2 Haziran 2018 Cumartesi

Walter Burkert - Antikçağ Gizem Kültleri

Karen Armstrong'un Mitlerin Kısa Tarihi nam eseriyle birlikte okunursa etkisi on katına çıkabilir. Mitler binlerce yıl öncesinin insanlarının dünyayı anlamlandırma çabası olarak ortaya çıktığı zaman elmanın tadı kadar, yağmurun yağması kadar gerçekti, erginlenme ayinleri gerçek bir ölüm ve yaşama dönüş tecrübesi sunuyordu, ritüellerin görevi insanın kendini bu gerçekliğin içinde aşmaya çalışmasıydı. Farklı kültlerin farklı ritleri vardı, bazıları etkileşim sonucu doğarken bazıları doğanın yansımasıyla belirdi. Demeter-Eleusis, Dionysos-Bacchus, Magna Mater, İsis ve Mithras kültlerine odaklanarak aralarındaki benzerlikleri ve farklılıkları inceliyor Burkert, yaşam-ölüm döngüsü, örgütlenme, Platon'un kültler üzerindeki etkisi gibi başlıklara ayırdığı özellikleri karşılaştırmalı olarak ele alıyor.

Burkert "dağınık ve çoğu zaman bıktırıcı" dediği Antikçağ dinlerinin özelliklerini derlediğini söylüyor ve ön yargılar konusunda uyarıyor; gizem dinlerinin Roma İmparatorluğu döneminde ortaya çıktığının düşünülmesi yanlış. Öncesinde mevcut. Ana Tanrıça -Magna Mater- son gelenlerden ama onun Küçükasya'dan yola çıkıp Yunan dinine eklemlenmesi arkaik dönemde. İkinci yanlış, bu dinlerin Doğulu maneviyatın sonucu olduğunun düşünülmesi. Üç, gizem dinlerinin Hıristiyan inanışına hazırlama misyonu. Gnostiklerin pagan ritlerini benimsedikleri biliniyor ama basamak olma gibi bir durum yok, Hıristiyan gizemciliği temelinde pagan inanışlardan çok fazla öge aşırmış olsa da biri diğerinin devamı değil. Farklılıklardan sonra benzerliklere geçiyor Burkert. Bu dinlerin tanrıları birbirleriyle mücadele halinde değil, sanırım üçüne veya beşine birden inanılabilir. Game Of Thrones evrenindeki duruma benzetiyorum biraz. Neyse, sonrasında Burkert bu beş çeşitlemeyle ilgili temel olguları hatırlatıyor. Yayılma alanları, mitlerdeki konumlar, Roma'yla veya başka bir iktidar yapısıyla papaz olup olmadıkları, kısacası bilinmesi gereken her şey var. Hepsinin hikâyesi oldukça ilginç, örnek olsun diye Magna Matter'i alayım. Taş Çağı'na kadar takip edilebiliyor, Yunanlar arasında Matar Kubileya olarak biliniyor. Meter İdaia da denirmiş, "İda Dağının Tanrıçası". Bu kültte kendilerini iğdiş eden rahipler var, tanrıçanın sevgilisi Attis'in kendisini hadım etmesini sembolize ediyorlar. Alakasız olacak ama hemen Lovecraft'ın Duvarlardaki Fareler öyküsüne gidiyorum. Yerin on kat altında bulunan antik şehirdeki Romalı askerlerin ve daha da öncesinin insanlarının iskeletlerinin yığıldığı mekânda, duvarlarda, "Attis, Magna Mater" yazılarını görüyorduk. İngiltere'de. Özellikle Magna Mater'in Roma'yla birlikte geniş bir alana yayıldığını -kurmaca dışında da kanıları mevcut- söyleyebiliriz, devletin çelik pençesiyle yok edilene kadar.

"Erginlenme" kavramına da genişçe bir yer ayrılmış. Etimolojik kökenlerinden pratikteki uygulamalara kadar taşıdığı pek çok niteliği ele alınıyor ve beş kültteki karşılığı aranıyor, orta noktada bu kavram etrafına kültler yerleşiyor. Törenler, ritler burada mevzuya dahil oluyor; orgia bir erginlenme ayini olarak ortaya çıkıyor. Simmel'in kapalı topluluklarının arkaik versiyonları bu çağda ortaya çıkmış olabilir, ritlerin bir oyun olmaktan çok inanılarak yapılan eylemlerden ibaret olduğunu düşünürsek toplulukların dışındaki insanlardan bunların gizlenmesi, anlamın korunması gerekiyor. Gizem niteliği taşıyan kültün yapısı gereği yabancılar hoş karşılanmaz, sır korunmalıdır. Sır korundukça kültü saygınlığı artar. "Her durumda gizemler, daha geniş bir bağlam oluşturan dinsel uygulama içinde özel bir tapım biçimi olarak görünmektedir." (s. 24) Gizemin korunması var olması için gerekliydi; Platon'un hoşgörüsüne karşın Cicero ile Philon'un kültlerin bastırılmaları gerektiği yönünde fikirleri vardı. Roma'nın ölüm makinesi olarak farklı inançtaki sayısız insanı katlettiğini biliyoruz, Burkert detaylı bir şekilde ele almış. 

Anıtlar ve adaklar ilk ortak konu. Önceleri tanrılardan bir şey dilemek, onlara bir şey adamak söz konusu değildi, gökyüzüne bakıp huşuyla dolan insanın istediği bundan başka bir şey değildi ama tanrıların yeryüzünden çok göğe ait oldukları düşünülmeye başlandığı an ip koptu, dünyevi bağ yitirildi ve iş tamamen ruhaniliğe döndü. Denizde fırtınadan kurtulanlar tanrılarına hediyeler sundular, iyi bir hasattan sonra aynı şekilde adaklar, törenler, gırla. Tersi durumda yeni tanrılara sığınıldı, krallar tahttan indirildi, yeni krallar yeni tanrılarmış gibi tahta çıkarıldı. Mithras dininin adak dini ve gizem kültünün tam bir karışımı olduğunu söylüyor Burkert, İsis de aynı zamanda sağlık tanrıçası olduğu için o işlere baktığından kendisine gırla anıt dikilmiştir. Tapınma biçimleri, adanan nesneler ve daha pek çok bilgi için Aristophanes'in oyunlarından Platon'un düşüncelerine, pek çok kaynağa başvuruyor yazar, farklı kaynak iyi bir şey.

Sağaltım adakları büyüye inancın o zamanlarda ortaya çıktığını gösteriyor bir yandan. Büyünün daha o zamanlardan psikoterapik bir etkisinin olduğu söylenebilir, zaten logos egemenliğine girmemiş dünyalarda büyüden daha iyi bir dayanak yoktur. Şamanları ve adakları doğuran toprağın her yıl doğumu ve ölümüyle ilgili o kadar çok rit var ki hepsini derlemek için ayrı bir çalışma gerekiyor. Osiris kültüyle Mısır'ın ölüm kültü arasında yakın ilginin olması anlaşılabilir bir şey, hemen her kültte ölümden sonrasının somut varlığına inanılması da. Hatta şöyle hoş bir cümleyle karşılaştım. "Pagan birinin gözünde Hıristiyanlık, sadece ölümle ve çürümeyle ilgilenen bir kabir diniydi." (s. 51) Oysa beş kültün tapınaklarında birbirlerine ait özellikler bulunabilir, bunlar yaşamı yücelttiği gibi ölümü de yücelten inanışlar olarak ortaya çıkıyordu. Anıtlar ve adaklar da bu inanışın ürünü.

Nefesim yetmedi, bu kadar. Zengin ayrıntılarla dolu, müthiş kapsamlı bir çalışma. Konuya ilgi duyanlar ıskalamamalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder