30 Haziran 2018 Cumartesi

Kjersti Skomsvold - 33

Metni okumaya başlayana kadar hiçbir şeyim yoktu, Norveç ellerinden soğuk soğuk bilinç akışlarında kaldığımdan mıdır, nineyi kaldırdığımız hastanenin bekleme odasının soğuğundan mıdır, çok acayip çarpıldım. Bugün dördüncü gün, kendime geldim. Otuz olduğumu hatırlatmak içindi sanırım, artık yarım gün yatıp akşama iyileşmek diye bir şeyin olmayacağını hatırlatmak istedi virüs kardeşler. Sağ olsunlar. Denk geldi; K. olan Kjersti -veya tersi- de otuz üç yaşındaydı ve akciğer arıyordu, böyle hatırlıyordum, o gece soğuktu, muhtemelen Kayışdağı esintisi ciğerlerime doluyordu ve dinen öksürüğüme yeşil mantar gibi ekstra can veriyordu. Ben sigarayı bıraktım ama K.'nın akciğer transplantasyonundan başka şansı yoktu, hiç sigara içmemişti, ciğerlerini hiç zorlamamıştı ama ölmek üzereydi. Bunun adaletle ilgili bir şey olduğunu sanmıyorum; en yakın arkadaşlarımdan biri ağzına sigara sürmezdi, devlet sanatçısı ve deli sporcu olan babası akciğer kanserinden ölünce herif bacaya döndü. Yaşamdan adil olmasını -diğer pek çok şey gibi- bekleyemeyiz, sadece onu yaşamayı bekleyebiliriz. K.'nin anlattığı da sadece yaşamak. Yaşamak zaten başlı başına bir iş, bir yük, ölüme yakın olunca daha da bir iş. Ferdinand var, intihar eden sevgili. Eh, daha ne kadar iş olabilir gündelik?

K.'nın parlak düşüncelerinde takılabileceğimiz noktalar var, bir de takip edemeyeceğimiz bağlantılardan çıkılan yaşantı parçaları. Fotoğraflar insanların yaşamlarına açılabildiği gibi karanlığı dolduran gölgelerden başka bir şey ifade etmeyebiliyor, tamamen anlık bir akış. Pesimist Samuel'in ve müntehir Ferdinand'ın arasında kararlarını gözden geçiriyor K., bir bebek ve Samuel'le mutlu olabilir ama mutluluk düşüncesini aklından silebilirse. Düşünüldüğü an ortadan kaybolan bir şey bu, K. da pek optimist bir insan sayılmaz, sıkıntılı sınıflarıyla, baskıcı müdürüyle, tatminsizliğe yol açan öğretmenliğiyle meslek yaşamı pek yardımcı olmuyor. Bunun yanında atladığı balkondan aşağı düşmeden önce elini uzatan Ferdinand'ın havada açtığı boşluğun kapanma sesi de kulaklarından silinmemiş. Daha da kötüsü, pek bir şeyi sevmediğini söylüyor. İnsanları, hayvanları, ne varsa sevmiyor ki çocuğunu nasıl sevecek, hele Samuel'i, bu sevmeme olayı bir travma sonucu mu, kaybettiklerinin ardından ortaya çıkan bir duygu mu, bilebiliriz veya bilmeyebiliriz, biz sadece dinlemekle mükellefiz ve anlatıyor K., dikkatli adımlar atarak yaşamış şimdiye kadar, matematiği bu yüzden sevdiğini ve öğretmeye çalıştığını söylüyor. Matematik kesin, formüllere oturan sayılar, belirli uzaylarda belirli biçimde davranan denklemler, hepsi bu. Elbette işin uçucu bir yanı var, matematik diğer her şey gibi buharlaşır ve hayal gücünün ulaşabileceği yerlerde somutlaşmaya başlar ama K. işin bu boyutuyla pek ilgilenmiyor, o sadece acısıyla ilgileniyor. "Bir yaşamı olmayan insan, yanılsama yaratmak zorunda kalır." (s. 8) Acısını yanılsamalarla çoğaltmaya da meyilli, eyvah. Bir konuşsa dünyanın depresyona gireceğini söylüyor, bu kadın tehlikeli. Bu kadın temizinden bir ömür törpüsü olabilir. Bazıları var, çıkarmaya çalışırsınız ama battıkları çukurda iyidir onlar, günü gelince kendi haline bırakıp gidersiniz. K. da onlar gibi, Samuel'le karşılaşana kadar. Daha derin bir çukurda batan biri Samuel, daha pesimist, daha yazar, daha çıkışsız ve yaşamını bu şekilde sürdürebiliyor. Daha kötü durumda olan biri sağaltıcıdır, iyidir ama iyileşene kadar. Sonrasında sadece batışı görülür ve o da arkada bırakılır ama bu da bizim problemimiz değil, Ferdinand'ın problemi ki K.'ya Samuel'den çocuk yapmasını, onunla sevgili olmasını söyleyen Ferdinand. Ferdinand bir albatros, bu imgeyle sık sık karşılaşacağız ve karakterlerin her biri için bir albatros tüyü koparıp saçlarına sıkıştıracağız. Albatrosların pençelerini geçirdikleri türdeşlerine tecavüz etmeleri pek iyi bir çağrışım taşımıyor ama bırakamama-kurtulamama döngüsü birbiriyle uyumsuz üç insanın ilişkisini iyi yansıtıyor sanırım. Üstelik K., kendinden bile kurtulamadığını kabul ettiğinde, Ferdinand'ı Paris'te ve Samuel'i İrlanda'da bıraktığını, kendisinin Norveç'te sıkışıp kaldığını düşündüğünde kentlerin pençelerini de hissediyor. Ciğerlerinin iflası bu pençeler yüzünden olabilir. Bir başkasının ölümünü bekliyor ki son model ciğerlerine kavuşabilsin. Aldığı hava bir başkasının çok önceden sahip olduğu organla alınırsa belki bir başkası olabilir, umutsuzluğundan kurtulabilir ki bu bilimsel bir mevzudur, organ hafızası mıydı neydi, her nakilde önceki sahibin bir parçası yeni sahibe geçebilir. Yeni organı eskiymiş gibi düşünmek, ilk sahibiymiş gibi düşünmek şart, yoksa vücut yeniyi kabul etmiyor. Beyin demeliyiz aslında. Yaşam da biraz böyle; yaşamı olduğu gibi kabul etmezsek hiçbir zaman bizimmiş gibi algılayamayız, hep dışımızda bir yerde durur, olması gereken yerden çok uzakta. Yaşam, tam gözlerimizin arasında, burnun az üzerinde olmalıdır. Bence yeri orası. Yaşama daha güzel bir yer düşünemem, her şeyin merkezinde olmalı.

Edebiyatı düşünüyor K., Ferdinand istedi düşünmesini. Edebiyat, bir şeyler yazmak, K.'nın kurtuluşunun anahtarı olabilir. "İçimdeki şeytanlarla başa çıkmak için kendimi edebiyata yönlendirmem gerektiğini söylemişti." (s. 11) Ferdinand'ı neden bırakmadığını düşünüyor K., Ferdinand öldü. Ferdinand acılarına dayanamayıp Paris'te kendini aşağı attı ve hayaleti musallat oldu, K. geriye kalan tek şey hayalet olduğu için başka bir şeye tutunmuyor, başka bir şeye ihtiyacı yok, Samuel'i görene kadar. Ferdinand'ın hayaleti olmasa belki de Samuel'e de ilgi göstermeyecekti, helal hayalet. Sözcükleri sahtekarlık için kullandığını söyleyen bu kadına başka bir yol gösterdin ve güvenilmezlik pelerininden arındırdın onu, helal.

Tüylü Bir Şeydir Şu Yas'ı beğenenler bunu da beğenir. Melankoli ve yas bir yaşamı nasıl kemirir, neye çevirir, ikisinden nasıl kurtulunur, hep bunlarla alakalı bir anlatı. K.'nın kendiyle yüzleşmesi çok duru, açık. Jaguar'dan hoş bir metin. Şu sıcaklarda İskandinav hüznü iyi gelir, tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder