Şarkısı Bitmeyen Adam. Şarkı söyleniyor, yaşamın ta kendisi. Anneyle baba tanışıyorlar, evleniyorlar, anlatıcının ablası doğuyor, dört yaşında hayatını kaybediyor. Şarkı söyleyen adam iki damla yaş döküyor, ceketinde iz kalıyor. Anlatıcı doğuyor, annesi vefat ediyor bu kez. Meme vermek istemiyor bir ara, memesizliğe alışması gerektiğini söylüyor ama aslında annesizliğe hazırlıyor. Dut ağacının ardına gömülüyor anne, duttan bir kuş iniyor, yıldızların yeri şarkının sürerliğinde tayin ediliyor, kuşun gagasından bir damla içiyor anlatıcı, uzun vadede toprağa düşecek ama anlatıcının sözleri var daha, yaşam sürüyor ve en sonunda damlanın tadı kaybolmadan bitiyor öykü, patlayan bir silah olmadan. Kelâma şükrediyor anlatıcı, barut kokusundan kurtulmamızı sağlayan söz bittiğinde hemen bir diğer öyküye geçiyoruz, Kâbus Bitiren'e, en akışkan öyküye. Şöyle bir şey canlanıyor gözümde: Eskiciyan'ın aklına bir fikir geliyor veya fikir bir süredir var, itkisi dayanılmaz hale geliyor veya bir anda bir ışık parlıyor zihinde, adam oturuyor ve yazmaya başlıyor. Belli bir noktaya ulaşacak veya belli bir noktadan yola çıkacak. Çıkacaksa eğer, olağanüstü bir olay gerçekleştikten sonra, diyelim ki bu öyküdeki gibi bir kaktüs var, doktora getirilmiş ki doktorun elini öpsün. Neden öpsün? İyileştirildiği için. Kaktüs kişileştirildi, hemen bir isim kondu: Niyazi. Doktora gelindiğine göre anlatıcının da bir sıkıntısı olsun, kısa bir süre sonra öleceğini hissetsin ama Niyazi'nin tek başına yapamayacağını düşünüp doktordan bir istekte bulunsun, kendisi ölünce Niyazi'nin de öldürülmesini dilesin. Kâbusa bağlayalım her şeyi, uzun bir "haayııır" için kâbusu bitiren yegane nida diyelim. Son. Spontane fikirlerin uç uca eklenmesi, böyle midir acaba? Eskiciyan, bağladıklarını o an mı buluyorsun?
606 Numaralı Özel Odanın Hikâyesi, bu biraz zamana yayılmış gibi gözüküyor. "'Kusurun yoksa mürettep divansın, ancak kusurunla Beckett'sın.'" (s. 23) Bu söz çok yerde paylaşıldı, kitabın mottosu gibi bir şey oldu aslında. Konferans sırasında söyleniyor, söyleyen Onnig'in eli karnına gidiyor, adam yere yığılıyor ve Samuel hemen yardıma koşuyor. Doğru doktora. Anlatıcı özellikle şahit olmak istiyor, öykünün doktordan sonrası gelmeyecek gibi dururken anlatıcının keyfine şükrederek okumaya devam ediyoruz. Elindeki tırpanı duvara bırakıyor, kim olduğunu da öğrenmiş oluyoruz böylece, Onnig'e üzülmeye vakit bulamadan Tırpanlı'nın cüccük hareketine, nahına şahit oluyoruz, ortamdaki gerginliği dağıtmak için doktora çalışıyor ama doktor bunlara karşılık "sikinden osuruyor". Neler oluyor. İtalik bir tonda konuşmaya başlıyor Tırpanlı, dimdik harfler insan bedenine fazladan yük bindirmesin diye. Oyuna bak. Nihayetinde Tırpanlı'nın doktor için geldiğini öğreniyoruz, Tırpanlı'nın okura seslenişini de görüyoruz, biz de oradayız zira Tırpanlı neredeyse biz oradayız, tersi de geçerli.
Kitaba adını veren öykü, diğerlerinin arasında matraklığıyla öne çıkıyor. Aslında basit, Arat benzin işiyor. Hastaneye gitmiyor, laboratuvar faresi olmak istemediği için kimseye bir şey söylemiyor, işeyip arabasının deposunu dolduruyor. Durumu arkadaşı Tacettin'e söylüyor ne yazık ki, niye söylüyorsa, o kadar pimpirikli adam. Tacettin hemen şantaj yapıyor, para kazanmaya başlıyor ama Arat siktiri çekiyor tabii, ne yazık ki Tacettin CIA'e haber vermiş bile. Ödül olarak öldürülüyor ve Arat'ın ABD'ye götürülmesine neden oluyor. Hindistan'dan gelen bir kadınla evlendiriliyor Arat, kadın mütemadiyen bor sıçıyor. Çocukları değerli bir insan olacak, belli. Aşağı yukarı böyle, bir de yine anlatıcı giriyor araya ve öyküyü bitiriveriyor. Bir de varlığını hissettiriyor, Arat'ın yanındayken şahit olmuş her şeye, hatta Arat'ın bir öykünün içinde olduğunu bildiğini söylüyor. Karakterler kurmaca olduklarının farkında, oyunu biraz bozuyor bu ama bu tür bir oyunu baştan bozuk olarak kabul edersek bir sıkıntı yok. Son olarak, "Bilal'e anlatır gibi anlatmak" kalıbının kullanılmasını da bu kapsamda değerlendirebiliriz. Güldüm ama, yalan yok.
İğrenç Yeşil Gömlek. Simon çok çekiyor bu öyküde, pantolonunu olur olmadık zamanlarda indirmese hayatı daha kolay olurdu. Herkes başını çeviriyor ama Simon indiriyor işte, kendi kendine konuşuyor, hareketler yapıyor, herkes uzak duruyor adamdan. Gittiği bir AVM'de mekanın müdürüyle eşinin önünde indirmesi beyinleri yakıyor. Zamazingoyu gören müdür hemen koparıyor kayışı, eşinin de büllüğü görüp görmediğini merak ediyor. Kendi küsküsünün küçük olup olmadığını düşünüyor, kıyaslama yapmak istiyor. Kafa yandı bir kere, eşinin hiç sevmediği o yeşil gömleği hediye olarak alıyor ve aile ziyareti sırasında, herkesin içinde indiriveriyor pantolonu. Simon hastalık saçıyor, insanları teşhirciliğe sürüklüyor ama asıl mesele, bu olaya şahit olan eniklerden biri anlatıyor öyküyü. Neden? Eskiciyan'ın garip oyunlarından biri daha.
Pinti Yazarın Kahramanı son olsun. Bu da çok şamatalı bir öykü. Anlatıcı bir roman dosyası okuyor, arkadaşı yollamış. Kumru var, karakter. Otobüse binecek, Artin'le birlikte. Artin basıp geçiyor ama Kumru'nun akbili boş, dudidut dudidut diye çınlıyor otobüs. Artin inmiyor, otobüs gidiyor, Kumru kalıyor orada. Arkadaşı yardım istiyor anlatıcıdan, Kumru hâlâ durakta bekliyor, günlerdir orada. Anlatıcı kendini hazırlıyor, arkadaşı yazmaya başlar başlamaz yönlendiriyor onu. Eş zamanlı iki anlatı beliriyor, bir yanda arkadaşın yazdığı cümleler, diğer yanda araya giren anlatıcının yönlendirmeleri. Çok komik bence: "Kumru'nun beklediği otobüs, durağa yaklaştı. Lan otobüsü hemen getirtme, beklet az! Birden otobüsün tekerleği patladı. Yok içine bomba koysaydın! Sonra daha büyük bir patlama sesi duyuldu. HA'SİKTİR! Köpek otobüsü si... yazma artık! Beni buradan al!" (s. 65) Sonrası daha da geyik, anlatıcı kendini ejderhaya dönüştürtüyor falan, arada derede bir simitçi beliriyor ve Kumru'nun söylediklerinin kaynağının Kumru'dan mı yoksa yazardan mı doğduğunu soruyor, serbest dolaylı anlatıcı o kadar da serbest değil, tam bu noktaya sabitlenmiş durumda.
Kalan öykülerin başka meseleleri var, Eskiciyan'ın absürtlükten uzaklaşıp daha bireysel meselelere odaklandığı öyküler de varmış deyip biraz da üzülerek okuyoruz, çünkü ayrılık hikâyesi ağırlığını koyuyor ve bulunduğu öyküyü diğerlerinden daha baskın bir hale getiriyor.
Eskiciyan kafada havai fişek patlatıyor, okunması halinde bir süreliğine sıkıcı bir insan olmaktan kurtarır diye düşünüyorum, insan gariplikle doluyor. Ben doluyorum gerçi, başkasını bilmem. Teşekkürler Eskiciyan, ey Eskiciyan, can Eskiciyan, dost Eskiciyan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder