16 Nisan 2017 Pazar

Erdal Öz - Kanayan

12 Mart'ın acısı, yitip giden arkadaşlar, işkenceler, küçük bir parça umudun araladığı kapılar Erdal Öz'ün kanatan kitabında altı öykü halinde belirir. Yansımasını Gülten Akın'ın şiirlerinde buldum; adını hatırlayamadığım bir kitabı, acı çeken annelerle ve kapatılmış çocuklarla dolu. Çocukların sesleriyle daha doğrusu. Seslerinin hayaliyle, doğrusu. Ortada parmaklıklardan başka bir şey yok çünkü. Parmaklıklar altı öyküye yayılı haldedir, içeride değilken bile, insanlar arasında, babayla oğlu arasında, ağaçlarla insanlar arasında, sevgiliyle sevgili arasında, pek çok yerde. Hepsi insan eseridir, doğanın bir parmaklık yarattığı görülmüş şey midir?

Altı öykü, her biri kapatanın çekmediği utancı çektirir, namlu önüne götürür. Eskimeyen acıları anlatır, günümüzde de örneklerini görüyoruz. Bir adım ilerleyebilmiş değiliz.

Erdal Öz'ün duvarlarında, evlerinde, koğuşlarında içerinin sıkıntısıyla dışarının olancalığı çok belirgin, sözcükler durumdan başka bir şeyi içeri almıyor. Olumlu bir şey; tasarruf edilmiş ve ince işçilik belirginleşmiş. Öz'ün dilini çok sevdim.

Taş: Yaka paça götürülüyor biri, gece vakti. Kalkıp inen kollar ışıksız sokakta hayal meyal. Aracın arka koltuğunda yüzü gözü kan içinde gençten biri. Yalvarıyor, hiçbir şey yapmamış. Polislerden kaçtığı için yediği temiz sopayı eli kolu bağlı izleyen anlatıcıya yukarıdan biri aracın plakasını alması için sesleniyor. Bir işçi oradan geçiyor, polisin uyarısına rağmen basıp gitmiyor, varlığıyla bile adamları huzursuz ediyor ve polisler gidiyor, o genç adama ne olur? Sanırım başka bir öykünün içinde gizli. Neyse, burada Altıncı Filo'nun generali hangi gençlerin gerçek Türk genci olup olmadığını söyleyebilecek kudretteyken, götürülen çocuğun akıbeti utançla karışık öfkeyle merak edilirken noel ağaçlı bir vitrine atılan taşın bütün bir kırıklığı, haksızlıkta boğulmuşluğu alıp götürmesi mümkün, en azından bir öyküde, en azından kelimelerde. Silahlar patlar belki, taşı atan ölür ama sen taşın uçuşunu hatırla.

 Ernesto: Ernesto'nun kalleşçe öldürülmesi ilk bölüm, ikinci bölümde anlatıcının kendi hikâyesi. Ernesto sayfalarda dirilir, dünyanın öbür ucundaki acılarla dolu bir ülkede. Yazar, Ernesto'yla konuşur, onu içinde olmak istenmediği bir kurguya sokar ve kendi özgürlüğünden bahseder. Ernesto, özgürlük uğruna hayatını ve daha fazlasını veren kahraman susar. İyi veya kötü, kurgular içinde kullanılacaktır ve buna karşı koyamayacaktır. Yüzünün yer aldığı onca hediyelik eşya, tüketim ürününde özgür iradeyi aramak güzel taktik, kapital iyi çalışıyor.

Kurt: Kısa bir görüşme. Dışarıda işler iyi gitmiyor, içeride her şey aynı. İsa'nın bileklerindeki yaralar her çağda aynı acıyı gösteriyor. İnsanlara doğruyu göstermenin sendikal yolu kapatılmış, İsa'nın işçi arkadaşları sinmiştir, sinmeyenler de hapse atılarak sindirilmiştir. Hâlâ sinmeyen varsa selam, mangal gibi yürek herkeste yok. Ateşi söndürecek bir şey var burada; Kurt. İsa'nın her şeye dayanacak gücü var da köpeğinin ölümüne dayanması çok güç. Uluyor, acısı bakır tadında, dudaklarının arasında sönük.

Güvercin: Yolunu şaşırmış güvercinlerin hapishanede ne aradığı. Parmaklıklardan geçerler, mahkumun biri görür, isimsiz, yüzsüz, kimliksiz bir görevli kuşu alır. Yemiştir muhtemelen, koca kıçının oynaklığından oburluğunu çıkarmak gerekir. Sonra bir diğeri, mahkum bu sefer kuşu alır, koğuşu basıldığında kuşu görevlilere vermez ve dışarı atar. Ölür kuş, yaşayamaz. Kötü yer, iyi eylemi kirletir.

Kanayan: Ana ve Baba, iki anlatıcıyla bölümlenmiş. Babanın incelikleri, parasız yatılıya giden oğuldan ayrılmanın acısı ve evi terk ettiği gece oğlun sarılmak istememesi, babasını eliyle itmesi gibi meselelere ilişik. Anne... Onun acısı nasıl tarif edilecek? Mutluluğuyla; oğlunun idam kararı bozulduğu için her şeye razı, oğlunu parmaklıklar ardında yıllar boyunca görmeye dahi.

Ne denir, çiçek dürbünü gibi acı dürbünü Kanayan. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder