25 Ekim 2017 Çarşamba

Gustav Meyrink - Kardinal Napellus

Belki Çin anlatılarında olduğu gibi sokakta köşeyi dönerken bir hayalete çarpınca özür dileyip yolunuza devam etmezsiniz belki ama Meyrink'in öykülerindeki hayaletler, umacılar, olağanüstü olaylar da son derece gerçektir. Neden? Çünkü saçma. "Albert Soergel'in tahminine göre Meyrink, dünyanın absürt, dolayısıyla da gerçek dışı olduğunu hissetmekle başladı işe." (s. 8) Gerçek dışı da gerçek kadar gerçekse, eh, bunda Bavyera'da bir göl kıyısında, Alpler'in gölgesine yakın bir yerde gotik ortamların bir numaralı adamı olmanın rolü mutlaka var.

Golem'in ve adını hatırlamadığım, Can'dan çıkan başka bir metnin yazarıdır, daha da yazmıştır ama basılma durumunu bilemiyorum. Neyse, Borges Almanca öğrenmeye çalışırken Meyrink'e rastlıyor ve iç içe geçmiş düşlerle kabuslara hayranlık duymaya başlıyor, ardından Meyrink'in bir öyküsünü çevirip yazara gönderiyor. Meyrink çeviriyi öven bir mektup gönderiyor, portresini de. Sonrasında Avusturya'nın kaynayan ortamında Meyrink unutulup gidiyor, tabii tamamen unutulmuyor. Hayaletleri hâlâ yaşıyor.

Papini bir öyküsünde gelmiş geçmiş bütün öcüleri toplamaya çalışır, böylece insanoğlu için elle tutulur ve anında bırakılır korkular varlıklarını kanıtlar, sanki kanıtlanmaya ihtiyaçları varmış gibi.

J. H. Obereit'ın Zaman Sülüklerini Ziyareti: Anlatıcının büyükbabası mezarlıkta yatıyor, mezarında vivo yazıyor, "yaşıyorum". Çok az mezar taşında bu yazı vardır, gizemli mevzu. Anlatıcı araştırmaya girişir ve büyükbabasının masasının gizli gözünde bir tomar kağıt bulur. Dede okültizme bulaşmıştır; Philadelphialı Biraderler nam bir teşkilatın üyesidir, bu teşkilat Antik Mısır'daki kadim büyüleri, unutulmuş şehirleri, kolektif bilinçaltı dahil her yerden silinmiş zamanı bir araya getirmiştir, öyle çılgın bir oluşumdur. Kağıtlarda Obereit adı vardır, anlatıcı dedesinin ve bu arkadaşın mezarını bulur, arkadaşın kendisini de bulur. Adam kendi torunu olarak bilinmektedir, yaşlanmadığı ortaya çıkmaz.

Anlatır. Tasavvuf bilenler bunu daha iyi anlatır aslında; hiçliğe varmadan bir şey olunmayacağını, karanlığa bakılmadığı müddetçe bir şey görülemeyeceğini söyler Obereit. Her türlü umuttan, beklentiden vazgeçildiğinde gerçekten yaşandığını söyler. Ölüm alt edilmiştir, bir nevi zât makamı. İstenenle istenmeyen aynı şey olunca, boş bir levha olarak doldurulmayı bekler halimize dönersek... Mitolojiye bağlar Obereit; Kızıldeniz, Eski Ahit derken anlatıcı kendini paralel bir dünyada bulur. Herkesin ikizi mutlu mesut yaşamaktadır, bizim dünyamızdaki umutlardan doğan acılarla beslenmektedirler. Obereit olayı görür, yaşayan bir robot olur, duygularını öldürür ve kötü ikizini, kıskandığı kopyasını yok eder. Obereit ne yaşar ne yaşamaz.

"Size şunu söyleyeyim; dünyada neleri başarmışsak başaralım, bunlar hep yeni bir bekleyiş, yeni umutlar doğurur; bir türlü doğamayan bir şimdiki zamanın cesedinin saçtığı pis kokuyla doludur bütün evren." (s. 25)

Kardinal Napellus: Çürümüş ağaçların inlemeleri, sisli göl, puslu zemin, melankoli ve yalnızlık... Hieronymus Radspieller bir gün çıkageldi ve harap bir köşkün katlarından birini kiralayıp oraya yerleşiverdi. Gölde açılıp iskandiliyle derinliği ölçerdi. Tuhaf biriydi.

Anlatıcı fazla bir şey söylemiyor, arkadaşlarıyla oturuyorlar ve sohbet ediyorlar ama mumlar gölgeleri koyurtuyor, sessizliğe meyil. Sonradan gelen botanikçi, son derece zehirli bir çiçeği pencerenin kenarına koyuyor, gölgeler maviye boyanıyor. Kapı hızla açılıyor, Radspieller giriyor. Dibi bulmuş. Kapandığı manastırdan kaçtıktan, büyülü ayinlerden kurtulduktan sonra reddettiği maneviyatının kontratağına maruz kalır ve ayinlerin en önemli parçası olan zehirli bitkiyle karşılaşır.

Bir öykü kaldı, kalsın. Meyrink'in gnostik, kabalistik ritüelleri, ölüleri, dirileri ve başka dünyaları Borges'in sevdiği yüzeylerde doğuyor. Su ve ayna. Ölüm. Bekleyiş. Arayış. Uzak zamanların kendiliğinden beliren tekinsizliği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder