7 Haziran 2016 Salı

Stephen King - Kâbuslar Pazarı

Kitap yazısı aşağıda, şahane bir hava olduğu için müzikten, liseden ve gençlikten bahsetmek istiyorum. Dileyen buraları geçsin.

Yolları şarkılarla ölçerim. Okula giderken Amorphis'ten Tuonela, Death'ten See Through Dreams. Dershaneye giderken Dream Theater'dan Finally Free, Fates Warning'ten The Eleventh Hour. Çeşitli istikametlere çeşitli şarkılar, hepsinin arasına Opeth şarkılarını yerleştirin. Lise zamanları böyle geçti; ezilmeye beş kala air guitar ile coşardım. Çok küfür yemişimdir ama müzik muhteşem bir şey. Opeth hele.

Ayıramıyorum, her albümü ayrı sevsem de Still Life daha bir güzel gelirdi. Soğuk, tedirgin edici. O zamanlar erginliği yakalamaya çalışırdım, kitaplarla veya müzikle gelmeyecekse erginlik neye yarardı ki? Yaramadı da zaten, hoş bir şey değilmiş. Şarkılar ne olursa olsun kaybolmuyor neyse ki. Konsept bir albüm Still Life, hikâyesini kendimize uydurup o yalnızlığı da çekerdik. Adamımızın Melinda'ya duyduğu aşkla bizim kıçı kırık lise aşkları bir değil miydi? Aynı defi yaşamadık mı? Sonuna kadar. O zaman aradan 13 yıl geçtikten sonra, şu güzel yağmurun altında bir Opeth patlatırız be. Al ulan, ah Melinda.



"Gelin kuzucuklarım," diyor King, ısırmayacak gibi gözüküyor. Adile Teyze'ye bağlamasının sebebi belli, iyice yaşlandı. Ciddi bir kaza atlattı, zar zor iyileşti ve yazmaya devam etti, hala yazıyor. Eski performansının çok uzağında olduğunu söyleyenler var, yazdığı yeni şeylerin de pek güzel olduğunu söyleyenler var. Sadece şunu söyleyeceğim, bu adam bu yaşında yazmaya devam ediyorsa, okutmaya devam ediyorsa daha yapacağı çok iş var demektir. Yeni bir seri beklememek lazım, adam bir şiirden koca bir saga yarattı, yeter. Öyküden ve romandan yürümeye devam ediyor. İkisinin yazım aşamasını kıyaslıyor ve öykünün yazımının daha zor olduğunu söylüyor. Öykü bir esin anında fikir olarak belirebilir, hatta nasıl başlayıp nasıl biteceği bir anda şekillenebilir ama roman öyle değildir, tekrar tekrar denenen, yazılan bir şeydir. King, öykülerin hikâyesini anlatırken bu durum daha iyi anlaşılıyor.

Öyküler ısırabilir, uyarı bu yönde. Uyumadan önce kapının neden aralık olduğunu düşündüren türden öyküler bu huzursuzluğu yaratıyor King. Kısaca şu: Kapıya asılı gömleğinizin bir an için bir varlığın üzerinde olduğunu, yatağınızın altında bir varlığın nefes alıp verdiğini, dolabın kapağının yavaş yavaş aralandığını düşünenlerdenseniz bu kitap uykuyu getirmek için iyi bir tercih değil. Küçük korkuların sürekli huzursuz ettiği ruhlar için çok sıkıntılı bir kitap.

Mile 81: Yılın belli zamanlarında kullanılan bir yol üzerinde terk edilmiş sosyal bir tesis var, Peter adlı çocuğumuz burayı keşfe geliyor ve uykuya dalıyor. Peter ve abisi arasındaki ilişki birkaç sayfa boyunca anlatılıyor, işler acayipleşmeden önce normal dünyaya bir pencere açıyor King, böylece yabancılaşma ve korku hissi artacak.

Buick 8, Christine, içine ecinni girmiş pres makinesi, maymun oyuncağı, King'in tipik mahluğu yine ortada ama bu kez uzaydan geliyor. Uzaylılar pek çok King eserinde ortaya çıkar, burada araba biçiminde beliriyor. Clive Barker'ın Rawhead Rex'iyle paralel bir çizgide ilerliyor öykü; yabancı bir varlığın bir anda peydah olması ve önüne geleni yemesi.

Oradan geçen bir kadın, satın aldığı atıyla birlikte yolculuk ederken camları çamurla kaplı, kapısı aralık bir araç görüyor ve kenara park edip aracın yanına gidiyor. Araba, kendisine dokunanı çatır çutur yemeye başlıyor. Önce bu kadın, sonra başka bir araçla seyahat eden ailenin babası, sonra oraya gelen bir polis memuru teker teker yem oluyorlar. Sonunda Peter uyanıyor, aracın yanına gidiyor ve çocuk aklıyla inandığı şekilde araçla savaşıyor, yanında taşıdığı mercekle arabanın bir noktasına güneş ışınlarını yoğunlaştırıyor ve araç geldiği yere dönüyor. "Pete'in aklına dünyayı saran atmosferin üstündeki soğuk karanlık geldi; o sonsuz boşluk içinde kim bilir neler yaşıyor ve pusuda bekliyordu." (s. 65)

Öyküdeki karakterlerden biri, aracı gördüğü zaman Christine'i hatırlıyor. Güzel bir gönderme, kendine referans.

Premium Harmony: King'e göre Lovecraft okurken Lovecraft gibi yazılır, Carver okurken Carver gibi. Öykü Carver'a ithaf edilmiş, King'in biraz geç keşfedip çok sevdiği bir yazar, bizde şiir ve öyküleri Can'dan çıkıyor, şiirlerinin çevirmeni Cevat Çapan. Neyse, King için Carver: "Evet, adam sarhoşun tekiydi ama kocaman bir yüreği vardı." (s. 68)

Kısacık bir öykü: Yıllanmış evliliklerinin durgunluğunu kıramayan bir çift, bir köpek, seyahat esnasında mola verirler ve kadın tesise girer. Bir an sonra arabanın yanına biri gelir, adama karısının düştüğünü ve hareket etmediğini söyler. Kadın ölür, civardaki insanlar adama acır, adam ne olduğunu anlar ama körelmiş duygularıyla pek bir şeyin farkına varmaz. Aslında kimse varmaz. Su içmek gibi bir şeydir ölüm, nefes almak gibi. Hayatın doğal bir süreci. O kadar.

Batman ve Robin Tartışıyorlar: Bu öykünün bir kısmını anlayabiliriz, bizi ısıracak olan kısmı değil. Minibüs terörünü düşünün, şoför aşağı indi ve elinde sopayla küfrederek geliyor. Süper. Dayak yiyeceğiz. Yanımızda babamız var, aklı gidip geliyor. Adamı haftada bir kez huzurevinde ziyaret ediyoruz, eski günleri anıyoruz falan. Sonra biz dayak yerken baba arabadan çıkıyor, şoförün gırtlağına bıçağı geçiriveriyor. Minik oğlunun dayak yediğini izleyecek değil ya.

Olabilir, bu ihtimal King'in sanatını dehşet verici kılıyor.

Kum Tepesi: Yaşlı bir yargıç, ölümü yakın. Avukatını çağırıyor ve vasiyetnamesini yazdırıyor, bu arada yıllardan beri yaşadığı bir olayı anlatıyor. Evinin yakınındaki bir adada, kum tepesinin üzerinde isimler beliriyor ve beliren isimler kısa bir süre sonra ölüyor. Yargıç, son bir isim gördüğünü ve ondan sonra söylüyor. Avukata göre bu isim yargıcın ismi ama gerçek bambaşka. Anladınız.

Kötü Çocuk: "Başaramayacaksın," diyen ses her zaman orada, beyni bir yerinden kemiriyor. Her zaman. Kaygılardan kurtulamayan insanın kabusu. Başka bir hayatı muhteşem bir şekilde yaşamakta insanların üstüne yok, neyi başarıp başaramayacağınızı söylerler, kendilerinden oldukça eminler. Bu kötü çocuk, toplumun sesi olarak değerlendirilebilir ama öyküdeki mevzu biraz daha korkunç. Bir adama musallat olan şişko, kötü bir çocuk var ve her kritik anda ortaya çıkıp adamın hayatını mahvediyor. Adamın arkadaşları birer birer ölürken delirmemek işten değil, adam da delirip çocuğa kurşun yağdırıyor. Tabii ki çocuk bir başka çocuk, o değil. Avukat, idam edilen müvekkilinin hikâyesine inanmasa da arabasına binmek üzereyken çocuğun şapkasını ön koltukta gördüğü zaman inanacak. Lanet artık bir başkasının üzerinde.

Öbür Dünya: Nispeten zayıf bir öykü, ölümden sonrası için bir ihtimal. Hayatınızı yeniden yaşarsınız, hiçbir şeyi hatırlamadan. Tek bir pişmanlığı tekrar yaşamamak için akılda tutulması gereken ince bir ayrıntı acaba hatırlanabilir mi?

Ur: Kindle için yazılan bir öykü, 11/22/63 havasında. Kindle aldınız ve olası tüm evrenlere ulaşabildiğinizi gördünüz, gelecekteki evrenler dahil. Çok sevdiğiniz bir insanın ölümünü engellemeye çalışır mıydınız? Anlatıcı bunu başarıyor ve paralel evrenler polisine yakalanıyor, yırtıyor bir şekilde. Kabaca olay bu.

Kötü Hissetmek: Saki'nin Lady Anne Susuyor öyküsü, biraz daha günümüz versiyonu. Hasta karısının iyileşmesini bekleyen, kadının moralini yüksek tutmaya çalışan adam, üst kattan gelen kötü kokudan şikayet eden apartman sakinleriyle birlikte aynı kaygıyı taşır; evde ölü fareler mi var? Komşuların şüpheleri yön değiştirir, adam evine kimsenin girmesini istemez. Yine anladınız. Birini yeterince seversek ölmemesini sağlayamayız ama o kişinin yaşamayacağı anlamına gelmez bu.

Bir adet post-apokaliptik öykü, bir adet polisiye öykü, birkaç garip öykü daha. Belki eski öykülerini aratıyor ama King hala çok iyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder