27 Aralık 2017 Çarşamba

Georges Perec - Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi

Bakın, bu kesin Oulipo'nun yüz ikinci -falan- toplantısının ürünüdür, bilmiyorum, bir semtin tüketilmekten haberdar olabileceğini düşünüp bütün arabalarını, insanlarını, yollarını, pılıyı pırtıyı toplayıp kaçabileceğini düşünüyorum, bilmiyorum, bembeyaz bir boşlukta, bankta tek başına oturan Perec'in tüketilecek bir şey bulamayınca sırf kendini yazdığını düşünüp ortadan kaybolmasını hayal ediyorum, bunu hiç bilmiyorum. Ben kendi semtimi tüketmeye çalıştığım zaman otuz yılın buna yetmeyeceğini anladım, insanların haddi hesabı yoktu ve yeni binalar için yeni çimentolar dökülünce semtin dönüştüğü şey, işleri iyice karıştırdı. Perec üç günde tüketmeye çalışıyor, ben tüketemem. Perec kendisini pek az gösteriyor, ben sözcüklerden bağımsız değilim, her sözcükte kendimi gösteririm. "Araba" diyorum, misal, o araba sözcüğünün içinde benim arabam var, sizin değil, okura bir şey vermiyorum, sadece kendime yazdığımı söyleyip kendimi kandırıyorum, bu - ---> - dahil bunlara inanmayın. Perec bir oyunculdu ve acısını uzaklara kovalıyordu, ben acının ağzına oyuncak trenimle vuruyorum. Ben okurum, Perec yazar. Yazdıkça tüketir sanırım. Coupland hikâyelerimizi anlatmadıkça onlardan kurtulamayacağımızı söylüyordu. Bütün acılarımı hikâyeleştirsem onlardan kurtulabilir miyim? Keşke.

Saint-Sulpice meydanındakiler. Polis karakolu, otobüs durağı, büfe, kaldırım taşları, güvercinler ve pislikleri. Perec bunların çoğunun kaydedildiğini söyler; fotoğrafları çekilmiştir, betimlenmiştir, liste halinde sıralanmıştır, çeşitli kazıma biçimleri. Zamanın deviniminde neler olur, Perec bunu merak ediyor ve her şey dururken, bir tek bulutlar, insanlar ve araçlar hareket ederken neler olduğunu, neler yaşandığını anlatıyor. 18 Ekim 1974, sabah saatleri, gökyüzü bir halde, tam olarak görülen şeylerin listesi hazırlanıyor bir. Tabelalar, reklamlar, otobüslerin seyir rotaları, giden otobüse bakarken çeşmeden su fışkırıp fışkırmadığı. Evsizler, evler. Birbirini tutturamayanlar. Gözlemleyen ve gözlemleyeni gözlemleyen: Otobüslerden birinde Japon bir turist, anlatıcının fotoğrafını çekiyor. Hayal ediyorum, bembeyaz bir boşlukta, bir bankta oturuyor Perec -değil, anlatıcı- ve turiste bakıyor. Turist de kendine bakıyor, gördüğü beyaz bir boşluk. Sakinlik diyor, ara diyor anlatıcı. Öğle vakti bu kez. Yer değiştirme, eşya taşıma ve benzeri birçok biçim, araçlarla, bisikletlerle, çantalarla ve poşetlerle sıralandı. Meydanın meşhurluğu, kafenin doluluğunu söylememekten alıkoyuyor. Kafe mühim, açık hava kafelerinden biri, gözlemleyenden kurtulamaz, kendini tekrarlayabilir ve tekrar belirebilir. Bilinmez, biz sadece görenin gözüyüz. Saatler ilerliyor, gelip geçenler. Kadınlar, erkekler, lezbiyenler kesin, çeşitli geçişler, çeşitli akışlar, bitmeyeninden. Saat üçü geçiyor, sigarasını yüzük parmağıyla orta parmağı arasına sıkıştırmış bir adam anlatıcının ilgisini çekiyor, anlatıcı sigarayı bir tek kendisinin öyle tuttuğunu düşünürmüş. Artık öyle düşünmüyor, deliye benzeyen adamı gördü. Deliye benzediğini neden söyledi? Bunu düşünüyorum. Bakın, bir de dükkanın birinden çıkan polis memurunun ne aldığını bilmemesiyle, anlatıcının, yani bu nasıl bir işkence? Sigara mı? Tükenmez kalem mi? Bu şekilde sayıyor bir de. Ama bilemez, metnin amacı bilmek değil, anlatmaktır. Okurun normalliğine tekrar bürünelim ve tasmamızı tekrar takalım.

Otobüsleri saymak, zamanı bölümlemeye yaradığı için saymaktır.

Gün ışığı yer değiştirir, araçlar yer değiştirmez. O da olsaydı anlatım biçimi değişirdi.

19 Ekim 1974. Hafif yağmur, kornalar, giderilmeyen merak, anıların sadece adları, kendileri değil. Parçalar bir de, anlatıcı parçalardan bahseder. Resim tek bir parçadır ama ince çizgiler dikkatli bakılırsa görülebilir, birbirine ekli, sıkı parçalar. Otobüsler yine. Zaman da. Biri diğerini parçalar, parçalardan tek bir resim oluşur. Görünün yanında saatin üç olduğunun duyulması, işitmeye dayalı parçaların varlığını da bildirir.

Son günü anlatmıyorum, kalsın.

Klipteki gibi her şey.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder