6 Mart 2016 Pazar

David Hendy - Gürültü: Sesin Beşeri Tarihi

Robert Fulford, Anlatının Gücü nam on kaplan gücündeki kitabında Toynbee'nin tarihin yazımına getirdiği anlayışın eleştirildiği noktalar üzerinden alternatif uygulamaların belirdiğini anlatır. Belli bir dönemde yazılmış metinler üzerinden, belli bağlamlarla yapılan okumaların gerçeği daha dolaysız olarak ortaya çıkardığını söyler. İlk intihar mektubunun Antik Mısır'da ortaya çıktığı düşünülüyor, bu mektup üzerinden dönem insanının ölüm, doğa, rejim vs. hakkındaki görüşlerini bulabiliriz, benzer metinlerle karşılaştırarak okuyabiliriz ve daha bir sürü şey. Fulford, tarihin hayat kadınları, kasaplar, dilenciler vs. tarafından daha kesin bir şekilde aktarılabileceğini, bu tür araştırmaların yapılması gerektiğini söyler. Foucault'nun soykütüksel analiz nanesine benziyor.

Hendy bir anlamda bu bakışın kaydını tutuyor, sesin tarihiyle insanlığın tarihine bir pencere açıyor, Cro-Magnon dedelerimizin mağara duvarlarına bir şeyler çiziktirdiği zamanlardan günümüze kadar sesin insanoğlu açısından önemini, anlamını inceliyor. Bu tür araştırmalar oldukça ilgi çekici. En son İletişim'den mutfakla alakalı bir kitap çıktı, orada da yemek kültürüyle tarih ilişkisi irdeleniyor zannediyorum. Yani okuyalım, ilginç mevzular bunlar.


Çok acayip işlerin adamı John Cage'in dediği, gürültüyü gerçekten dinlemeye başlayana kadar rahatsız ettiği. Misal 4'33". Sonrasında büyünün altında kalıyoruz ve melodilerle, ritimlerle döşeli dünyamız genişliyor, gürültüler diğer gürültülerle birleşiyor ve kocaman bir bahçe. Gök gürültüleri, ezan, çanlar, vapurlar. İlişkileri inceliyor Hendy, iktidar-birey, korku-doğal dünya ilişkisi ve yığılı katmanlar arasında sesi cımbızla çekip tabakalar arasında kurulan bağı inceliyor.

Kronolojik bölümleme Tarihöncesi Ses İzleri ile başlıyor.

Batı ve Orta Avrupa'da yer alan mağara resimleri, atalarımızın ilk çizim çalışmaları olarak ününü sürdürüyor. Bu çizimler mevzusunda Can'dan çıkan İnsanlığın En Eski Muamması'nı tavsiye ediyorum, insanın mücadele ettiği şeyi yaratması çok, çok eskilere dayanıyor. Bu resimlerde hayvanlar, insanlar, av sahneleri, yaşama dair birçok detay mevcut. Hendy'nin incelemesine göre bu resimlerin çizildiği alan, mağaranın en ilginç sesi çıkardığı nokta. Yankılar, akustiğin büyüsü yaratıcılığı artırıyor. Ses-imge ilişkisinin ilk görüldüğü yer bu mağaralar. Anlamlandırılamayan duygular insanlara sihir gibi geliyordu, bu yüzden konuşan kayalara adlar takıldı, taşlar birbirine vuruldu ve ruhani bir dünya yaratıldı. Yaratmak için sessizliği -geceyi de diyebiliriz- bekleyen insanların yanında sesin büyülü dünyasından, gürültüden, kaostan düzeni yaratanlar da ortaya çıktı. Ritimlerin yansımaları davullarda yaşamaya başlayınca haberleşme imkanı da doğmuş oldu; kalp atışı, adımların sabit ritmi gibi doğal ritimler kopyalandı ve avlanma etkinlikleri başta olmak üzere birçok mevzuda kullanıldı. İlk topluluklar oluştuğunda diğerlerini korkutmak bir savunma aracı haline geldi, topluluk kimliğinin oluşmasında önemli bir yeri oldu. Düzenin bilinen, akılcı sesleri. Bir de fremenleri hatırlayın, Dune'un emekçileri. Solucanlara yem olmamak için çölde düzensiz, kaotik adımlarla yürürler. İki türlü de yaşam var ama bizim eğilimimiz daha rasyonel olan dünyamızda düz bir çizgi halinde ilerliyor. Fremenlerin müzik gelenekleriyle ilgili bir bilgi var mıydı hatırlamıyorum, bu açıdan yapılacak bir incelemede ilginç sonuçlara ulaşırdık belki.

"Doğa ses aracılığıyla hem seyir sistemimiz, hem saatimiz, hem de takvimimizdir." (s. 40)

Kuşların ve rüzgarın sesi taklitleri doğurdu, insanlar sesleri taklit etti ve anlamlandırmaya çalıştığı dünyada, belki de ilk yapması gereken şey olarak isimlendirmeye girişti, bu taklitlerle. Sonra doğanın fiziksel yapısı taklit edildi, taştan duvarlar arasında büyüleyici bir akustik yakalandı. Stonehenge, Skara Brae gibi örnekler, insanın kavrayabildiğinin ötesindeki dünyaya erişmek için çaba gösterdiğinin kanıtı. Bu yerleri tarif eden kelimelerden biri dört anlama sahip; karanlık, saklanma yeri, sessizlik, rüya görme. Mekanların yaratımından sonra kendi sesini yarattı insan, şamanlar ortaya çıktı ve kimlik kazanan toplumun hiyerarşik yapıya kavuşmasında belirleyici oldu. Bunun yanında tanrılara da seslerle ulaşıldı ve onların da seslerle iletişime geçtiğine inanıldı.

Hitabet Çağı bölümünde hikâye anlatıcılığının insanlar üzerindeki etkisi inceleniyor, Cicero ve Obama arasında çarpıcı benzerlikler kuruluyor. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş döneminde İlyada'nın hem sözlü hem yazılı bir eser olması üzerinden antik dünyada ses-sanat ilişkisi irdeleniyor.

Kentler ortaya çıkmaya başladığında sesin yolculuğu bitmek bilmez bir hal alıyor. Eskinin sesi yöneten yapılarından sonra gelen düzensiz yerleşim ve insan nüfusunun küçük alanlarda çoğalması, bizim çok iyi bildiğimiz gürültüyü yaratıyor. Antik Roma'da bu gürültünün ortaya çıkışı ve refah düzeyi yüksek sınıfın gürültüden kaçmak için yaptıkları çok ilginç. Altta kalanlar gürültüden kurtulamıyor ama durumları bizimkinden çok daha iyiydi sanıyorum. Küçükyalı'da Minibüs Caddesi üzerinde oturuyorum, var mı ötesi?

Din, isyanlar, devrimler, Sanayi Devrimi, makineler, radyo, AVM'ler, sesin yahut gürültünün her yerde yeniden yaratılıp kullanılması insanın yol haritasını çiziyor. Sesi öğrendik, çoğalttık, inceleyip doğasını çözdük ve iktidara kaptırdık. Yine de isyanlarda, gösterilerde, karnavallarda aynı şekilde kullanılır, iktidarı korkutur ve yeri gelir, devirir.

Gürültünün binlerce yıllık yolculuğuna bir bakış. Pek sevdiğim Kolektif Kitap'tan. Bu yayınevini bir inceleyin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder