2 Mart 2018 Cuma

Georges Perec - Mekân Feşmekân

Haritayla açılıyor, Carroll'dan ödünç. Boş sayfanın ortasında bir kare, okyanusun bir bölümünün haritası. Boş Sayfa öyküsü, yazarın doldurması beklenmeyen bir anlatısının sessizliği tek başına bir öykü olabileceği gibi -içinin nasıl doldurulacağı yazarın yaşamını oluşturan parçaların yansımasına bağlı- okyanusun bu bölümü de kartograf ve okur tarafından doldurulabilir, boşluğu boşluk halinde bırakmayacak mürekkep/imge/düşünce/şey olmadan. Şeyler, fenomenler zaten herhangi bir sınıra, haritanın kısıtladığı alana, çizgilere ihtiyaç duymadan okyanusu, suyu dolduracaktır, imajlar herhangi bir doluluğu kendiliğinden yaratacaktır. Mekânın oluşumu düşünseldir, Lefebvre usulü. Perec bu düşünselliği sorguluyor ve yaşamı boyunca karşılaştığı mekânları inceliyor.

Haritadan sonra mekân dizini. Boş, kapalı, düşsel, bulanık. Sayılı ama biri bile diğerlerini doğurabilecek çağrışımlara açık. Her biri kırılmalar, birleşmeler, olgular yoluyla bir diğerine dönüşebilir halde. İliştirilmesi istenen notta mekândan mekâna gerçekleşen geçişler arasındaki farkındalık anlarının izinin sürülmesi gerektiğini söylüyor Perec, alışkanlığın her şeyi bulanıklaştırdığı görüşten çıkabilmek, mekânı duyumsamak, fark etmek için anın bilinçli, bilinçsiz kurgulanması, kurgudan öte deneyimlenmesi.

Önsöz: Mekânlarda yaşıyoruz, varlığımızın bir parçasıyla donattığımız ve varlığının bir parçasıyla donandığımız mekânları değiştiriyor, doğuruyor ve yıkıyoruz. Doğururken zaten önceden yaratılmış olan dizgenin bir parçasını kendimizin kılıyoruz, geçici veya kalıcı olarak. Sayfiye yerleri, meydanlar diyor Perec, duraklar, sokaklar, caddeler, koridorlar, odalar diyor, gökyüzünün altı, denizlerin üstü, boşluk diyor. Mutlak hiçlik, mekânın negatif kutbu. Buraya ulaşılabiliyor; uzam, uzamsızlığı kendiliğinden getiriyor. Yan yana kurulan iki şehirden biri gelişirken diğeri güdük kalabiliyor. Ters orantı: Oluş tarafından biçimlenen yerin devinim kazanmasıyla civarını küçültmesi, küçültürken kendisinin de parçalara ayrılması. Éluard alıntısı, Perec'in Matruşka'sını anlatır. Paris>sokak>ev>merdiven>oda>masa>halı>kafes>yuva>yumurta>kuş. Kuş yumurtayı devirir ve silsile tersine döner, küçük bir hareket bütün mekânı yerle bir eder. Mekânın yaratımında imgelerin öneminden bahsediyordu Lynch; en ufak bir değişimde imgeler de değişir ve hiç bilmediğimiz bir yerde bulabiliriz kendimizi, her şeyin aynı olduğu yerde elektrik tellerine konan kuş orada değildir, bütün mekânın böylesi yabancılaşabilmesi olur şey midir? Güneş biraz sağa kayınca dünya şaşıyor; ışık değişiyor, hayvanlar, deniz, solunan hava, anımda tuttuğum elin sıcaklığı, her şey değişiyor, sağa kayıyor. Zihinde her şeyin biraz sağa kayması ne demektir, bir hayal edin. Her şeyin yeni bir yer doğurması sayısız deprem demektir, delirtici! Mekânın kaypaklığı yüzünden ayağımızın altından kayıp giden bir dünya var.

Sayfa: Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu için güzel bir başlangıç. Henri Michaux'nun "kendini kat etmek için yazması" güzel bir epigraf. Bernhard'ın kağıt üstünde yaşamını yok etmesi, yaşamını konduracak bütün petekleri, anıları, ortamı ortadan kaldırması demekti, bir yandan da kendinin değillemesiydi ki yeni bir ortam yaratmasıydı, düşüncesinin tam orta yerinde. Perec'e bakıyoruz ve "yazdığını" iki nokta üst üsteyle tekrarlaması, tırnak içine alarak tekrarlaması, yazıyor olduğunu yazdığını söylemesi kendisinin çeşitlemelerini doğuruyor ki bu sonuncusu için Cem İleri'nin güzel yorumları var, en sonda değineceğim. Perec yazılan yazının yazıldığı anı ve sonrasını bir metnin içine sığdırmıştı, o. 

Kâğıt üstünde katmanı bol bir yaratım; bir başka kendiliğe çıkan veya onu yaratan. Harf harf, çaprazlamasına, boş sayfayı doldurmacasına. Yukarıdan aşağıya. Boşluklar, pasajlar, harflerin bir araya gelerek oluşturduğu anlam parçaları, anlam parçalarından doğan anlamlar ve hakkında pek bir şey söylemeye cüret edemediğim ustanın söylediği gibi, bazı anlamlara gelmeyen kelimeler, bazı anlamların temelini oluşturamayan harfler... Üstteki yıkımı hatırlayın; yumurtayla başlayan zincirin ucunda yıkılan koca bir şehir. Sayfada da aynısını görmek mümkün. Borges anılır, Alef'in tüm dünyayı göstermesi alfabedir, böyle buyurur Perec. Dipnota gönderir, o da bir mekân yaratır, sayfanın altında. Marjda yazar, aynı. Yazarlar sayısız mekân yaratırlar, herkes bir yerlerde bir şeylerle uğraşırken onların uğraşı mekândır. Ferahından.

Yatak: Sayfanın kullanımını yatağın kullanımına benzetir Perec; yukarıdan aşağıya, dikdörtgen. 

Yatak bir insanın en kişisel eşyası, icra memurlarının el koyma hakkının olmadığı. Yatağını sever Perec, onda insanın bilinçaltından doğan pınarını görür. Bir de yatak başlığına koyduğu eşyaların sayımını yapar, eşyalar insanın ayaklarını yere sağlam bastırır, konumunu bildirir. Perec sayıp dökerek bir boşluğu doldurduğunu bilir.

Oda: Tanrısal bir belleğe sahip olduğunu düşünür Perec, uyuduğu her yeri hatırlamaktadır, savaşın sonlarında kaldığı ortaokul yatakhanesinin detayları hariç. 1954'te kaldığı bir odanın ayrıntılarını verir, en incesine kadar. "Odanın mekânının dirilmesiyle, en silik, en ehemmiyetsiz hatıralar birdenbire en önemli hatıralar olup çıkar, hayat bulur, anımsanırlar." (s. 41) Zihnin köşelerini oluşturmayı başarabildiysek, bir odayı, birçok odayı köşeli boşluklara yerleştirip her şeyiyle hatırlayabiliriz. Bir daha hiç görmeyeceğim bir odayı hatırlıyorum, anılarımın biçimini aldı: Beyaz bir kapı. Eşiğin az önünde açık pembe bir halı. Solda üç çekmeceli bir komodin, tepesinde lamba. Yanında yatak, üzerinde beyaz ve süslü bir örtü, daha da üzerinde iki yastık, aynı örtünün kılıflarına geçirilmiş. Yanında ilk komodinin eşi, üzerinde Pascal'ın Düşünceler'i duruyor. Sağda bir komodin daha, üzerinde eşyalar. Yanında gardırop. Tam karşıda bir pencere, çatıların üzerinde çatılar. Martılar. Duvarlarda bir iki leke. Elimi uzatıp kitabı açıyorum, kaldığım yeri hatırlıyorum. Bunların şu an gerçekleştiğini biliyorum, elim harflerin üzerinde dolanmıyor. Aynı anda biliyorum ki okuduğum bu kitabı bu evde bitiremeyeceğim, otuz yıldır aynı odada bir şeyler yazıyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum, sayısız parçamdan biri bu iki yerden birinde kaldı ama hangi parça, nerede, bilemiyorum. Başkaca, son olarak çok sevdiğim birinin evinde kaldı, büyükçesi. Sahile yakın bir evde, L kanepenin uzun çizgisinde. Sanırım bir yerlerde bıraktığım parçalarımı toplayamayacak kadar dağıldım. 

Bunu başarmaya çalışan birini, Proust'u anımsıyor Perec ve uyuduğu yerlerin listesini bu derleyiciden etkilenerek çıkartıyor. Ve evet saygıdeğer Perec, odadaki herhangi bir nesnenin değişmesi odayı baştan aşağı değiştirir, başka bir odaya yol açar. Tıpkı kozmosu büyüttüğünüz ölçüde çağrışımlarınızın ve şeylerin başka birçok şeye yol açması gibi, en küçük parçanın en küçük bir değişimi mekânı bilinmeyene sürükleyecek kadar kudretli ve canlı.

Daire: Uluslararası havaalanında yaşanacağına dair bir teori geliştiren bir arkadaş, sosyal ve kişisel ihtiyaçların böyle bir mekânda karşılanabileceğini söylemiş. "Bir mahalle simulakrası" diyor Perec, Baudrillard'ı arada derede anarak simülasyon üzerine kafa yorduğunu da belirteyim. Neyse, bu konudan bir komedi senaryosu çıkabileceğini düşünüyor. The Terminal'ı yaratan insanlar Perec'ten yola çıkmış olabilirler mi? Bir daireyi, evi oluşturan dikdörtgen hücreler özel işlevlerle donanırlar ve kimliklerini değiştirmek zor olsa da imkânsız değildir; salonu tuvalete çevirebiliriz, mutfağın yerine oturma odası kondurabiliriz ama bu karar bizim yerimize çoktan verilmiştir, evin bölümleri belirlidir, Gündüz Vassaf bunu iktidarın evlerimizdeki uzantısı olarak görüyordu, insanın yaşaması için gereken alanlar çoktan belirlenmiş, bu alanlar belli bir daire tipi oluşturarak modülerliğin mümkün olmadığı bir yaşam bölgesi yaratmıştır. Perec bu yaşam bölgelerindeki günlük hareketlerin dökümünü yapar, üç kişilik bir ailenin saatlere göre odalara girip çıkması tamamen işlevlerle açıklanabilir, öngörülebilir davranışlarımızın izi odalar üzerinden kolaylıkla bulunabilir. 

Daireler çeşitli biçimlerde düzenlenerek olasılıklar tartılıyor, duyulara göre daireler. "Tatalıryum, duyaryum, koklaryum" şeklinde biçimlenmiş daire. Haftanın günlerine göre düzenlenmiş yedi odalı daire, her güne bir oda. Tamamen yararlı, insanın kullanabileceği bir sistem. Bunun tersini, yararsızlığı düşünen Perec duvara çarpıyor, dilin kendisinde bile böylesi bir hiçliğin yaratılamayacağını söylüyor. Hiçliğe düşünceyle varmak mümkün değil. Bana göre hiçlik, herhangi bir şey düşünürken düşünmediklerimizdir. Karşılığı boşluk değildir, orada olmayan değildir, karanlık değildir, sözcüğe gelmeyecek bir şeydir. Bir mekâna yerleşmek konusunda Perec'in söyleyeceği çok şey vardır, var oluşun çok eylemli yapısı hep aynı oluşu doldurur, sürdürür ama bu hiçlik için mümkün değildir, hiçlik boşalacak bir şey değildir çünkü. 

Duvarlar geçti, kapılar geçti, Apartman'la bitireceğim. Yaşam Kullanma Kılavuzu'nun ilk adımlarını burada görürüz, Perec bu muazzam eserine başlayacağının müjdesini verir ve amacını anlatır, esinlendiği kaynakları anlatır. Tekrar okuyasım geldi, şapşal zamanlarımda okumuştum.

Yapılması gerekenler bölümünde komşuları ziyarete gidip duvarlara ve nesnelere bakılması gerektiği söyleniyor, amaçlarını bilmeliyiz. İkinci katta oturuyorsak dördüncü kata çıkmalıyız mesela. Bunu ben bir ara yaptım, sadece o katta koridorun yemyeşil bitkilerle dolu olduğunu görmüştüm. Tepeden, çatının cam bölümünden ışık geliyordu ve gizli bir bahçeye çıkmıştım. Apartman keşiflere açık, bence bodruma da bir inilmeli. Ben geçenlerde indim, her dairenin kömürlüğü varmış. Bizimkinde babamın daktilosunu buldum ama o kadar kötü durumdaydı ki olduğu gibi bıraktım. Bir şeyi parçası olduğu bir yerden ayıramadım, yanlışlık duygusu geliyor. Geliyor bu; olmamanız gereken bir yerde olduğunuzda geliyor, orada olmaması gereken bir şey varsa geliyor veya orada olmaması gereken bir "ora" varsa.

Sokaklar, mahalle, şehir, sayfiye, dünya, galaksi, evren... Cem İleri'nin incelemesine değinecektim ama o apayrı bir konu, cesaret edemedim. Şunu diyeyim, Perec'i etraflıca ele alan şahane bir yazı olmuş, yüz sayfaya yakın. 

Perec hep bir başka olasılığın varlığını duyumsatıyor bana; kendi ürettiğimize bağlı başkalarının da üreyebileceğini, düşlemin mekânı nasıl değiştirebileceğini, duvarların varlığını ve yokluğunu, belli alanların sert çizgilerinin zihni de ketleyebileceğini, çok şeyi. Ayaklarım biraz yerden kesildi sanırım, Zen'de olduğu gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder