29 Mart 2016 Salı

Orhan Duru - İstanbulin

İstanbulin bir fes, bir kıyafet ve Orhan Duru'nun denemelerinden oluşan bir kitap. Orhan Duru bilmediğiniz gibi Demir Özlü, Ferit Edgü gibi diğer pek bilinmeyenlerle birlikte aynı ortamların havasını solumuş, "bilim kurgu" adına kavuşmamızı sağlamış ve öyküleriyle üniversite yıllarıma damga vurmuş merhum yazardır. Sezer Duru'nun eşidir, birlikte yazdıkları O Pera'daki Hayalet'te Hayalet Oğuz'u ne güzel anlatmışlardır. İyidir yani.

Orhan Duru'nun İstanbul izlenimleri seksen farklı zamana ve mekana açılıyor. Yılların değiştire değiştire, çoğalta çoğalta doyamadığı kaosun zaman zaman peydah olan anlaşılır manzaralarına bakınca farklı şehirler gibi algılanan megapolün kiri, pası, nostaljisi, güzelliği, her şeyi ortaya çıkıyor. Çöp dağlarının bombatik etkisinden sokak isimlerine, pek çok mevzuda Duru'nun oynattığı kalem için teşekkürü borç bildim. Birçok İstanbul'u birçok kılık içinde bulacaksınız, nefis olmuş. Bunların arasında zaman zaman Ferit Edgü'yle Taksim gezintisi, sanatçı dostların masa başı halleri belirebilir, ilgiyle okunuyor ama ilk deneme en mühimlerinden biri, şehirde yaşamak ve edebiyatla ilgili. Bir konferans metni, konferans tartışmalar yüzünden gerçekleşememiş.

Duru, bir şehir insanı olduğunu ve doğayı ne kadar özlerse özlesin en fazla on gün boyunca ağaçlara, denize ve temiz havaya katlanabildiğini söylüyor, sonrasında kente dönüyormuş. Kaosa ve insanlara dönüyordur aslında. Doğanın evlere dek dallanıp budaklandığı yerlerde kendi sesinden başka bir sesi arayabilir insan ama kendine katlanabildiği ölçüde aramaz, başkalarına şiddetli bir ihtiyaç duymaz bir süre. İki farklı yedi günlük süreç hatırlıyorum, birinde kar tatilinden ötürü evden çıkmadım, kimseyle konuşmadım. Beldenin birazcık dışında, gelenin gidenin olmadığı bir yerde yaşıyordum. Önümde deniz, arkamda orman vardı. Delirecektim. Diğerinde yine bir tatil, bu kez aradan bir sene geçmiş, hayatımın en dolu bir haftası olabilir. Kendi sesime alıştığımdandır. On gün şehrin bağlarından kurtulmaya yetmeyecek bir süre. Kurtuldum diyebilirim, sonra düş kurdum, önünü alamadım ve tekrar İstanbul. Ne güzel diyor Duru; "Düş kuramayanlar ve çılgın amaçlar peşinde koşmayanlar kentlerde yaşamasın daha iyi." (s. 10)

Edebiyat olayı da yine Duru'nun bir saptaması. Türkiye'de edebiyatın sadece kentliler için olduğunu söylüyor. Okuyan tayfanın kentlere yığıldığı malum. Gerek kültürel gelişmeleri yerinden takip etmek ve bu işlere bir yerinden dahil olmak, gerek köyün, kasabanın yoğun yalnızlık duygusundansa şehirdeki seyreltilmiş yalnızlığı yaşamak cezbediyor. Köy edebiyatı da kentliler için. Kentlilerin edebiyatı kendine.

karanlık city başlıklı denemeyle birlikte şehrin sokaklarına iniyoruz. Köpekler, çöpler, sağdan soldan yükselen dumanlar, travestiler, insanın üstüne üstüne eğilen binalar. Bildiğimiz Dark City olmuş burası. Değişmiş, hiçbir adın eski anlamı yok. Mesela istanbul'un düş kırıklıkları adlı bölüm.

"Sıraselviler'de selvi yok.
Sıracevizler'de ceviz yok.
Topağacında ağaç yok.
Söğütlü Çeşme'de söğüt yok.
Bostancı'da bostan yok." (s. 14)

Daha da gidiyor. Küçükyalı'da yalı yok, İdealtepe'de Platon yok?

cangilistaniye/cangilislambol: Sanayi kuruluşları, kat karşılığı köşk, kara dumanlar, Gemlik'te beton göreceksiniz, sakın şaşırmayın. Erenköy'ün son köşklerini şu aralar görebilirsiniz, numunelik kaldı bir iki tane.

Tarih olmuş dükkanlar, tarih olmuş sokaklar, tatlar, esnaf lokantaları, insanlar, hepsinin tarihçesini tutuyor Duru. İstanbul Ansiklopedisi'ni açıp birazcık kurcalamak nelerin yok olduğunu görmek için iyi, hayıflanmanınsa çaresi yok. Kuru bir anlatı beklemeyin, Duru'nun mizahını seversiniz. Nostaljisini de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder