güzel bir konu inanılmaz bir şekilde berbat edilmiş, pek bir şey olmuyormuş, olmalıymış. Oluyor efendiler, sizin istediğiniz türden şeyler olmuyor, şeyler birbirlerini tüketmiyor ama bu bir şey olmadığı anlamına gelmiyor, kendi dünyanızdan çıkıp yazarınkine girmelisiniz, yazarla boğuşmamalısınız. Evet. Neyse, kıyıda bulunanlar, dış dünyanın kırık dökük yaşamlarından geriye kalanlar. Gemi enkazından kalan parçalar, çöpe atılan ve denizlere karışan eşyalar, işe yarayan ve yaramayan onca şey akıntılarla kıyıya vuruyor ve bizimkiler biraz arandıktan sonra işlerine yarayan parçaları ayırıyorlar. Hans bütün bir ağaç buluyor bir gün, kökleriyle birlikte koca ağaç. Serüvenini okuyoruz, Yenisey Irmağı boyunca ilerleyen, nehirlere ve denizlere ilerleyen, dünyanın etrafında dolandıktan sonra Hans'ın adasına vuran bir ağaç. Döngü. Yerleşikliğin geçiciliğini imliyor, ironik. Yerleşiklik yaşamın kendisiyse karşılaşılacak ölümleri hatırlatmış da olabilir, sonuçta kökünden sökülmüş bir ağaç nadiren görülen bir şey, yaşamdaki döngülerin dışında kalan olaylar gibi.

Balık tutuyorlar, karadaki kooperatife satıyorlar. Buradan bir gelir. Hayvanlardan elde edilen ürünler, buradan da para geliyor. Hans abisinin gemisine atlayıp çalışmaya gidiyor her yıl, kazandığı parayı da ekleyelim. Beslenmesi gereken boğazlar sıkıntısız bir şekilde beslenebiliyor ama ucu ucuna. Maria başka bir adadan gelmiş, ailesi de aynı şekilde yaşıyor, binlerce adada benzer yaşamlar. Küçük ve o dünyaya göre büyük tartışmalar ekseninde biçimlenen yaşam görüşleri birlikteliğin monotonlaşmasını engelleyici ölçüde hoşgörü taşıyor. Evin çeşitli yerlerine ek yerleri inşa ediyor Hans, babasıyla birlikte. Odalar, salonlar, her biri için paraya ihtiyaç var ve hesap kitap yaparak, kredi alarak, birçok yolla parayı denkleştiriyor. Kuzeye bakan oda, mutfağın yanındaki oda, birçok oda ama hangisinde uyunacak, bunun tartışması yapılıyor ve herkes kendine uygun mekanı buluyor, kararsızlık için ayrılacak çok bir zaman yok çünkü her şeyin olabildiğince durgun gözüktüğü dünya çok hızlı ilerliyor, insanlar yetişmeye çalışıyorlar.

Hayvanlar, eşyalar, karadaki insanlar, her biri için paragraflar dolusu anlatı kurulabilir, karakterlerin duyarlılığı şeyleri derinlemesine görmemizi sağlıyor. Bir atın sırf görünüşünden yola çıkarak kurmacayı zenginleştirmek, yasa dışı işler yapmış bir "işgalcinin" ansızın adaya çıkıp yaşattığı korku dolu anlar karşısında teskinliği bozmamak, Haneke atmosferi bile var anlatıda kısaca, metnin özgünlüğünün sadece bir parçası. 1913'ten 1940'lara uzanan bir zaman dilimini içeriyor ama aslında küçük bir sonsuz gizli. Ada yaşamı konusunda ilk ve son alıntım şu olsun:

"Hans Barrøy üç şey düşlemişti: motorlu bir tekne, daha büyük bir ada ve başka bir yaşam. İlk iki düşünü sık sık anlatırdı tanıdığı tanımadığı herkese, sonuncusundan hiç söz etmemişti, kendine bile.

Maria da üç şey düşlemişti: Daha çok çocuk, daha küçük bir ada ve başka bir yaşam. Kocasının tersine sık sık sonuncusunu düşünürdü ve ilk ikisi zamanla giderek silinip yittikçe üçüncü büyümüş, ağırlaşmıştı." (s. 174)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder