20 Mart 2016 Pazar

Tuncer Erdem - Denizlerimizde Rüzgâr

Tuncer Erdem, birçok yayın organında birçok eseriyle yer almış çok yönlü bir kişi. Mesela Gırgır'dan ayrılıp Limon'u kuranlar arasında. Mesela ressam, çizer, karikatürist, yazar. Bu üçüncü öykü kitabı. Günümüzde neler oluyor, neler yazılıyor diye merak ediyorum ama dergileri takip edemiyorum. Aslında bunu yapmak gerekir, asıl güncel mevzular orada ama kitaplardan olmuyor. Öyküleri kitaplaşanları ancak. Eh. Tuncer Erdem'i de takibe alıyorum.

Bir Geri Dönüşüm Hikâyesi: Poşete tutulan kamera. Neydi o filmin adı, American Beauty'de miydi şu oradan oraya süzülen poşet? Evet, bir dönüşüm hikâyesi; kameranın arkasında görülenler lüks raflar, orta sınıf bir ailenin direği, yoksulluk, kent ve yalnız insanlar. Bir poşet bu kadar acı çekebilirdi.

Denizlerimizde Rüzgâr: Kıble, keşişleme, rüzgârlı deniz kıyısında -dedim ve bu yazının şarkısını bulmuş oldum- yaşlıca bir adamın rüzgâr haberlerini dinleyip karısından, evinden saklanması bilmem ne anlatır? Denize birkaç adım, karısıyla polisler hemen yanından geçiyor, kadın ağlıyor. Misafirleri vardı, gelemeyecekler. Yemek yapılmayacak. Ortalık dağınık kalacak, ev işleri aksıyor. İşe uykusuz gidecek çünkü geciken işler geriye kalan günün büyük bir bölümünü çalacak. Adam... O sadece rüzgârın peşinde. Rüzgârın ve kaybolmanın.

Yol Kenarı: Kameralar kargada bu kez. Arkada yine şehir, insanlar, bilmem ne. Karganın bir yamuğunu göremesek de her şey gördüğümüzden ibaret değil, spot ışıklarını üzerinde hisseden çocuk, balıklarını bıraktığı yerde bulamadığında karganın katakullisini anlarız. Her şey görünmediği gibidir. Biraz.

Koku: Merhaba Keret.

Adamımız memur, yorulu zamanını geride bırakmak üzere minibüse biniyor ama çantası mantası, günü atlatmayı engelleyen her şey yanında. Duvardaki deliği görene dek. Dolmuştan iniyor, delikten geçiyor ve manzarada kaybolmak için deliği kapıyor. Bu adamın kaybolduğunu söyleyemeyiz, yaşamadığını söyleyemeyiz, bir manzarada yitip gidenler için zaferdir bu öykü.

Dünyanın Muhteviyatı: İçinde bir parçacık incelik kalan herkesin öyküsü bu, incelikler yabancı dünyaları birleştirdiği ölçüde büyüyor ve dünya kocaman bir orman. Umarım.

Yorgun bir işçi sınıfı neferi, eve döndüğünde karısını ve çocuklarını beklerken kestirmeye karar veriyor ama o da ne, kapı çalıyor. Yan komşu mu, alt komşu mu, şimdi hatırlamıyorum, ressam bir kardeşimiz geliyor ve işçi sınıfı neferinden kendisine modellik etmesini istiyor. Adamımız da gidiyor, modellik yapıyor, konuşuyorlar, normalde hiç söylenmeyecek sözcükler söyleniyor, cümleler kuruluyor ve iki ağaç orada sarmaş dolaş. Belki orman çoktan kesili ama ağaçların soyu tükenmeyecek.

Bir bu kadar daha öykü var, benden tavsiye. Tek beğenmediğim şey aşırı hesaplılık oldu. Erdem, öykülerini düşünerek yazıyor sanırım, her şey yerli yerinde çünkü. Ev olduğu gibi, sokaklar olduğu gibi, insanlar hep oldukları gibi. Belli bir zamanda başlayıp biten öyküler, durumlar üzerinden giden bir anlatı. Daha çok renk daha güzel bir şey çıkartırdı ortaya sanıyorum. Her neyse, hoşunuza gidecek.


Şarkıdan hikâyeye yol. Lise zamanlarımdan beri normal kahramanım Cenk Taner'in bu şarkısını her dinlediğimde aklıma Ece gelir. Ece aşık olduğum ilk şahıs/kurum/kuruluştur ve korkarak zannederim ki tüm ilişkilerim kendisiyle yaşadığım eğlenceli ve acılı mevzunun bir nevi türevidir, çeşitlemesidir. Umarım öyle değildir ama veriler tersini gösteriyor. Her neyse, uzunca bir süre görüşmedikten sonra geçende toplandık. ABD'den Volkan da geldi, lisenin büyük bir bölümü oradaydı.



Şarkı nasıl başlıyor işte, şöyle:

"büyüdüğümüz yer rüzgarlı deniz kıyısı.
orada kaldı ilk aşkın tadı.
yalnız mıdır, evli mi?
aslında ne fark eder ki şimdi?"

Şimdi bunu öğrenmek fark etmez, eğer uzaktaysa. Stalker değilseniz öğrenemezsiniz de. Şahsen ben bu yolu tercih ediyorum; çok önemli bir neden olmadıkça iletişim kurmuyorum ki böyle bir neden genellikle olmuyor. Herhangi bir mecrada takip etmiyorum, ortak arkadaşlar varsa durumu anlatıyorum falan. Acı çekiliyor, özümseniyor ve yola devam ediliyor, öbür türlü hep geri hep geri, insan donup kalıyor geçmişinde. Sevmiyorum bunu, Ece'de yaşadım ve atlatmak yıllar aldı. Bir daha kendime yapamam böyle bir şey.

Aşık olalı 14 yıl oldu, şarkıyı ilk kez dinleyeli 12 yıl. 10 yıl falan hep bu ilk dört dizeyi düşündüm, bazı bazı gülümsedim, bazen üzüldüm ama kopamadım şarkıdan bir türlü. Sonra iki gece önce konuştuk, Ece için güzel şeyler yakın. Mutlu oldum, bu bir yük değil, ağırlığı yok. Yani fark eder, etmeli. Yıllar sonra olsa bile. Her ne yaşanmış olursa olsun. O bağ bir kez kurulmuşsa, acıdan başka bir şey kalmışsa geriye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder