14 Mart 2013 Perşembe

Halid Ziya Uşaklıgil - İhtiyar Dost

Zerdüşt'ü veya Cibran'ın Ermiş'ini alalım. Tamamen almayalım, çok derin, inanılmaz felsefik şeyler söylemesin. Böyle hayat hakkında küçük tespitler yapsın, babacanlık yapsın, hey gidi hey filan desin. İşte İhtiyar Dost tam olarak bu. İhtiyar Dost için Halid Ziya'nın yansıması diyebiliriz. Kitabı hazırlayan Şemsettin Ünlü'nün tespiti şu:   "(...) Daha başka bir ifadeyle Halid Ziya bu eserinde, yukarıda belirttiğimiz türlü çeşitteki dünya görüşlerini doğrudan doğruya kendi ağzından değil de hayalinde yarattığı İhtiyar Dost adlı bir tipin ağzından anlatmış, bunları ortaya dökmüş, enine boyuna incelemiştir. Ne var ki bunları doğrudan doğruya değil, bir düşünürün ya da vaizin monoton konuşmaları olarak sıralamamış, yarattığı İhtiyar Dost'un ağzından dile getirmiştir. Onları monotonluktan kurtarmanın yolu olarak da araya birtakım küçük kahramanlar, değişik tipler ve olaylar katıp zaman zaman öykü kılığına da bürüyerek hareket kazandırmıştır.
Durum böyle olunca eser düşünceler romanı, daha doğrusu, Halid Ziya'nın Düşüncelerinin Romanı karakterini kazanmıştır." (s. 8-9)

Bunun yanında Halid Ziya'nın kendi görüşleri de var. Bunun bir makale kitabı mı, yoksa hikâye kitabı mı olduğunu kendisinin de bilmediğini, yargıyı okura bıraktığını söylüyor.

Ya bu kapak yine iyi, bende İnkılâp'tan çıkanı var, böyle rezalet bir kapak olamaz. Açık yeşil ve mor!?

Mevzu şu ki bir tane gencimiz var. Genç dediğim belki otuzlarında, belki yirmilerin sonunda. İhtiyar, dostumuza "çocuğum" diyor. Bu genç, ara ara "köye" gidip İhtiyar'ı ziyaret ediyor. Köy dediğimiz yer de Yeşilköy. Halid Ziya'nın yaşadığı köşk yaklaşık 30 yıl önce yıkılmış galiba, yerine apartman dikmişler. İşte apartman öncesi dönemler. Halid Ziya'nın Aşiyan'ı orası.

Üç beş tane hikâyeye bakalım, bir fikir verir.

Yegâne Dost: Genç adama Cemil diyelim. Cemil, İhtiyar'ı anlatıyor. Beraber doğmuşlar, beraber yaşamışlar da tek fark 10 yıllık bir zaman farkıymış gibi. Cemil'in İhtiyar'a karşı hissettikleri böyle. Tabii bir de kuşak farkının yarattığı düşünüş biçimleri var. Cemil, İhtiyar'ın daha analitik düşünebildiğini söylüyor. Olaylar arasında sağlıklı ilişkiler kurabilme, çıkarımlar yapıp geleceğe dair görüşler öne sürme. Bu tarz. Ya bildiğin adam çok şey biliyormuş işte. Filozof diyor Cemşit.

"İşte kaç yıldır hayatı açıkça bir ortaklıkla yaşıyoruz. O önce benliğimin altında açık seçik ama çizilmemiş bir biçimle uyurken ben kendisini bütün bellibellisizlik sislerinden sıyırarak meydana çıkardıktan sonra, kimi zaman hayat dedikleri ağır yükü sürekli birlikte asılıp çekerek, kimi zaman yalnız yokuşlara ve engebelere rastladıkça ben onun yardımına başvurarak, iki dost, bir ikiye katlanmış varlıkla yürüyoruz." (s. 17)

Böyle bir yakınlık var. Cemşit kaç kez zorluklara rastlamış, işte başına ne felaketler gelmiş, bu İhtiyar ona ışık olmuş. Falan. İhtiyar'ın tanıtımı.

Yeni Bir Maraz: Geçmişe saygısı olmayanın, geçmişi kabul etmeyenin ayvayı er geç yiyeceğine dair bir hikâye.

"Bir yüzyılın adamını yaratacaksınız. Ama yarının adamı olmak düne ilişkin tarihi unutturacaksa, toplumun eline geçen faydalı değil, zararlı bir öğedir. Kendi benliğine güvenen bir birey ortaya koyabilmek için eğer eski kuşaklara kin ve öfke taşıyan, kendi kişiliğinin saygınlığını babalarının horlanmasıyla elde edilebilir bir şey sayan bir inkarcı meydana getirilecekse, bilinmelidir ki geçmişe tüküren bir kimse geleceğe hak kazanmış değildir..." (s. 21)

Böyle hisler. Odaya İhtiyar'ın tanıdığı bir genç geliyor üstüne, Türk sanatı diye bir şeyin olmadığını kanıtlayan bir eser yazdığını söylüyor. Çocuk tam tip, karakter de değil. Batı tarzı giyinmiş, el sıkışı falan "Robert College çeşnisini" akla getiriyormuş. Neyse o. Tabii bunları Uşaklıgil'in zamanına göre değerlendirmek gerekiyor. Tabii Uşaklıgil'in kendi dönemini savunması olarak da ele alabiliriz. "Dekadanlık" olayının üstünden yıllar geçmiş olsa da o şekilde suçlanmak hâlâ üzücü olsa gerek. Mevzuyu bilmeyen kariler için biraz açıyorum: Acayip hisli, acayip kelimelerle dolu, dönem okuru için yabancı gelen metinlere, tabii yazarlara da, Ahmet Midhat'tan "Dekadan" suçlaması geliyor. Yani düşkünler, züppeler, öküzler, hayvanlar! Dsdf son ikisi yok. Neyse, gerek Hüseyin Cahit, gerek Cenap Şahabettin gayet yardırıcı bir savunmaya girişiyorlar. Ahmet Midhat da mevzuya biraz daha yakından bakınca, "Gençler haklıymışsınız, sizi biraz yersiz suçladım, kusura kalmayın," diyor, geri adım atıyor. Böyle. Neyse, yani edebiyatta farklı şeyler denemiş olsalar da bu adamlar öz sanatlarını çok çok iyi bilen adamlar. Farklı şeyler deniyorlar diye kendi sanatlarını bilmemekle suçlanmak da ayrı bir bırroluk.

Okuma Kudreti: İhtiyar'ın insan sarraflığı. Yalan söyleyeni şıp diye ayırıveriyormuş, bundan ötürü elemliymiş. Gerçekten da yalan olduğunu bile bile inanmak istiyoruz bazen. Bu konuda ünlü düşünür Feridun Düzağaç'ın nefis bir sözü geldi aklıma. Böyle konuşunca elimde pipo, boynumda fular belirmesini bekledim ama tanrı biraz yavaş çalışıyor bu günlerde galiba. Neyse, söz şu: "Bana biraz yalan söyle bu gece, ihtiyacım var." Evet.

Şimdi böyle insani hadiselerin yanında dönemin ince ayrıntılarını veren hikâyeler de mevcut, kitabın en önemli kısımlarını bence bunlar oluşturuyor. Mesela İstibdat Dönemi, mesela ithal mallar ve bunun gibi şeyler.

Tasarrufa Riayet: İhtiyar bir yemek yiyor, böyle bir yiyiş yok. Sanırsın Yahya Kemal masaya yumulmuş, bir eliyle dana yerken öbür eliyle şarap kovasını kafaya dikiyor. Yine geldi aklıma pis adam. Neyse, dayımız yiyor ama çikolata Amerika'dan, şeker Cava'dan, işte kahve Brezilya'dan, bilmem nereden. Sonra adeta Devlet Bahçeli'ye dönüşüyor ve, "Bizde niye yok?!" diyor. Böylece Devlet Bahçeli için Halid Ziya'nın reenkarnesi diyebiliyoruz.

Sağır Osman: II. Meşrutiyet zamanında Abdül'den kurtuldukları için başa gelen yeni elemanları tutmuştu Servet-i Fünun, sonradan gelenin gideni aratmasıyla bıraktılar. İşte bu hikâye Enver ve tayfasının tutulduğu zamanlardan. Sağır Osman, İhtiyar'ın kalfası mı, uşağı mı, öyle bir şey. Parasını ölü yatırımlarla ziyan ediyor. İhtiyar da diyor ki, "Bıro, sen gel, devletin iç borçlanma olayına gir. Bir verip beş al. Zengin ol, beni de gör." Devlete yardım etme temalı bir şey.

Bunun üç katı daha hikâye var, hepsinde dönemden ayrıntılar bulabilirsiniz. Metaforlar, dönemin uçarı genç nesli falan. Bir sürü.

Güzel işte, Halid Ziya seven okusun. Kabalcı'da 1 TL.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder