Murat Uyurkulak demiş ya işte karnavalda katliam çıkması gibi bu kitap diye, öyle değil. Bu kitap karnavalın ta kendisi. İster kuytuda adam öldürün, ister söylediğiniz yalanlara inananlara kıkır kıkır gülün. Tamamen size kalmış.
Murat Menteş'in söyleşilerini kıyısından köşesinden dinledim. Kendisi mesela odada oturan bir adamı anlatmanın artık meeh olduğunu söylüyordu. Katılmıyorum. Herkes odada oturmuştur, oturacaktır ya da bazı okurlar oturanın halinden anlayacaktır. Güneşin altında söylenmemiş bir sözün olmaması noktasından yola çıkarsak her yazarda o adam değişecektir, güneşin aynı kalmasına rağmen. Tanımadığımız biri olacaktır o, tanıdıklarımızdan bambaşka biri, dolayısıyla oturan bir adam, başka bir oturan adam değildir. Bunun dışında söylediği bir şey daha var, tamamen katılıyorum. Oyunlar oynamak lazım, bilerek ve isteyerek. Oulipovari. Uzun zamandır Perec'ten, Yaşam Kullanma Kılavuzu'ndan etkilenip etkilenmediğini düşünürdüm Menteş'in, bu romanda Perec Amca'ya rastlayarak doğruladım kendimi. Aynı şekilde reklam dünyasında yıllarca çalışıp en sonunda öeeh diyerek sektörden ayrılan ve güzel güzel şeyler yazıp aklımızı alan Frédéric Beigbeder'den de bahsedebiliriz. Menteş için karnaval yaratıcısı diyebiliriz bu konuda; Beigbeder'nin reklam dünyasına giydirmeleri, ki Palahniuk da buna dahil, Perec'in yapboz parçaları olan hikâyecikleri ve insanları, Tarantino'nun Tarantinoluğu ve adı geçen geçmeyen bir sürü şey. Kolaj, postiş, ne derseniz deyin, bir yerlerde Murat Menteş de mevcut, bütün ağırlığıyla. Güldüğü şeylere başka insanların da gülmesini sevdiğini söylüyordu bir yerde. Ben gülüyorum, biri yumruk yedikten sonra, "Buna bayıldı" gibi bir cümle vardı. Güldüm, sonra akışa kaptırdım kendimi. Okuduktan sonra nasıl bir tat kalıyor biliyor musunuz, uzun bir yolculukta verilen molalardan birinde yenen lezzetli bir yiyeceğin yola tekrar çıkınca unutulmuş tadı. Çok hızlı, belki de bu yüzden Murat Menteş'in romanlarının kısmen unutulma eşiği daha düşük. Yani Dublörün Dilemması'nda Baudrillard'ı unutmadık, meyve suyu hadisesini unutmadık ama bunlar oyun olmalarıyla yer etti. Edebiyatın ne olduğunu tartışmak gibi bir niyetim yok, çağın isteklerine de olabildiğince kulak tıkamak istiyorum. Sadece şunu söyleyeceğim; Murat Menteş'in romanında insana dair bir şeyler varsa da hız yüzünden flulaşıyor. Kaos, reklamlar, hız... Bunların arasında biz ne kadar varız, ya da ne kadar var olmak istiyoruz, okur ne kadar var olmak istiyor, ya da karakterler ne kadar var olmak istiyor, sıkıntı burada. Ruhi Mücerret elimde, onu da okuyacağım kısa bir zamanda, umarım Menteş o romanda farklı bir şeyler denemiştir diye düşünüyorum, zira tüm insanların bu keşmekeşi yaşıyor olması mümkün değil. Günümüzün edebiyatı bir şey istemiyor, verileni alıyor sadece. Tabii şu da var:
http://birazdabenkonusayim.wordpress.com/2013/04/11/murat-mentese-ovgu/
Doğru, yanlış, kafanıza göre. Bir reklam patlaması yaşıyor Ruhi Mücerret, Murat Menteş hiç durmadan alıntılar yapıp derdini anlatmaya devam ediyor, bu dertlere de katılıp katılmayabilirsiniz. Diyeceğim; yazar ne söylerse söylesin, okur nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, doğum günü pastasının içine konmuş bomba gibi bir kitap bu.
Olaylar çok karışık. Aşk Bakanlığı diye bir şey var, aşık olanlar bu bakanlıktan AŞKart alıyorlar. Bakanlığın üst düzey çalışanları öldürülüyor, Fu lakaplı basın danışmanı bu ölümlerin ardındaki gücün peşine düşüyor. Bütün oklar Hayati Tehlike'yi gösteriyor. Tehlike, mafyanın en baba adamlarından biri.
Müntekim Gıcırbey, Fu'nun liseden arkadaşı. Ünlü bir düşünürün söylediği gibi, bir insanın hayatı lisede nasılsa ilerleyen zamanlarda da öyle galiba. Ünlü bir düşünür olayını salladım ama söz doğru. Neyse, Müntekim de Menteş'e özgü ilginç şirket çalışanlarından biri. Haksızlık yapanların canına okuyor. Meşhur bir reklam patronunun altına sıçırtıyor bir konuşma sırasında, adamı yok ediyor falan. İşte neyse, Müntekim Şebnem Şibumi'ye aşık oluyor. Hayati de Şebnem'i elde etmek için bazı güzel numaralar çekiyor, sadece filmlerde olacak cinsten. Numaraları da mafyanın katakullilerinden aynen alıyor. Müntekim ve Hayati birbirine düşüyor falan. Acayip olaylar.
Bitmedi, süper kahramanlar grubu var, yaşlı aktörler, aktrisler. Hayati'nin evladı bir telekinetik. Müntekim'in II. Abdülhamit'ten kalma bir papağanı var. Bu bölümler Ersin Karabulut tarafından çizilmiş, metinsel bir anlatı yok. Bu da güzel, bu da bir oyun. Ondan sonra başka ne var, bir adet doktor zebellah zenci var, Müntekim'in adamı. Bir dünya insan.
Şey de var, daha gizli alıntılar, isim vermeden. 42. sayfada "sırlar mezarlığı kalp" hadisesi var. Menteş'in Halil Cibran okuduğunu düşündüm, Cibran'ın sırlara mezar olmakla ilgili bir iki güzel sözü var. Arayıp bulmaya üşendim şimdi.
Beigbeder dedik, al: "AŞKart'ınızı her üç yılda bir yenilemeniz gerekiyor." (s. 46) Hemen Aşkın Ömrü Üç Yıldır'ı hatırlayıp sırıtıyoruz.
Eh, ironik hadiseler de mevcut: "Kalabalık, intikam alamadığı için suça yönelen ilkel bir yaratık. Muğlak bir töhmet altında kalmak pahasına, şu karmaşık dünyada basit bir yaşama razı. Reklamlarla fişteklenen yığınların tek bildiği, örümcek ile sinek arasında pazarlık olmayacağı. Kitleleri etkileyen her söz yalan." (s. 161) Sayın kari, nasıl bir yorum çıkarırsan çıkar. Ben buram buram ironi kokusu aldım, alıyorum.
Roman içinde roman, ya da gerçek içinde roman, ya da tam tersi. Hayati Tehlike'yle Şebnem Şibumi tanışırken Şibumi kendini Dilara Dilemma diye tanıtıyor, Tehlike de bayanın çok nüktedan olduğunu, zira o romanı kendisinin de okuduğunu belirtiyor. Sonra bir de bakıyoruz, Müntekim işte liseden Nuh Tufan'ın arkadaşı, hatta Nafile Filinta olarak geçiyor. Kurgunun nerede bitip gerçeğin nerede başladığını ya da başlamadığını bulun da söyleyin bakalım.
Böyle. Birçok karakter sırayla anlatıcı rolüne bürünüyor, bu geçişler konusunda Menteş başarılı mı, eh. Üslubun dışına pek taşmamakla beraber yarattığı farklılıklar garipsetmiyor. Mesela Şibumi, tarih mezunu bir ablamız. Anlattığı gün tarihte neler olduğunu söyleyerek başlıyor lafa. Güzel bu, lakin en güzeli Hayati Tehlike'nin telekinetik evladı Gerçek Tehlike'nin anlattığı bölümler. O yaşlarda bir çocuk tam olarak öyle konuşur, birebir. Süper.
Böyle. Her karakter bir kurgu dünyasında bulunduğunu biliyormuş gibi, her birinin söyleyeceği erdemli, ağır bilgili sözleri var. Her biri küçük bir Ahmet Midhat Efendi. Her şeyi bir yana bıraktığımızda elimizde bir panayır var, okuyup keyfini çıkartalım ve Menteş'in ağır ağır istikamet değiştirmesini dileyelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder