24 Mart 2018 Cumartesi

W. Scott Poole - Delilik Dağlarının İçinde

Sonsuz saygı. Lovecraft benim için tepede bir yerdedir, ne kadar yüksekte olduğunu bilemiyorum ama kendisinin üzerinde kimse yok, onu biliyorum. Kozmik dehşetlerin mucidi olmasa da en büyük ustasıdır. Pulp dergilerden koca bir anlatı yaratmıştır ve etkisinin sürdüğünü görmek mümkündür; mesela Guillermo Del Toro birader nihayet At the Mountains of Madness'a girişeceğini söyledi. Yıllardır beklenen bir şeydi, Oscar'ı cukkaladıktan sonra opus magnum rüyasını gerçeğe dönüştürecek sanırım. Dönüştürsün, Lovecraft'ı sinemada daha çok görmek isterim. Hatta her yerde görmek isterim.

Lovecraft'in etrafındaki mitik perdenin aralanması lazımdı, Poole harş diye açıvermiş. Lovecraft hakkında doğru bilinen yanlışlar, öykülerinin hikâyeleri, ölümünden sonraki kültleşme süreci, hemen her şey tanıklıklardan ve belgelerden çıkarılmış, HPL hayranları için tatmin edici bir kaynak haline getirilmiş. Huşuyla okudum desem yeri. Altı aydır elim gitmiyordu, anlatmak için yeterince zaman geçtiğini hissediyorum. Karmakarışık bir biçimde anlatacağım, sadece altını çizdiklerimi.

1917'den başlıyor Poole, HPL'nin delirdiğini söylediği zamandan. Sağır olmanın ve kendi iç dünyasına kapanmanın özlemiyle yaşarken dünyayla baş etmeye çalışması oldukça zorlayıcı. Yabancı'da kulesinden çıkıp dış dünyayı tanımak isteyen adamı düşünüyorum, insanlarla ve kendisiyle yüzleştikten sonra kulesine dönüşünden başka bir şansı yoktu. Lovecraft de pek farklı düşünmüyordu sanırım, sadece yazıyordu ve yazdığı zamanlarda kulesindeymiş gibi hissediyordu. Okurlarına bu duyguyu aktardı, yalnızlığının ve hayal gücünün büyüklüğü birçok okurunca öykülerinin kopyalarının çıkarılmasına yol açtı, böylece unutulmayacaktı. Unutulmama çabasını orduya yazılmakla sürdürdü, 1917'de sözde son savaş sürüyordu ve bu hastalıklı genç, askere gitmekten başka bir şey düşünemez hale gelmişti ama annesi Sarah Susan Lovecraft, oğlunun askere gitmesini -çeşitli bağlantılarla- engelledi, böylece HPL'nin yenilgisi bir kat daha artmış oldu, kendisiyle dalga geçme kapasitesi de. İkisinin garip bir karışımında yaşıyordu, öyküleri bu ilginç psikolojinin ürünüdür. Dostu Robert E. Howard'ın intiharından çok etkilendi ama kendini öldürmeyecekti, yavaş yavaş öldüğünü düşünüyordu zaten. Küllerine varmadan önce bir şeyler yazıyordu ve yaşamını sürdürmesini sağlayan buydu sanırım. Kırk yedi yaşında bağırsak kanserinden öldüğünde kendisini hatırlayacak bir avuç insan vardı, sadece o an için. Sonrasında milyonlarca insanın hayatını değiştireceğini bilemezdi. Stephen King, Neil Gaiman, Clive Barker, Ramsey Campbell, Guillermo Del Toro, John Carpenter, D&D, çizgi romanlar, dövmeler, her şey bir şekilde ona bağlanıyor.

Lovecraft, ırkçılığı ve cinsiyetçiliği açısından pek çok eleştirinin odağında. Poole en başta bir Lovecraft hayranı olduğunu söylüyor ama bu büyük yazara yaklaşımında mesafesini koruduğunu ekliyor. Tarihçi kimliği her zaman önde, bu yüzden sadece gerçeklere değinmekle kalıyor, herhangi bir yargıda bulunmuyor. Bu açıdan da iyi bir araştırma bu, HPL'nin fanatik bir hayranının yazdığı metni okumuyoruz.

Poole, Dagon'un Lovecraft dünyasının sıkı bir özetini sunduğunu söylüyor bir yerde. Yaratılan atmosfer, korku ve çürüyen dünya, kabus gibi bir varlıkla bütünleşir, böylece HPL izleklerinin derli bir halini görmüş oluruz. Machen, Dunsany, Poe gibi ustalardan esinlenildiği malum ama kozmik tekinsizlik daha çok Maupassant'dan geliyor, Horla'dan. HPL'nin Edebiyatta Doğaüstü Korku metninde detaylar mevcut. Öncesinde folklor ve mitler var tabii; Lovecraft dedesinin kütüphanesini yalayıp yutarken eski zamanların anlatılarını ve efsanevi canavarlarını hayal dünyasının bir parçası haline getiriyor. Salem gezilerinde gözünün önünde canlanan görüntüler bir diğer kaynak. Margaret Murray'in cadılığın tarihiyle ilgili bir metninden çokça etkilenmesi, cadılık mezhebine inanırken buna ırkçılığı da eklemesi, korku duyulacak bir ötekinin yaratılmasına katkıda bulunmuş. Büyüdüğü ortamın ve edebi yönelimlerin etkisi de mühim; 18. yüzyıla takılıp kalmış bir İngiliz edebiyatı geleneğinin hüküm sürdüğü zamanlarda doğuyor HPL, etkilenimi sadece edebiyatla sınırlı değil, kıyafetlerinden tavırlarına kadar bu büyülü yüzyılın etkisinde. Züppeliği geçmiş zamanın parlak günlerine öykünmesinden kaynaklanıyor, Pope'un ve döneminin sanatçılarının Arap romantizmine eğilmeleri de başka bir kapıyı aralıyor. Kendi zamanının şairlerini takip ettiği söylenemez: "Kendi yüzyılından kaçmak için duyduğu güçlü isteğin T. S. Eliot, Ezra Pound ve Frank Lloyd Wright'ın eserlerinde görülen modernizme, yeni edebi, sanatsal ve mimari atmosfere neden ilgi duymadığını açıkladığını iddia ediyordu." (s. 35) Kendi çağında göçmen dalgalarının ardı arkası kesilmiyordu; dünyanın her yerinden bu yeni dünyaya gelen insanlar, HPL gibilerinin ödünü koparıyordu. Robert E. Howard da bu göçmen dalgasıyla gelen insanların yabancılığından, tekinsizliğinden oldukça çekinen ve yabancılığı öykülere dönüştürebilen bir diğer yazar, Çinli küçük adamlardan çok korkarmış.

Kronolojik bir anlatı değil Poole'unki, zamanlar arasında atlamalar yaparak argümanlarını sağlamlaştırıyor. Takip etmesi oldukça keyifli. Örneğin King'in Diriliş nam kitabını anıyor ki yerinde; romanın sonlarında insanların gittiği yer ve yaratıklar, HPL evreninden fırlamış gibidir, zaten King'in Lovecraft'i birçok yerde övdüğü malum. Pacific Rim'deki boyutsal işler ve yaratıklar keza. Bütün bunlar, varlıklarını biraz da August Derleth'e borçludur, Derleth, "Cthulhu Mitosu" nam bir oluşuma önayak olup HPL'nin bütün eserlerinin basılmasını sağlasa da işi biraz katakulliye getirmiş bir HPL hayranı olduğunu söylemek mümkün. HPL, yasal mirasçısı olarak R. H. Barlow'u belirlemiş ama Derleth, Barlow'u zorla devre dışı bırakıp Lovecraft'in mirasına zorla konmuş. Detayları var, ilginç bir hikâye. S. T. Joshi'yi de bu araştırma sayesinde öğrendim, bu Hindu genç -tabii artık yaşlı- sayesinde Derleth'in Lovecraft'ini okumaktan kurtulup yazarın bütün mektuplarına ulaşabilir hale gelmişiz. Türkçeye çevrilmiş değil bu mektuplar, henüz. Otuz bin mektuptan bahsediyoruz, basması kolay değil. Neyse, Joshi biraderin başardığı işler ve Lovecraft araştırmaları da ayrıntılarıyla anlatılmış. Adamımız edebi bir ikon haline getirilen HPL'nin bütün etiketlerinden kurtulmasını sağlamış, bu bile başlı başına bir olay. "Edebi bir ikondan fazlası olan Lovecraft modernizmin korkularına değinen bir dehşetin üslubunu biçimlendiren ve ileride postmodern diye adlandırılacak şeye gözünü diken bir kültürel antolojidir. (...) Lovecraft fiziksel dünyadan daha az gerçek saymadığı kendi hayal dünyalarında, morfin, afyon ve içkinin yardımına rağmen Poe'nun hiçbir zaman ortaya çıkaramadığı boyutta bir hayal gücü bulmuştur." (s. 50) Aralarında koca bir altmış yıl ve farklı tarihsel olgular var, Lovecraft'in çağı kesinlikle çok daha korkunçtu. Poe'yu sekiz yaşındayken okumuş HPL, korkunç bir havai fişek gösterisinin ortasında kalmış gibi hissetmiştir bence. İlk öykülerini Poe'nun etkisinde kalarak yazdığı söyleniyor, bir yorum yapamıyoruz çünkü bu öyküler bulunamamış. Çocukluğun belirsiz zamanlarından birinde kaybolup gitmiş, üzücü. Bir diğer kaynak da Bierce. HPL'nin dedesi, Bierce okuyup hikâyeleri sözlü bir şekilde HPL'ye aktarmış olabilirmiş, Poole'un varsayımı.

Aile. Whipple Phillips, HPL'nin anne tarafından dedesi. Üç yaşındaki çocuğa kaybolmuş kentlerle, harabelerde musallat olan zebanilerle dolu öyküler anlata anlata çocuğun daha fazla hikâye öğrenmek için deli gibi okumasına yol açmış. Okulla arası pek iyi değil, "Hıristiyan sürüye sempati duymadığı için Pazar Okulu'ndan şutlanması" ilk aykırılığı olarak ortaya çıkıyor. Okula Arap kostümü giyip gitmesi, dedesi gibi annesinin de oğlunun ilginç şeyleri okumasına önayak olması ilginç ayrıntılar olarak öne çıkıyor. Hepsini alamayacağım, değişik bir çocukluğu olmuş HPL'nin. Ailesindeki ölümlerden ve mezarlıklara yaptığı gezilerden, "belli belirsiz bir dehşet ve zebanilerin tuhaf havası" dediği sezgiler çıkarıyor, henüz altı yaşındayken ve Poe'yu okumamışken. Annenin Viktoryen dünyanın yorumu yüzünden çarpıtıldığını söylüyor Poole, yeni bir bakış açısı getiriyor. Belki oğluna sevgiyi öğretmemiştir de istediği her şeyin peşinden koşmasını sağlamıştır, bu da büyük bir şeydir.

Delilikten mustarip babalar ve özgürlüğüne düşkün bir anne, Lovecraft'in psikolojisini oldukça etkilemiş. Babalarından birinin cinsel bir hastalık yüzünden ölümünün üstü aile tarafından kapatılmış, ölüm şekli o devir için büyük bir skandal ve HPL'den de gizlenen bir şey bu, gerçi HPL'nin sonradan bu mevzudan haberdar olduğu söyleniyor ama bilinmezin içinden bir şeyler yaratmak böyle zamanlarda zirveyi görüyor. Koyu bir huzursuzluk bu; hayatımın en belirsiz zamanında en iyi öykülerimi yazdığımı söyleyebilirim. Lovecraft kralını yapıyor tabii bu işin. Neyse, bazı öykülerin izini HPL'nin yaşamındaki önemli dönüm noktalarında bulabiliriz, mesela sekiz yaşındaki HPL'ye hediye edilen kimya seti. Adam, evinin mahzenini "çılgın bir bilim adamının mahzeni"ne çevirecek aygıtlara sahip olmuş ve deneyler yapmaya başlamış. Herbert West sanırım bu zamanlarda kurgulanan bir karakter. Aslında eklektik bir durum var ortada; Hawthorne, Poe, kimya, astronomi ve benzeri pek çok şey, çok yakın zamanlarda HPL'nin hayatına girmiş. Poe'nun Arthur Gordon Pym'iyle deliliğin dağlarına giden araştırmacılarımız aynı zamanlarda ortaya çıkmıştır, sanırım.

Oldukça detaylı bir araştırma, yazacak sekiz milyon şey daha var ama HPL'nin iyi okurları için satır aralarından çıkacak detayları bırakıyorum. Duvarlardaki Fareler'in belirişi, sadece bir örnek. Tekrar tekrar okunur, huşuyla. Büyük yazarın önünde saygıyla eğiliyorum, hay yaşa be Lovecraft, can Lovecraft, dost Lovecraft! On dört yaşımın güzelliği, geri kalan ömrümün de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder