13 Eylül 2016 Salı

Philip Roth - Sokaktaki Adam

Neden? Yirmili yaşlarımın başından beri en büyük korkum, yaşadığım son anın büyük bir pişmanlıktan ibaret olması. Bundan kurtulmamın tek yolu o son anı yaşamak. O zamana kadar aynı kaygıyı hayatımın her yerine yaymak zorunda mıyım? Anlık bir parıltı halinde gelen mutluluk bu düşünceyle gölgelenmek zorunda mı?

Dünya ağrılarını bir kendimde duyarım ama başkalarının da aynı şeyleri düşündüğüne adım gibi eminim. Edebiyat, müzik, ne olursa takip etmem bundan: İnsan bir kendi yaşasa da milyarlarca yaşıyor. Bunu görebilmek için kendime ayırmadığım her anı başkalarına, kitaplara ve şarkılara ayırıyorum. Sokaktaki Adam, ne yaşayabileceğime dair aşağı yukarı bir yol gösterdiği için severek okuduğum bir kitap oldu.

Roth, yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak görülüyor. Seksenlerinde, ömrü yeterse Nobel'in en büyük adaylarından. Hayalet Yazar'ını okumuştum ama askerdeydim. Okumuş sayılmıyorum, tekrar okumam gerekecek. Askerdeyken beyin normal işlevlerini yerine getirmemeye programlanıyor, o yüzden.

Hikâyeyle anının ayrıldığı bir nokta yok, geçmişle şimdi arasında gidilecek bir zaman kalmayınca, mezardayken her şey aynı zamanda yer alıyor. Kahramanımız mezarında yatarken abi, çocuklar, herkes orada ve adamın arkasından söylenecek birkaç söz var. Kötü bir baba, daha kötü bir eş, duyarsız bir kardeş, bir sürü şey ama her şey yaşamın içinde erir, kaybolur. Adamımız istediği hayatı yaşamıştır ve sorumluluğu sadece kendine aittir, başka kimseye hesap vermek zorunda değildir. Bu yüzden bütün duyguları kendinedir, duygularını başkasıyla paylaşmak zorunda değildir, paylaşmaz da. Kızı konuşurken gerçekliğin yeniden yaratılamayacağını, her şeyin olduğu gibi kabul edileceğini söyler ve bir avuç toprağı mezara atar. Kızından babasına son bir armağan, babanın kırık bir hayattan daha fazlasını vermeyişine yıllanmış, yekten bir cevap.

Howie, abi. Babalarının mücevher dükkanında çalışan küçük çocuğu hatırlıyor. Küçük kardeş baba için güvenilirdir, ötesi bilinmez. Babanın cenazesinde şahsi eşyaların kefene doğru düzgün konması dışında küçük kardeşin başka bir duyarlığını görmeyiz, babanın düzenden başka bir anlamı yoktur.

Sıradan bir cenaze törenidir, adamımıza özel hiçbir şey yoktur. Bir hayat sona erdi, başka bir yerde başladığı zaman potansiyel vadediyordu. Burjuvanın tam kalbinde bir Yahudi aile, sevgi yoksunluğu biraz sıkıntı yaratabilir ama yine de ödünleme yoluyla üstesinden gelinebilecek bir problem. Adamımız ameliyat olmak için hastanede yatarken yanda yatan çocuğun ölümüne şahit olur, ölümle tanıştığı andır bu. Babasından ameliyat konusunda cesaretlendirici bir şey duymaz, "Oğullarımın ikisi de müthiş!" gibi bir cümle dışında. Babanın oğluna en yakın olduğu an, yetersiz bir cümle. Ardından gelecek yakın an, babanın mezarda toprağa boğulduğu andır. Adamımız, babasının canlı olduğunu ve gözlerine, ağzına toprak dolduğunu hayal eder, sanki gömme işlemi sonsuza kadar sürecekmiş gibi.

Oğlan büyür, ödüllü bir sanat yönetmeni olur ve başarısız bir evlilik yapar. Aradığı şeyi bilmeyen bir adamdan mükemmel bir hata. İkinci eşi Phoebe hayatının en büyük şansıdır, tabii bunu da yerle bir eder ve kendisine kin güden iki erkek çocuğu da ardında bırakarak acil bir durumda adeta kendisi bir risk teşkil eden genç ve ahmak bir kadınla evlenir, üçüncü ve son kez. Üçüncü yüzük, babasının pırlanta dolu geçmişiyle bağdaşınca oldukça anlamlıdır. Baba, işçilere krediyle yüzük satar ve ödemesini yapmayanların peşinde koşmaz, onun için ölümlü insanların dünyanın yok olmayacak bir parçasına sahip olmaları, heyecansız bir yaşamın daima süreceğine dair en kuvvetli inançtır. Geri ödenip ödenmemesi mühim değildir, ödenenler zararını çokça karşılamaktadır. Bizim adamımıza gelince, her bir yüzükle dünyada yerini bir parça daha sağlamlaştırdığını düşünür ama kârı zararından azdır; yaşamı her geçen gün sona yaklaşır ve elinden kayıp gidenler bir türlü geri gelmez.

Sağlık sorunları baş gösterir; stent takılır, anjiyo falan derken hastane seferleri başlar. "Üç defa evlenmişti, metresleri, çocukları ve başarıya ulaştığı ilginç bir işi olmuştu ama şimdi ölümden kurtulmak hayatının ana meşgalesi, vücudunun çöküşü de bütün öyküsü haline gelmiş gibiydi artık." (s. 45) 11 Eylül faciasından sonra Florida civarlarına taşınır, yaşlılar sitesi diyebileceğimiz bir yere. Resim kursu açar, insanların sanat uğraşı altında dertlerini dinlediği bu işle uğraşır. Gerçekten yetenekli bir öğrencisi olur, yaşlı kadın bir müddet sonra aldığı ilaçların doğurduğu sefilliğe dayanamaz ve intihar eder. Bütün bunlar olurken "tek zamana bağlı" olaylar ortaya çıkar, kızı Nancy'nin kalça kemiğini incittiği zaman yaşanır. Kızın cenazede kendisi için söylediklerinin aynını söyler: Gerçeği olduğu gibi kabul etmek gerek. Aldatan bir babadan kötü bir hayat dersi. Bir de eski iş arkadaşları var, parlak günleri çok gerilerde kalan bu insanlar ölür veya intihar eder. Adamımız ölüm tarafından kuşatılmaktadır ve buna hiç hazır değildir.

Ölümün yaklaşmasıyla birlikte gerçeğin katılığı başarısızlık olarak görünmeye başlar, böylece etrafındaki insanlara kin güder. Abisinin sağlıklı olması büyük problemdir, çocuklarının görüşmek istememesi de öyle. Kendine bir sürü soru sorar ve hepsini cevaplar: Tanıdığı hiçbir insana kötülük yapmamış, gerektiğinde onların yanında olmuştur. "Kimse herkese yetecek kadar mutsuzluk olmadığını veya kendi hayatının hikâyesini korumaya kalkıştığı bu sorular fügünü harekete geçirmeye yetecek derecede büyük bir pişmanlık duymadığını söyleyemezdi." (s. 58) Kimse söyleyemez, kendinden başka. Yüzleşmesi gereken kendidir, ölmeden bir an öncesine kadar vakti vardır ve bu vakte güvenmektedir. Ölümün aşamaları birer birer atlatılmaktadır, öfke safhası sona erdiğinde kabullenme kendini gösterir ama yüzleşilecek daha çok şey vardır, Phoebe'yle olan rüya evliliğinin sona ermesi belki de en büyük hesaplaşma olacaktır.

Elli yaşına kadar uslu durmuş olan adamımız, yolun sonunun gelmekte olduğunu fark ettiği zaman maceraya atılır, ajansta tanıştığı güzel bir kadınla Paris'e gider ve Phoebe'ye yakalanır. Phoebe'nin bir tiradı var ki yalan söylemekle ilgili okuduğum en güzel tirat olabilir. Öfke patlaması, pişmanlık, üzüntü, bir dünyanın dağılması. Kısaca birinin bir başkası üzerinde yalan yoluyla egemenlik kurmasıyla ilgili, bir hiç uğruna.

Sonlara doğru hesaplar kapatılır, özür dilenecek insanlardan özür dilenir, tabii cüret edildiği kadar. "Yaşlılık bir savaş değildir; yaşlılık bir katliamdır." (s. 93) Son yenilgisinden önce aile mezarlığına gider, mezarları kazan adamla konuşur. Hüzünlü bir an. Adama yüklüce bir miktar para verir ve bir sonraki çukurun iyi kazılmasını ister. Kabullenme tamamlanmıştır.

Adamımız son ameliyatı sırasında korktuğu gibi, ne olduğunu anlamadan hiçliğe sürüklenir. Bir an, bir göz kırpması. Toprağa verilişinden ölünceye kadar yaşamıştır, bir karıncanın adımı kadar.

İyi yazardan iyi kitap.

İyi gruptan iyi şarkı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder