18 Ekim 2017 Çarşamba

Jacques Attali - Gürültüden Müziğe

Müziğin Ekonomi-Politiği Üzerine diye bir alt ismi var. Aslında tamamen bu ilişki üzerinden yürüyen bir araştırma değil; müziğin ve gürültünün tanımlarının ötesine uzanan derinliklerde ikisinin bir araya gelip ayrıldığı noktaların da irdelendiği, parayla sanatın kol kola girdiği bölümler haricinde sanatın doğasının şiir gibi anlatıldığı müstesna bir eser. Aslan payı tabii gürültünün ehlileştirilmesi, değer kazanması ve tüketim ürünü olarak değerlendirilmesine ait. Gürültü, gösteri ve müzik kavramlarının dönemsel değişikliklerini Bruegel'in Karnavalla Büyük Perhizin Kavgası nam eserinin üzerinden göreceğiz, Attali bu resimden aldığı simgelerle incelemesini derinleştiriyor. Az sonra.

"Asla müziksiz yaşayamadığım için hiçbir şey bana müziğin insanlığın son umutlarından biri olduğunu hatırlatmak kadar acil görünmedi." (s. 12) Kayıt altına alınıp ticari amaç sağlamak için kullanılması -belki niyet bu değildi ama ticari ağa sokmadan yaymak sanal ortamda çok zor- bir yana, Bon Iver'ın bire bir konseri, bizde Siya Siyabend'in Kadıköy'de yıllardır şahit olduğumuz cengaverliği bütün kontrol mekanizmalarına rağmen müziğin dizginlenemediğini gösteriyor. Sisteme entegre olmaktan yırtamıyorsak değiştirmeye/değişmeye çalışacağız, kokuşmuş ana akımın ve niteliksiz alternatiflerin dışında bir üçüncüyü arayacağız. Sokakta, bilgisayar başında, her yerde dinleyeceğiz ve bulacağız. Bulacağımız şey gürültü halinde olabilir, diğer seslerden yalıtıp keşfedeceğiz. Bu iş olur bence.

Attali 1970'lerden beri müzik üzerine kafa yoruyor ve müziğin geleceği müjdelediğini söylüyor; telif hakları mevzusu ve kayıt teknolojisinin getirdiği mülkiyet ve özgürlük meseleleri köklü değişimlere yol açabiliyor. Kanunlar üretiliyor ve tüketiliyor, sanatçılar değişen dünyanın koşullarını uyum sağlayıp sağlamama konusunda farklı görüşler benimsiyorlar ve halkla, sınıfsal ayrımla olan bağları ortaya koydukları eserleri bir ölçüde belirliyor, sanatsal zekalarının gelişim seyrini etkiliyor. Bütün bunların ötesinde, filozofların müzikle ilgili görüşlerini paylaşan Attali için müzik halkların, sanatçıların, insanların ve tanrıların, şenliklerin ve duaların ürünü. Müziğin bu kurum/kuruluş ve şahıslar tarafından alımlanmasının farklı biçimlerinin kıyası incelemenin temelini oluşturur; Bach ve Mozart'ın elit tayfaya hitabıyla Hendrix'in milli marşı cozurdatması arasındaki manayı çözeceğiz, arada zincir şakırtıları ve zincirler kırılırken çıkan katırtıları duyulacak.

Gürültü nedir? Biçimlendirilebilen gürültü bayramların, duaların, eğlencelerin ve üzüntülerin, şölenlerin ve savaşların mayasına katılan bir yaşam kaynağıdır. Kuşların ve çobanların bölgelerini belirlemek amacıyla çıkardıkları bir mülkiyet göstergesidir. Kayıt altına alındığında tarihe hükmetmek demektir, halkın kültürü ve soyağacı bu gürültünün içinde gizli olabilir. Totaliterler için kırbaçtır, zenci müzisyenleri beyazlardan ayırır. King'in O'sunun tam metninde konuyla alakalı müthiş bir ara hikâye vardır, tavsiye ederim. Neyse, doğaçlamayı engelleyicidir, güzelin ifade edilmesinin önünde engeldir çünkü güzel gerçektir ve gerçeğin sanatsal yansımasına bile izin verilmeyebilir. Yabancıya duyulan korkunun bastırılması için kullanılabilir, bu korkuyu açığa çıkaran şeyse kendisi bastırılır. Gürültünün müzik formunun yazımı bu anlamların yarattığı müthiş bir akışı tasvir etmeye çalışmak, Attali'ye göre.

Müziklerin tarihleri incelenirken her yeni türün bir kriz anında ortaya çıkmasından hareket ediyor Attali, insanlığın şafağındaki müziğin kurban ayinleri için biçimlendirilmiş olduğundan bahsediyor. Kentlerin, imparatorlukların, dinin etkisine girmesi kriz veya büyük değişimlerin habercisi oluyor. Jonglörler, trubadurlar ve truverler gezgin müzisyenler olarak haberci kimlikleriyle de dolanıyorlar, şarkılarını söylüyorlar, son havadisleri iletiyorlar ve bölünmeyi engelleyici bir unsur olarak ortaya çıkıyorlar. Yersiz yurtsuz bir yaşam sürdürdükleri için kendilerine iyi gözle bakılmıyor, eskinin şifacıları ve şamanları oldukları zaman da çok uzaklarda kaldığı için herhangi bir büyülü yanları kalmıyor ve hor görülüyorlar ama her zaman değil, belirsizliğin yarattığı tedirginlik onlarla birlikte yürüyor. Tam bu sırada bir taşla iki kuş vuruluyor; ticari şehir burjuvası doğum sancılarını atlattıktan sonra müzik satın almak bir görev haline geliyor ve gezginlerin bir bölümü eleniyor, bir bölümü kadrolu müzisyen olarak çalışmaya başlıyor. Müzisyenlerin ikametinin belli olması ve burjuvazinin para akıtacağı bir alanın yaratılması iki problemi de çözüyor, tabii başka problemler doğurana dek.

Attali kronolojik ilerleyişin yanında ekonomi-politik üzerinden kavramlarla da incelemesine derinlik kazandırıyor demiştim, "gösteri" böyle bir kavram. Giderek daha komplike bir hale gelen müziğin fiyatı da artıyor ve doğduğu kesimden kopunca kaynağını yitirmiş oluyor, burjuvaların müzisyen olmaya başlamalarıyla iktidar aygıtına dönüşecek hale geliyor. Mozart ve Berlioz ilginç şeyler söylemişler, halkın müzikle bir ilgisinin olabileceği çok garip geliyor onlara. Sanki sadece saraya ait hale geliyor müzik, pahalı bir tüketim malzemesinden farkı kalmıyor. İktidarın inandırma mekanizması, gösteri toplumunun bir parçası olarak müzik. Susturma mekanizması olarak kayıt altına alınıp tekrarlama kullanılıyor. Unutturmak için müzik kurban ediliyor, yasaklanıyor. Bu üç yaptırım üzerinden müziğin ekonomi-politiği özetlenebiliyor.

Bruegel'in tablosu. Kural ve şenlik arasındaki kaos. Günahla tövbekarlık. Gürültü ve sessizlik. Dinin heyula gibi başlara dikildiği bir meydan, Attali için yüzlerce yıl sürmüş ve sürecek bir çatışmanın izi. Sefalet ve zenginlik bir arada olduğunda manzara normal. Karnaval alanındaki curcunadan müziğin işlevi toplum halinde yaşamanın mümkün olduğunu göstermek oluyor, zıtlıklar bir potada eritilebilir ve sınıflara bölünmüş insanlık tekrar birleşebilir. Ütopik bir mevzu gibi gözüküyor, ekonomi bizi gayet güzel bir şekilde ayırmış durumda. Sadece neyin ne olduğunu bilenler şenliğin tadını çıkarabiliyor, en arkada eğlenenlere bakın. Kadıköy iskelelerin orada halay çeken, horon tepen insanları izleyin. Birleştiricilik bu ama ayıran da bu, iktidarın bir silahı olarak kulanıldığında aynı kaynaktan çıkan türler farklı bağlamlara sokuluyor ve çatışma unsuru oluyor. Güzellikten doğan korkunçluk.

İşin felsefi boyutuna girdim, tarihsel dokuya bulaşmayacağım. Antik Yunan'dan günümüzdeki Napster olaylarına kadar müziğin yaratımı, kaydı, dağıtımı ve korsanlığına kadar pek çok hadise, gerek müziğin kendisi, gerek güçle sanat arasındaki ilişki hakkında deli bilgiler var. Müziğin matematiğinin keşfi, armoninin gelişimi ve sonuçta atonal müziğin, noise dalgasının ortaya çıkması bir yönetme-iktidardan kurtulma döngüsü içeriyor. Tanımlanamayana doğru bir eğilim var, tanımlanabilen kolaylıkla etki altına alınabiliyor ama etiketsizlik özgürlüğü de peşinde getiriyor. Başka, Fransız İhtilali ve müzik, protest hareketler ve müzik, krallar ve müzik, devrimler ve müzik, içi dolu turşucuk bir araştırma. Kıyısından köşesinden müzik üzerine kafa patlatan kim varsa tavsiye ederim, kuru dinleyiciden bir adım ötesindekilere müthiş bir hediye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder