25 Mart 2018 Pazar

Clive Barker - Lanetlenme Oyunu

Dünyanın En Güzel Arabistanı'nı izlemek için Moda Sahnesi'ne gitmiştim, oyun başlamadan önce girişteki kitapçılardan birinde buldum bunu. Uzun süredir denk gelmeyi bekliyordum, oldu bu iş. Barker'ın ilk romanı olmasına rağmen sıkı. Öykülerindeki gore işler, pornografik cinsellik, ne varsa burada da var. Barker yarattığı dünyaya güzel sıkıştırıyor bunları, atmosferi derinleştiriyor, sanırım böylesi bir açıklık sağlıyor korkunun onca katmanını. Bir de imgesel anlatım giriyor araya, vahşet sahnelerini yazan bir şair olup çıkıveriyor Barker. Denk gelirse alıntılarım.

Bilinmeyen Bölge, ilk bölüm. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Rusların Varşova'yı işgal ettiği zamanlar. Hırsız, üç aydan sonra kaosun hüküm sürdüğü şehre alışıyor ve yıkıntılar arasında ne bulursa satıyor, tam bir ölü soyucu, akbaba. Dehşetin resmini olduğu gibi çiziyor Barker; "bedenin ve ruhun en derin sırları" açığa çıkıyor. "Bul karayı al parayı" oyunu için üç kova ve bir bebek kafası kullananlar, oğlan kerhaneleri, hayvan ve insan dövüşleri, yıkıntının ortasında Faust oynayan bir deli/aktör, para karşılığı kesilip parçalanan kadınlar, işgalci ordunun tecavüz ettiği kadınlar, acı çeken kadınlar... Tam bir insan sirki, ölümün kol gezdiği topraklarda insana dair ne varsa ortadan kayboluyor ve ortaya çıkıyor. Hırsız böyle bir ortamda cebini doldururken Mamulyan'dan haberdar oluyor, büyük kumarcıdan. Oynadığı her oyunu kazanan bir adam, bulunmamak için esrar perdesiyle örtülü. Hırsız, Vasilyev adlı bir askerden adamın varlığını öğreniyor ve onu bulmak için günler boyunca çabalıyor. Buluyor da. Mamulyan'ın "Hacı" dediği Hırsız, bu efsanevi adamla masaya oturuyor.

Sığınak, ikinci bölüm. Nestroy'dan alınan epigrafta Şeytan'ın var olan en kötü şey olmadığı söyleniyor. Yalnızca bir iş adamı o, olması gerektiği gibi. Düşünüyorum, gerçekten de herifin kuralları belli. Dört yol ağzında yaptığı anlaşmalar adildir, en azından şartlara uymayan hep insanoğlu olmuştur. Yoksa çalışma prensibine sıkı sıkıya bağlı olan Şeytan'ın yamuk yaptığı pek görülmüş şey değildir. İstediğin şey onda varsa ve o şeyi gerçekten istiyorsan, şartlara uyacaksın. Bu mevzu Whitehead'in durumunu özetliyor.

İkinci bölümde Marty Strauss'la tanışırız, esas oğlanla. Altı yıldır hapiste, kumar bağımlılığının sonucu olarak başarısız bir soygun girişiminin sonucu. Hayvan gibi çalışıp vücudunu geliştirmiş ve Charmaine'le boşanmasının ardından işleri yoluna koyup koyamayacağını düşünüyor. Burada biraz durmam lazım, ayrılmaları biraz acı. Marty çok derinlikli bir insan değil ama Charmaine'i gerçekten sevdiği, özlediği anlaşılıyor. Yıllar boyunca hapishanede kendisini ziyaret eden Charmaine'in boşanma teklifiyle geldiği gün: "Hayır, diye düşündü Marty. Seni tanımıyorum. Bir zamanlar belki, ki bundan da emin değilim ama tanıdığım farklı bir sendin ve Tanrım, onu özlüyorum." (s. 47) Elliott Smith'in annesiyle ilgili yazdığı şarkıyı anımsıyorum, Marty'nin acısını anımsıyorum, çok ince bir detay ve herkese bir şey ifade etmeyebilir ama... Vurucuydu.

Bunlar olurken Toy ortaya çıkıyor bir gün, Whitehead'in sağ kolu, yaşlı bir boksör. Marty'ye şartlı tahliye olabileceğini ama yapması gereken şeyler olduğunu söylüyor. Bay Whitehead'in, dünyanın en zengin adamlarından birinin korumalığını yapması karşılığında özgürlüğüne kavuşabilir Marty ama malikaneden hemen hiç ayrılmayacak ve Whitehead ne derse onu yapacak. Aslında biraz American Gods'ı andırıyor mevzu. Neyse, Marty kabul ediyor ve zengin herifin evine gidiyor, işine başlıyor. Ev ahalisiyle tanışmacalar, Whitehead'in adamlarının burun kalkıklığı anlatıyı biraz sulandırıyor, bağları gevşetiyor ama gerçeklik yanılgısına katkı sağlaması açısından iyi.

Avcı köpekler bahçede tehlikeyi bekliyor, bir şeylerin huzursuzluğu ağır. Whitehead bir şeylerden korkuyor ve otuz yıllık yardımcısı Toy'dan yardım istiyor. O sırada Whitehead'in şirketleri dünya çapında değer kaybediyor, sanki şans terse dönmüş gibi. Marty formunu korumak ve olası tehlikelere karşı hazır olmak için malikanenin bahçesinde durmadan koşuyor ve bir gün Carys'i görüyor, Whitehead'in kızı. Psişik bir arkadaş kendisi, diğer karakterlerin bazılarında göreceğimiz özelliklerden biri Carys'te. Babasının yanında, güven içinde yaşıyor ama annesi öldükten sonra babasıyla girdiği ensest durumlar var, bir de babasının sağladığı esrarla -kokain de olabilir- durmadan uçuyor. Garip durumlar var yani, Martys anlamaya başlıyor yavaştan ve bir gece saldırı gerçekleşiyor.

Son Avrupalı/Mamulyan, Anthony Breer'ın yanına geliyor, Breer kendini asmaya teşebbüs ettiği sırada. Aralarında tutulması gereken bir söz var, Breer, Mamulyan'ın emrine giriyor. Yağ tulumu bir herif Breer, sadist ve Jilet-Yiyici. Gerçek anlamda. Onun gücü bu. Whitehead'in malikanesini basıyorlar, köpekleri öldürüyorlar ve köpeklerin yaşama döndüğünü gören Marty, kafayı kıracak gibi oluyor. Toy'un da evini basıyorlar ve Barker, anlatısının eklektik yapısını ortaya koyuyor. Carys'le Marty'nin sevişmeleri ve Mamulyan'ın Carys'in zihnine girdiği anlar oldukça ilginç, konudan konuya atladım ama anlatmam lazım. Seks yaptıkları bölüm tam bir şölen, karakterlerin hiç görülmeyen yüzlerini yansıtmak aslında zor bir iş ama Barker muhteşem bir şekilde kotarmış bunu. Zihne girme bölümleri de oldukça iyi, tam bir cümbüş. Ben aslında Toy'un karısının öldürüldüğü bölümdeki korkuyu anlatacaktım, anlatayım. Toy, karısıyla gayet normal bir şekilde konuşurken yere damlayan bir şey duyar, yatağa uzanmış olduğundan dönüp bakmaz. Karısı yatağa girer, çarşafı üzerine çeker ve yapış yapış bir şeyin sesi gelir. Toy bir şeylerin yanlış olduğunu anlar ve aniden arkasına döner. Karşısındakinin karısıyla ilgisi yoktur, derisi yüzülmüş bir bedendir artık o, kasları ve kemikleri ortadadır. Evden kaçması ve Jilet-Yiyici'den ucu ucuna kurtulması, dehşet dolu atmosferin etkisini uzatır. Barker'ın anlatıcılığı muhteşem, gerçekten korkutucu.

Eh, anlaşıldığı üzere Mamulyan'ın nekromansi özelliği var, zihinlere girebildiğini de söyleyebiliriz. Yüz yetmiş yaşında olduğunu da söyleyeyim, 1811 civarında kurşuna dizilecekken son anda kurtulan bir asker o, keşişin tekiyle karşılaşınca keşişin Antik Yunan yazıtlarından bulduğu bir kadim öğretiyi ele geçirerek yaşamı kontrol etmeyi, yaşam vermeyi ve almayı öğreniyor. Hırsız/Whitehead kendisini bulunca -ya da tam tersi- onunla bir anlaşma yapıyor ve dünyayı birlikte yönetmek için yıllarca birlikte yaşıyorlar ama Whitehead kendi ailesini kurunca yan çiziyor, şutluyor Mamulyan'ı. Mamulyan kendisine ait olanı almak için geri dönüyor falan. Gerisi bir dünya kovalamaca, ölüm, dökülen bağırsakların şiirsel ritmi, nefis bir gerilim.

Barker'ı ilgiyle okuyorum, her seferinde ödümü koparmayı başarıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder