Borges yoksa yapılacak tek bir şey vardır, Borges'in yaratılış biçimini anlamaya çalışmak. "Yaradılış" ilahi rayihasıyla inancı varlık üzerinde sabitliyor, nesneye dair bütün soruları tek bir cevaba çıkarıyor: Her şey yaradılmıştır ve aynı kaynağa sahiptir. Borges'ten yaklaşırsak icat edilmiş bir ögeyle karşılaşacağız, o zaman "yaratılış"tan devam edip eylemin niteliğine odaklanmak gerekecek. Köpf uğraşıyor bunun için, Borges'in yaradılış ve yaratılış süreci arasındaki bağları ortaya çıkarmaya çalışıyor. Epigrafta bir şiir, John Edward Lovelock'tan. Kim olduğumuzu söylemeyiz, yaşamımızı onu yaşadığımız gibi anlatmayız, onu anlatacağımız gibi yaşarız, aşağı yukarı bu. Yaşamı anlatıya çevirmek ama anlatıya çevrilecek bir yaşamı sürdürmek, anlatmaya değer bir şeyler oluşturmak. Oluşumun oluşumu, iç içe geçmiş çemberler, aynalar, labirentler, nihayetinde Borges. Anlattıklarının arasından seçebilecek miyiz kendisini, kimliğinin akışkanlığından yola çıkarak bir kimlik biçebilecek miyiz ona, öylesi bir uğraşa girmek ister miyiz? Sanatın uçlarına varmak için bunu yapacağız. Ben yaptım, bana Twitter'dan Eve Sığmayan Oda önerdi bu metni. Mutlaka okumalıymışım, o zaman neden okumayayım dedim ve iki yıldır bana baktığı köşeden aldım. Sonunda. Bakın, küçük odamın duvarlarına tavana kadar raf monte ettim, okumadıklarımın bir bölümüyle odayı doldurdum. Hiçbiri okunmadı bunların, kimi on küsur yıldır okunmayı bekliyor ve hepsi üzerime ağırlığını bırakıyor, bu odada huzursuzluk kol geziyor, elimi çabuk tutmam için iyi yerleştirilmemiş birkaç kitap düşüyor arada sırada. Diğer oda da aynı şekilde çevrili ama yarısına yakını okumuş olduklarım, o yüzden rahatlar ama yine de mutlak bir huzurdan söz etmek mümkün değil, çünkü tekrar elime almayacaklarım arıza çıkarıyor bu kez, ben de üçe beşe satıyorum, öğrencilere veya arkadaşlarıma hediye ediyorum veya kütüphanelere bağışlıyorum. Yaşamın bir parçası, bu şekil. Neyse, metin üç bölümden oluşuyor, ilk bölüm "Yükseklerde". Anlatıcının aşkı bitmiş, işi alay konusu olmuş, annesi ve babası ölmüş, bütün arkadaşları sırt çevirmiş. Kapı ve pencereler sürgülü, bir tek kitaplar var artık derken bir konferans davetiyesi geliyor, son bir kez yola düşmek için bahane. Surabaya'ya gidilecek, Hitler'in mezarının olduğu yere. Başka, Joseph Conrad'ın bir metninde geçen Almayer'in de Suraba'yla bağlantısı var, büyük yazarın ilk romanının kahramanı Almayer bir mekan biçimleyici, başka pek çok metinle birlikte. Anlatıcı, coğrafyayı sanatla belirliyor, uçakta. Her şey Conrad'ın betimlediği gibi, yukarıdan bakınca. "Ben, gerçeği hep kitaplardan aldım ve eklenen bütün gerçekleri oyunun gösterimiyle ilgili, kendisi ile ilgili olmayan bir mizansen buluşu olarak kabul ettim. Dünya yüzünde hep okuyarak hareket ettim, çünkü benim için hayallerden daha kesin bir şey yoktu. Yaşamımı ve dünyayı kitaplar sayesinde açıkladım ve bunu yaparken de hiç hayal kırıklığına uğramadım. Benim için genellikle sanıldığı gibi kitaplardaki bilgi ikinci elden değil, gerçek sanılan şey ikinci eldendir. Kitaplarda yazılanlar hep doğru çıktı." (s. 12) Almayer anlatıcının yanında, okunan sayfalardan çıkıp yandaki koltuğa oturuyor ama o koltuk dolu, yaşlı bir adam var Almayer'in yerinde. Borges'ten bahsetmeye başlıyor adam, adı Christofari. Borges'in var olmadığı çok açık. Anlatıcı 1982'de imzalattığı kitabı anımsıyor. Münih, Güzel Sanatlar Akademisi, Borges bütün somutluğuyla önünde duruyor, imzasını atıyor ve varlığını sürdürüyor. Öyle mi? Chris hemen metinlere uzanıyor, Borges ve Ben'de dünyanın kopya edilerek görüntülenmeye çalıştığı ele alınıyor örneğin, o halde dünya Borges'i yarat(d)mıştır, görünür olmak için. Bir ele ihtiyaç var, Borges orada. Gizemleri kitaplarda aradı, yaşama pek az eğildi. Lugones'ten mecazı öğrendi, böylece her şeyi her şeyle denklemeyi bildi. Ama yoktu, Borges diye biri var olmadı hiç. Chris, Adolfo Bioy Casares'e odaklanıyor hemen, Borges'in 10 yaş küçük can dostu, yazar arkadaşı, birlikte kalem salladığı adam. Biorges = Bioy+Borges! B harfi iki ismi de karşılıyor, anlam aynı noktaya ulaşıyor. İlk denemelerden üçünü "gençlik hatası" gerekçesiyle reddetmiş Biorges, öykülerini ikinci eldenmiş gibi anlatması da ilk elin Bioy olmasından kaynaklıymış, Morel'in Buluşu nam metninde Bioy aslında kendi icadını anlatmış: Borges'in Biorges'ten ayrılıp şahsiyet kazanması. "Bu romanı okuyun, Bayım, çok açık bir biçimde anlamaya başlayacaksınız: Jorge Luis Borges, Adolfo Bioy Casares'in buluşudur." (s. 29) Octavio Paz'dan alıntılarla, Borges'in roman -varlık sebebi, yaşamın en sağlam kurgusu- yazmamış olmasıyla desteklenen bir görüş. Yarad(t)ılış bir buluşun sonucu, insana dair. Gerçeklerin yaradılışla bir ilgisi varsa gerçeklik Tanrı'ya ait, mevzu bahis durumda iki eylemin ortasında bulunan ayrıksı bir edim mevcut.
Derken bir türbülans, uçağın burnu yeryüzünü gösteriyor, bir karmaşa, anonslar, gerçeğin kurguya akışı, anlatının kesilişi. Eldeki romandan bölümler, Almayer'in yaşamıyla uçaktaki durumun iç içe geçmesi, çarpma anının hayali, ardından Chris'in iddialarının devamı. İsveç Akademisi'nin üyeleri bir şeylerden şüphelendikleri için Nobel ödülü konusunda kararsız kalmışlar. Bioy'un bulduğu aktör, Borges'in somutlaşmasını sağlayan aktör ne ölçüde rol yapabilir, büyük organizasyonlarda başarılı olabilir mi, bu tür kuşkular Borges'in yaşamın dışında bir noktada gösterilmesine yol açmış. Kendisini kütüphaneye kapatan, okumaktan gözlerini kör eden bir adam "Sartre'ın yakınmalarıyla karşılaştırılınca" körlükle ilgili akılsızca sözler ediyor, büyük bir yazarın söylemeyeceği sözler. Borges ve A, B, C kişileri arasındaki farksızlık da bir başka mesele, Ben denen şeyin herkesçe paylaşılan bir kavram olduğunu belirtiyor Borges, herkes aynılığı yaşıyor, Benlik açısından. Maria Kodama, Ernst Jünger, Elsa Astete Millan, hepsi oyunun bir parçası. Çalıntı bir yazın, çalıntı bir yaşamın en büyük eseri. "Ama: çalınmamış olan yaratılmamış demektir." (s. 47) Uçak iniyor, yollar ayrılıyor, Borges'in aslında pek bir kimse olmadığı, hiç kimse olduğu, hatta herkes olduğu fikri öylece duruyor, yaratılan bir yazarın yaratılan bir insanlık, yazın ve yaşam olduğu kabul görüyor. Doğrudan değil. "Kendi kendimi, atına atlayıp, dört yöne birden uzaklaşan biri gibi gördüm." (s. 48)
İkinci bölüm, "Patates Soymak". Cakarta'ya uzun bir yol gidilecek, yeni dünyaların keşfi. Anlatıcının konferansta konuşacağı konu, Don Quixote'u Cervantes'in değil, Shakespeare'in yazmış olması. Bir de bu mesele var, Borges yetmiyormuş gibi. Shakespeare'in bir Cervantes metnini tiyatroya uyarlama olay var, metinde yer almamış ama Shakespeare'in Cervantes'i ayıla bayıla okuduğunu biliyoruz. İkisi de 1616 yılının Aziz George yortusunda ölmüş. Don Quixote'nin özlediği "çelişkisiz gerçek" bütün edebiyatı peşinden gitmeye zorladı, sağduyuyu deliliğin gözleriyle aramak için arayışın esas kaynağı mevzuya bütünüyle kanalize edildi. Unamuno'ya göre Cervantes, Don Quixote'nin yazdığı bir karakter. Belki de Shakespeare'le aynı kişi, iddia bu yönde. Borges'le bir bağlantı daha: Pierre Menard'ın Quixote'nin yazarı olduğu iddiasını Borges atıyor ortaya. Bir öykünün gerçeklik iddiasında bulunabileceği kadar iddialı, öyleyse, bütün bunların ulaşacağı anlam nedir? Karanlıkların arasında belli belirsiz görülen, belki sadece sezilebilen bir noktada insanın tek bir görüntüsünü mü bulacağız? Her sözcüğün tek bir sözcüğe indirgenebileceği düzlem. Edebiyatın bir parça yaklaşabildiği. Tam orada.
Bu tür anlatıları sevenler için kaçırılmaması gerek, tek bir anlatının çeşitlenmesi fikrinden düşülen dipnotlarına kadar ilgi çekici. Okunsun lütfen. Eve Sığmayan Oda'ya sonsuz teşekkür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder