20 Haziran 2016 Pazartesi

Bülent Somay - Şarkı Okuma Rehberi

Mevzusu belli şarkılar vardır, mesela şu:


Adam hayatının muhasebesini yapıyor, kız gitmiş, bizimki cascavlak kalmış. Anlaşılabilir. Konulu bir başka şarkı da şu:


Yaşamak çok zor, önüme çıkana iki kafa atmadan devam edemeyeceğim meseleli bir başka şarkı. Yoruma pek açık değiller. Derinlik yok diyemeyeceğim, mis gibi düşündürebilirler ama Bülent Somay'ın seçtiği şarkılar şiirin alımlanıp pullanıp başka başka şiirlere, şarkılara kapı açması gibi farklı istikametleri hatırlatır. Kendi de bir yerde söyler; şarkıların sözleriyle şiir arasında küçücük gibi gözükse de koca bir dünyalık fark vardır: müzik. Cohen şarkı yazmaya başlamadan önce nispeten tanınmış bir şairdi ama şiirin yetmediği noktada singer/songwriter olarak anlattı derdini. Sözler kağıt üstünde kalmadı, müziğin sözleriyle işlendi ve anlam kendini çoğalttı. Somay'ın çok yerinde bir tespitini olduğu gibi alıyorum, Cohen'ın güzelliğinin yanısıra bizim edebiyat çetelerine ve müzik endüstrisine sağlam bir giydirme içerir: "Her alan kendi kurallarını, kendi 'raconunu', kendi yeniden üretim koşullarını oluşturur, artık 'dışarıdan' gelecek müdahalelere tahammül edilemez. Böylece bir yandan dev bir müzik sanayii oluşup müzisyenleri ve müzisyen adaylarını dev değirmen taşları gibi öğütmeye, ya yok etmeye ya da budayarak ortalamaya uydurmaya, sıradanlaştırmaya başlar; bir yandan da sanayileşebilecek kadar yaygın bir tüketici kitlesi olmayan şiir, kendine jüriler, yarışmalar, özel yayın organları ve ödüllerden kurulu seçkinci bir lonca sistemi üretir. Şiirle müzik arasında duruyorsanız, tercihiniz kırk katırla kırk satır arasındadır: Ya daha popüler olduğu için sanayileşmiş, kapitalistleşmiş olan müzik alanına girip 'serbest piyasa' koşullarına kurban gideceksiniz, ya da pre-kapitalist lonca sistemi içinde kalan şiirin alanına kapanıp, bir gün seçkinlerin kaymak tabakasının gözüne gireceğiniz anı bekleyeceksiniz." (s. 12) Leonard Cohen'ın ikisinden de uzak durduğunu belirten Somay, bu yüzden bir numaralı adamının Cohen olduğunu ekler. Cohen gerçekten de hiçbir klana dahil olmamıştır, anlamı sadece kendinden menkul bir şarkı gibi.

Somay için şarkıların bir açıklaması olmamalıdır, şarkı sadece kendisi için vardır. Bu kitabın meselesi, Bülent Somay'ın şarkıları nasıl "okuduğu", bu konuda Asimov'dan verdiği örnek de oldukça yerinde. Asimov, katıldığı bir konferansta eserlerini yorumlayan birine, yorumlarına katılmadığını belirtir ama adamın cevabı ibretliktir: En doğru yorumu eserlerin yazarının yapıp yapmayacağı muammadır. Şarkı, yazarının bile farklı zamanlarda farklı şekillerde yorumlayabileceği bir üründür, sabit bir anlama sahip değildir. Yine Somay'ın deyişiyle bir şarkının 15 yıl arayla dinlendiğinde taşıyacağı anlam bir olmayacaktır, alımlama her seferinde farklı bir biçimde gerçekleşecektir. Dolayısıyla incelenen şarkıların anlamı o ana aittir, bizim için de okuduğumuz ana. Klasikleri 10 yılda bir tekrar okumamız gerektiğini söylerler, aynı mantık. Bu kitabı beş yıl sonra okursanız farklı anlamlar çıkaracaksınız yani. Biz Somay'ın "o an" neler düşündüğüne bakalım.


Tufandan Sonra Ne Olacak?: Tufan, yeryüzünde ne kadar zındıklık varsa alıp götürmüştü. Peter Gabriel şarkının üç farklı versiyonunu yarattı ve her seferinde farklı bir arınma sundu. Somay, şarkının gerçekten küresel ısınmayı anlattığını da düşündüğünü belirtiyor ama metaforik olarak tufanın daha derin bir anlamı olduğunu ekliyor.

"Yön almanın anlamı ne/Bir taraf seçemiyoruz bile"

Somay, metaforun "1968 sonrası" dönemine atıfta bulunduğunu belirterek başlıyor. 47'liler'i, Bir Gün Tek Başına'yı falan okuyanlar için yabancı olmayan meseleler çıkıyor karşımıza. Devrimlerin en güzeline inandı insanlar ama o devrim çoktan satılmıştı. The Sopranos'ta söylenir, Dave Grohl Learn to Fly'da söyler, George Carlin gösterilerinde söyler. Sendikalar, hükümetler, kapitalist sistem devrimi bir güzel sindirmiş, devrimin ikonlarını kullanarak devrimcilerin çocuklarından dahi paraları cukkalamıştır. Somay'ın bu yenilgiye cevabı "ya o/ya bu" şeklinde bir çıkıştan ziyade, başkalarınca belirlenmiş yolların dışında bir üçüncü, dördüncü yol bulmanın gerekliliğidir.


Suzanne: Suzanne'in tuttuğu aynada çiçekler, çöpler, yosunlar ve sevgi peşinde çocuklar var. Kişiliğin parçaları diyebiliriz. Somay için Suzanne bir aynadır, kişiye kendini gösterir. Marx'tan Cohen'a benzer düşünceler aktarılagelir; insan kendini bir başka insanda tanır ve tanıdıkça aynayı tutana aşık olur. Tabii başka insanlara ayna olmayı öğrendikten sonra. Herkese ayna olmak söz konusu olduğu zaman insan içindeki Don Juan'ı derinlere gömmek istiyor ama onunla yüzleşmek belki de en iyisi, diyor Somay.


Niçin Şarkı Söylüyorum?: Pinochet demir yumruğunu indirdiği zaman Jara'nın parmaklarını kırdılar, sonra gitar delik deşik edildi, susturuldu. Gitar bir araçtı, insanın "iyi" yanını ortaya çıkaran, ruhu sağaltan, özgürlük şarkıları söyleten bir araç. Günlük hayatın sıradanlıklarını yaratmanın sihriyle çekilebilir hale getiriyoruz. Yok edemeyiz, ortadan kaldıramayız ama makul bir ölçüde katlanılır kılabiliriz. His ve akıl, basit bir araçla birleştirilebilir ve insanı yıldızlara çıkartabilir. Somay'ın gitarıyla ve Jara'yla kurduğu ilişki belli ki çok özel. Hatta dipnot olarak anlattığına göre el yapımı gitarı kırılıyor, Erkan Oğur tarafından tamir ediliyor ve ilk albümlerinin kaydında perdesiz hale getirilerek kullanılıyor. Ne kadar güzel.

Working Class Hero'da işçi sınıfının tanımı, yapabilecekleri ve şarkıdaki ironi ele alınıyor. Fragile'da pasifizmin işe yaramadığı anlatılıyor, gerçi 10 sene sonra eklediğine göre Somay, tetiği çekmek yerine vurulmayı tercih edermiş. Famous Blue Raincoat kitabın en ilginç bölümü olabilir, Freud üzerinden kadın-erkek ilişkileri, iktidar kavramıyla birlikte ele alınıyor ve kıskançlığın kaynakları irdeleniyor.

Düşündüklerimiz üzerinden şarkıları yorumladık, şarkılar bizi farklı yerlere götürdü ve aklımızı allak bullak etti, bu kez onlar tarafından değiştirilmeye müsamaha gösterdik, şarkılar başka şarkılara yol gösterdi, şiirlere çıkan yollardan tekrar şarkılara döndük, metinlerarasılık bir fırtına gibi esti, hemhal olabilmek için elimize gitar aldık, seslerle sözleri birbirine kattık, bitmeyen bir yolculukta seyreder dururuz. Mozaik'in has adamı Somay, seslerle olduğu kadar sözlerle de başarılı bir şekilde oynuyor ve şarkıları kendince okuyor, başka anlamların da görülebileceğini anlatıyor. Bir Somay'dan, bir de bu gecenin adamı ilan ettiğim Nick Drake'ten üç şiir-şarkıyla bitiriyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder