6 Haziran 2018 Çarşamba

Marcel Mauss - Armağan Üzerine Deneme: Arkaik Toplumlarda Değiş Tokuşun Biçimi ve Nedeni

Dipnotların sayfalar sürebildiği bu denemenin olayı, asıl incelemeyle yan incelemelerin sürekli birbirini bölmesiyle bir dipnottan çıkıp diğerine giderken, "Ne okuyordum ben, buraya nasıl geldim?" diyerek odağı kaybetmeme çabasıdır. Dersem şaka olduğunu anlayın. Ama değil. Yani gerçekten, ben Kızılderililerin potlaç geleneklerini okurken kendimi bir anda Polinezya'nın uç bir köşesinde bulabildim. Karen Armstrong'un mitler için kullandığı "Eksenel Çağ" tabirinin bir benzerini Mauss'un araştırmasında görebiliyoruz; aynı eksen -zaman, coğrafya, ne olursa- üzerinde beliren benzer ritlerin bir arada sunulması kafayı karıştırdığı gibi bütüncül bir yapıyı da çıkarıyor ortaya, bu iyi ama takip etmesi zor. Kısacası, pek de yolda okunacak bir kitap değil bu. Perec'in uydurmaca incelemelerinden daha Pereclik bir durum var burada.

Florence Weber'in sunuş yazısı kitabın dörtte birlik kısmını oluşturuyor. Weber, Mauss'un giriştiği işin mikro tarih niteliğiyle antropolojiden iktisada, pazarlama bilimlerinden yönetime pek çok konuya değindiğini, bu yüzden de çok önemli bir incelemeyle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. "Etnografik bir sosyoloji" ele alınıyor, sosyal olgularla armağanın paradigmasına farklı bakışlar sunuluyor. Durkheimcı sosyolojinin siyasetle ilişkisinde bir dönüm noktasıymış bu eser, sayesinde Fransız tarzı bir sosyal güvenliğin icadında temel halkalardan birini oluşturmuş. Gerçekten de Mauss'un incelediği armağan-alışveriş-sadaka ilişkilerinin toplumsal yaşamı nasıl biçimlendirmesi gerektiğine dair ideal fikirlere ulaşırız. Sadaka türü verişlerde bir üstünlük kurma olgusu mevcut, iktidarın iktidarlığını perçinleyen bir durum. Osmanlı zamanında alanı ve vereni belli olmayan ayni ve nakdi destekten alenen dağıtılan temel gıda maddelerine uzanan yolda bir şeylerin ters gittiğini söyleyebiliriz, olması gereken bu değildir. Nedir? Mauss anlatıyor işte. Ücretli çalışmanın armağansal doğasını hatırlayıp her şeyi insancıl bir noktaya getirirsek hayat bayram olabilir, onu söylüyor. Kızılderililerin potlaç kavramında -Orta Asya Türklerinde de aynı dalga var, ne olduğuna geleceğim- ve Polinezya'daki kula uygulamasında, kayış kopana kadar toplumsal bir tüketim dengesinin oluşturulması çabası gizli. Lakin kapalı toplumlar biraz açıldıklarında, zenginliği ifade eden nesnelerin çoğalması veya azalması sonucu bu ayarlar bozuluyor, etimolojik değişimlerden -hediyeden mahkumiyete uzanan bir yolculuk var armağan için- ekonomik değerlerin farklılaşmasına kadar pek çok olay gerçekleşiyor. Hediyeleşmenin ardında hiyerarşi kurmak beliriyor, onur mücadeleleri yerini iktidarın basamaklarından biri olabilme mücadelesine bırakıyor. Bunun en güzel örneğini Jeremiah Johnson'da görürüz. Kabile şefi, adamımızın hediyesine karşılık olarak altta kalmamak için kendi kızını hediye eder. Yancı eleman, "Hediyeyi kabul etme de derimizi yüzsünler," diye uyarıda bulunur. Hediye kabul edilmelidir, davetli olunan evde bir sunuyu geri çevirmenin hakaret anlamına gelmesinin temelini burada görürüz. Karşılığın doğmadığı zamanlardan karşılık beklenen zamanlara, değiş tokuştan modern tüketime bir sosyal olgu. Vaygu'a denen, paranın ilk formu olduğu kabul edilen dolaşım nesnesi de bir o kadar ilginç. Evlilik törenlerinde takılan paralar, tarafların taktıkları alyanslar bir eşitlik ihtiyacını sembolize eder ama daha çok toplumsal bir sözleşmenin ögeleri olarak da görülebilir. "Yıllar boyunca o kadar altın taktık, şimdi hepsi dönsün bakalım." Bu sözü mutlaka duymuşuzdur. Kaynağı burada, Mauss'un kapsamlı araştırmasında mevcut.

Para, değiş tokuşa belirli bir standart getirdiği için önemlidir, bu yüzden armağanla bir ilgisi yokmuş gibi görünür ama aslında yazısız bir toplumsal sözleşme anlamına gelmektedir. Soyut bir kavram öylesine somutlaşır ki herkes bu durumu kabullenmek zorunda kalır. Armağanlar, değiş tokuş, ekonomik ögeler toplumları bir arada tutan anlaşmalardır aslında, herkes bu anlaşmalara uymak zorundadır. Günümüzde geleneklerle sürdürülen anlaşmalar mevcut, zamanında siyasal rekabetle siyasal ittifak hediyeleşme ve değiş tokuş yoluyla kurulabiliyormuş. Dost kaybetmemek için borç vermemek gerektiği söylenir ama kaybedilecek kişi zaten dost değildir, borç iki kişinin arasındaki ilişkiyi derinleştirdiği için olumlu bir niteliği de taşır. Zıddı hediyeleşme için geçerli; düşmana verilen herhangi bir hediye onun üzerinde tahakküm kurulduğunu simgeler, bu tahakküm fiziksel olduğu kadar psikolojik de olabilir. Bu farklı açılara Polinezya ve Kuzey Amerika'daki geleneklerden çıkarsamalar yaparak bakıyor Mauss, armağanın doğurduğu yükümlülüklere ve karşı-yükümlülüklere toplam yükümlülükler sistemi diyor. Potlaç'a bakalım. Eldeki fazla mal dağıtılır, şölenlerde herkesle paylaşılır ve vermenin yüceliği -işin ruhani boyutu ayrıca incelenmiş- almanın yüceliğini önceler. Herkes paylaşır, iç savaşlarda bile. Üstünlük kurmak için paylaşılır, yücelik için paylaşılır, hatta biriktirilen zenginliklerin yok edildiği bile olur. Zenginliklerin "ruhları" da yok edilir böylece, kutsal idoller, tılsımlar, armalar vs. dağıtılır, yok edilir, sosyal ilişkilere göre güç veya güçsüzlük kaynağı olurlar. Özellikle Maori dininin eşyalar ve eşyaların ruhlarıyla ilgili girift ritüelleri mevcut. Hau denen bir ruh var, eşya paylaşıldığında bir şekilde geri verilmesi gerekiyor. Hatta eşyanın üçüncü bir kişiye verilmesi durumunda geçerli olacak kanunlar bile belirlenmiş, hukuk sisteminin bu ruha göre belirlenmesi topluluk için alıp vermenin önemini vurguluyor. Bu sistemin dışında yaşamak mümkün değil, döngüye katılmayan klanlar dışlanıyor, öldürülüyor. Metanın dönüşümü/döngüsü konusunda mutlak bir egemenlik hüküm sürüyor, ilahi meseleler de bu işin içinde olduğundan çıfıt olarak damgalanmamak için mutlaka sirkülasyonun bir parçası olmak gerek. Dahil olmakla iş bitmiyor, en ufak bir ret öldürülmekle sonuçlanabiliyor. Bu noktada tanrılara sunulan kurbanların, kısacası mitik inanışların etkisini görebiliriz. Yeterince kurbanın sunulmadığı tanrı, toprağı çorak bırakacak ve o yılın hasadını hacamat ederek sayısız insanı öldürecektir. Bunun gerçekleşmemesi için toprağa, tanrılara ve insanlara adaklar adanmalı, bir anlamda hediyeler sunulmalıdır. Arkaik bir düşünce, binlerce yıl öncesinden geliyor ve toplumsal ilişkileri bile etkiliyor.

Sadaka, cömertlik, Roma Hukuku ve Hindu Hukuku, gibi konu başlıkları altında incelenen armağan meselesi, günümüzün çalışma şartlarının değerlendirilmesi ve vahşi kapitalizmin üstü kapalı eleştirisiyle sona eriyor. Özellikle Roma Hukuku bölümünde etimolojik yaklaşımların yol açtığı anlam zenginliklerinin koca bir hukuk sistemini nasıl biçimlendirdiğini, bu sırada sözcüklerin de nasıl biçimlendiğini görürüz, oldukça ilgi çekicidir. İlgisiz olanlar için sıkıcıdır aslında. Yani şimdiye kadarki bölüm ilginizi çekmediyse bu kitabı almamalısınız. Ama bence alın, konu çok ilginç. Bence. Beğenmediyseniz almayın kardeşim ya. Zorlamıyorum ama alın lan.

Kısacası iyi deneme. Al gülüm, ver gülüm. Adını bana bağışla, armağan et ki adını bildiğim için üzerinde üstünlük kurabileyim. Çok sevdiğin bir şeyi hediye et ki seni o şeyin bağlarından kurtarabileyim. Komşunu aç yatırma ki insanlığından emin olabileyim. Düşmanına emeğini ver ki özgeciliğinden razı olabileyim. Ne de çok dallanıyor alıp verme hadiseleri, üstünde düşünülecek çok şey taşıyor bu kitap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder