20 Aralık 2017 Çarşamba

Muhammed S. El-Azab - Kötü Geçmişler

Arka kapaktan yontuyorum, El-Azab Mısır'ın yeni kuşak edebiyatçıları arasında en parlak olanlarından biriymiş ve Arap edebiyatının yükselen yıldızıymış, toplumsal çürümeyi çok iyi işliyormuş ve bir sürü şey. İşliyor gerçekten, anlatısı yirmili yaşlardaki iki arkadaşın şehir merkezinde ev tutma çabalarının sebeplerini -bağımsızlık ihtiyacı, cinsellik ve erkekler için kendine ait bir oda- duygusal eğitimden geçen bir gencin bakış açısıyla biçimleniyor. Kronolojiden uzak, zamanda atlamalarla kurulan çatının altında çakal emlakçılardan hayat kadınlarına, toplumun farklı kesimlerinden farklı yozlaşma çeşitleri inceleniyor, uçarı bir ruhun dürbünü nereye dönükse orayı görüyoruz.

Dairede. Bekâr adamın nasıl yalnız oturacağını düşünen anne, baba ve esas oğlan Muhammed'i bir kadınla yakalayan müstakbel eş Hind aynı mekanda, anlatı zamanı boyunca ortaya çıkanların çoğu dairede toplanıyor, farklı zamanlardan bir ana akmışlar gibi. Hind aynı zamanda Mami'nin kuzeni, ailevi bir facia yaşanabilir ama bu sadakatsizliğin -ya da Mami'nin kendine sadakatinin- ötesinde çok daha büyük bir facia yaşanıyor. Sonda. En başta babayla eve bakmaya gidiliyor, kuzen de arkada. Baba mülayim, çocuğu uyarıyor ki ayrı yürüdüğü kuzen darılmasın, ileride eşi olacak ama Mami hiç oralı değil, ona birazcık özgürlük yeter. Münim'e de yeter, can dost. O da bir kaçışın kuyusuna bakıyor. Derin, belirsiz ve rahatlatıcı. Aile evi/odayı beğenmez, ev sahibi kadın cadalozun tekidir, emlakçı zaten her yerde emlakçı. Yine de bir parça gökyüzü camda, betonla sınırlanmış olsa da başkalarıyla sınırlanmamış boş bir uzam, bunlar ikisine yeter. Anlatıcı ikinci tekil, sen diyecek, durmadan. Sanırım anlatıcının gösterdiğinin içinde bir parçamızın bulunması olasılığı diğer anlatıcı çeşitlerine göre daha yüksek ihtimal, yani o sen denen Mami olduğu kadar metnin içine konumlu okur olduğu kadar dışarıdaki okurluğumuz/kişiliğimiz. Orta karar bir sınıf, orta karar bir eğitim ve orta karar bir ülke, şanssız çoğunluğun genel problemleri. Cinsellik yönünden ele alalım, arkadaşlarımız olmasa seks yapabileceğimiz bir mekan sıkıntısı hayatın orta yerine çökebilir, Mami'nin yirmilerinin başında olduğunu düşünürsek, özellikle de onlu yaşların ikinci yarısını düşünürsek, evet, o zamanların en büyük problemi buydu, Moda'daki apartmanların loş bodrum katlarında ve pencerelerin gözetleme kuleleri haline gelmediği bahçelerin kuytu köşelerinde ve dahi fast food restoranlarının tuvaletlerinde yaşananlar belki yoksulluktandır ama karşı cinsi tanımanın en heyecanlı halidir, bence en başarılı hali de budur, her şey kristal berraklığında yaşanır, en küçük detaylar bile zihne kazınır, her an yakalanma korkusu duymak adrenalin pompalatır ve adrenalin -yine bence- anıların yüksek çözünürlüklü, uzun ömürlü olmasını sağlayan en iyi şeydir. Bunun yanında kendine ait bir alana sahip olamamak anı üretiminde fayda sağlasa da insanın temel ihtiyaçları bakımından tam bir yıkımdır. Kendine ait bir mekan, insanın yaratıcılık ihtiyacını karşılaması için mutlak bir öneme sahiptir, işin cinsellik ve benzeri boyutları kadar önemli bir mevzu. Vahşi kapitalizmin biçimlediği mekanlar ihtiyaçlara göre değil, güce göre dağılır, bu nedenle ayvayı yedik kısacası. Neyse, bu ve benzeri açılardan Mami olabiliriz, bir şikayetim yok. İşin rahatsız edici kısmı, böyle bir toplumun kadınlara bakış açısı. El-Azab deşmiş bu mevzuyu ama sonra.

Mami geçmişli gelecekli, çok çeşitli zamanlardan atlayıp zıplamalar yoluyla yaşamının üzerinden şöyle bir geçiyor. İlkokul yıllarında babası cam fabrikasında çalışan Yasin'le geçirdiği günler, aşık olduğu kız ve taşınmaları bir göçebelik duygusu yaratıyor, sanki insanın geçmesi gereken aşamalar Mami için hep yarım kalmış gibi. Ayrılık, sevgi ve benzeri duygular yarım. Babasının çektiği maddi sıkıntılar ve bir türlü temin edemedikleri bir alacağın yerine verilen eve yerleşmeleri, yaşamın sürüklenmelerden ibaret olduğunu anlatıyor. Mami'nin aradığı bir şey var ve onu bulmaya çalışıyor, en başta aile bağlarını gevşetmesi gerek. Annesinin hiç sevmediği komşuları Um Reda'nın yıllar sonra karşısına çıkması bu bağları hatırlattığı için sıkıcı ama anıların ne olursa olsun rahatlatan bir yanı da var. Mami çocukken kavga ettiği elemandan dayak yediği zaman yaralarını saran, poposuna şaplak atan ve çok tatlı olduğunu söylediği halde yine de çocuğu dövemediği için eziklik duygusu yaratan Um Reda'nın Mami'nin babasıyla da bir işler çevirdiğini, en azından adama şöyle bir göz süzdüğünü annenin nefretinden anlıyoruz. Alımlı bir kadın Um Reda, yıllar sonra bile bacakları hala çok güzel. Mami için. Bizim için de öyle, Fahriye Abla'nın güzelliğini hatırlayalım. Um Reda'nın öptüğü yerleri annenin de öpeceğini bilmek Mami'de bir suçluluk yaratıyor, böyle çentikler taşıyan ruhun sonrasını anlayabilmek çok daha kolay.

Münim'le tanışmaları ve giriştikleri işler de güzel. Kız lisesi karşısına açtıkları kafede aşna fişneye dalıyorlar, para da kazanıyorlar ki mekanı açmalarını sağlayan para da yasal yollarla edinilmiş değil. Mahallelinin şikayetleri gecikmiyor ve askerler dükkanı kapatıyor. Bu bir başarısızlık. Diğeri üniversitedir sanırım, Mami iki üç bölüm değiştiriyor ve Arap edebiyatı eğitimi alıyor. "Coğrafya serserilere özgü bir derstir." Bu cümleyi Delifişek'te okur okumaz çarpılmıştım, bir benzerini edebiyat için kullanabilirim. Daha da, kadınlar. Randa ve Yasemin. Yol kenarından alıyorlar, arabanın içinde oynaşıyorlar ve çöp muamelesi yapıyorlar kadınlara. Arada ezan okunuyor, duruyorlar. Mami, telefonla konuştukları zaman ağızlarına bir tane vurmak istiyor. Kadınlar, ağızlarının çöp gibi koktuğunu söylüyorlar. Karşı cinslerin böylesi yırtıcı ilişkilerine ilk kez rastladım ve işlerin ne kadar zorlaşabileceğini düşününce korktum açıkçası. Neyse ki benzeri bir toplumda yaşıyoruz ve hemcinslerimden, hemcinslerimden olduğu kadar karşı cinsten de nefret edebiliyorum. Erkekler kadınları aşağılıyor, kadınlar kadınları aşağılıyor -ki buna yakın bir zamanda şahit oldum ve kanım dondu, bence kadının kadına uyguladığı şiddet karşı cinsin şiddetinden çok daha korkunç çünkü erkek çocukların çarpık bir düşünce yapısına sahip anneler tarafından yetiştirildiklerini veya yetiştirileceklerini görünce insan tam bir umutsuzluğa kapılıyor, kendisi için ve toplum için- ve bundan rahatsızlık duymuyorlar. Bir başkasının canını yakmaktan rahatsızlık duymuyorlar. Size altı cümlelik, dünyanın en kısa distopyasını yazdım.

Mami'nin evli bir kadını ayartıp eve atması ve kuzeni tarafından basılması bir faciaya yol açabilirdi, Mami'nin babası tam o sırada ölmeseydi. Bir şeyler değişir mi? Okur düşünsün: "Üzerine nedensiz bir dinginlik çöktü. Sigarayı bırakmaya ve namaza başlamaya karar verdin. Ama bir türlü, o güzel hemşirenin görüntüsünü aklından atamıyordun." (s. 92)

Dürüst ve trajikomik. El-Azab sıkı bir anlatı kurmuş. Bir göz atın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder