9 Eylül 2018 Pazar

Georges Perec - Paralı Asker

Odamda, bilgisayarımın yanında bir kule var, askerde okuduğum kitapları üst üste dizdim. Kuleyi tekrar okuyacağım, bir zaman. Neredeyse üç yıldır öylece duruyor, parçalarını ara ara çekip karıştırıyorum. Arka kapağa yazdığım notlara genellikle nöbetlerde okuduğum için o bomboş zamanda aklıma gelen düşünceleri, bir dünya şeyi yığmışım, o zamanın sıkıntıları da çıkıyor aralardan, yorucu bir yüzleşme yaşanıyor, kapayıp kuledeki yerine koyuyorum kitabı. Uzun süredir böyle oluyordu, yaz başında hafiflediğimi hissedip bir kez daha denedim. Bu sefer hiçbir şey ağır gelmedi, okuyabildim. Kulenin geleceği karanlık, bir süre sonra ortadan tamamen kalkacak. Benim için de geçmişin girilemeyen bir odası açılacak. İyi.

Önsözde Claude Burgelin'in metnin biçiminden yazılışına kadar pek çok özelliğini enine boyuna incelediğini görüyoruz. Bu önsöz, sona bırakılması gerekenlerden. Mümkünse önce metnin kendisini okuyun, bellekte biçimlenen şeklini önsözle tamamlayın, daha iyi. Burgelin'den öğrendiğimize göre bu, Perec'in tamamlamaya nefesinin yettiği ilk anlatı. 1950'lerde yazıyor ve Seuil'e gönderiyor ama yayınevi metni yayımlamayı reddediyor. 1960'ta Gallimard, bir kitap dizisi içinde metni yayımlamayı kabul etse de Georges ve Pauletta Perec'in Tunus'ta yaşadıkları, Şeyler'de anlatılan yılda ret cevabı geliyor, bir kez daha. Metin tam olgunlaşmamış, söz oyunları gevezelik ve beceriksizlik ürünüymüş, böyle sebeplerden basmıyorlar. Perec'in birçok türevini yazdığı metin, basılmayan diğerlerinin yanında yerini alıyor, bir çantaya konuyor ve yazarın ölümünden sonra, atılacaklar çantasına konmuş olmasına rağmen kaderin bir oyunuyla atılmıyor, ortaya çıkıyor. On sekiz yaşından beri yazar olmak için çabalayan Perec'in aldığı ret cevabıyla yaşadığı yıkımı Şeyler'de, biraz da Uyuyan Adam'da görebiliyoruz, Burgelin bu metinlerle bakışımlı olarak inceliyor metni ve aşağı yukarı beş yıl sonra, Şeyler'in yayımlanışına kadar, Perec'in hayal kırıklığını aşarak daha çok çabaladığını söylüyor. Sonuçta Perec istediğine kavuşuyor ama ilk metniyle değil, bu metni okuyanın kafasına sıçmak istediğini söyleyecek kadar uzaklaşmış yaratısından. Ben kafamdaki boktan son derece memnunum açıkçası, iyi ki yok olmamış bu.

Perec'in mektuplarına da yer veren Burgelin'e göre sonraları yazılacak pek çok metnin izlerini Paralı Asker'de görmek mümkün. Bölümlemelerin oyunculluğu, anlatım biçiminin değişkenliği derken apartmandaki dairelerden birinde, zaten üretilmiş olan eseri tekrar üreten bir adamın şövale başında çalışmasını izleyebiliriz. Apartmanın bulunduğu sokağın, aslında orada olmayan sokağın adının Perec'in yakın bir arkadaşının adından, soyadından geldiğini de öğreniriz böylece, metnin sorgulamaya benzer bölümlerinin başka bir coğrafyaya yapılan yolculuklarda başka birine dönüşen, kendisi hakkında fikirlerini çizgilerle sınırlandırabilen bir karakter ortaya çıkardığını görebiliriz, bu karakter yıllar boyunca aynı işi sürdürürken, ünlü eserlerin kopyalarını üretirken her şeyin akışta kaybolduğunu, yaşamı hakkında pek bir fikri olmadığını söyler ama yaşamından ne kadar uzaklaştıkça bir o kadar yakınlaşır, kurgusal bir hayatın düzeninin biraz dışına çıkınca bir başkasına, bir anlamda kendisine dönüşür. Perec'in yolculuklarının bir sonucu. Burgelin, metni elli yıl sonra tekrar okuduğu zaman "gözlerinin açıldığını" söylüyor, Perec'in diğer metinlerini de düşününce Paralı Asker'in yapbozun önemli parçalarından biri olduğu ortaya çıkıyor gerçekten. Gerçeklikle kurmacanın bitmek bilmeyen davasında önemli bir nokta. Yaratıcılığın tekrarla muhasebesi görülürken sanatçının kendi hayatını kurma biçimi de edimleriyle zıt bir yönde ilerleyince kaçınılmaz olarak yıkım gerçekleşiyor.

İki nokta mühim, biri Gaspard Winckler'in aylarca üzerinde çalıştığı eseri yok etmemesi. On yedi yaşından itibaren etrafında sanatçılar ve sanat simsarlarından oluşan bir dünyanın içinde yaşıyor ve ünlü eserlerin kopyalarını üreterek yaşamını sürdürüyor. O insanları anlatmayacağım, ikinci tekil şahıslı ve diyaloglu bölümlerde hikâyeleri yavaş yavaş ortaya çıkıyor, Gaspard'ın sosyal çevresi adım adım oluşuyor. Dikkatimi çeken nokta, Paralı Asker üzerinde çalışan Gaspard'ın çevresindeki insanlardan biri olan Madera'yı öldürecek kadar kafayı kırmasına rağmen aylarca üzerinde çalıştığı esere dokunmaması. Önsözde Perec'in özellikle bu resimle, Paralı Asker'le özdeşleşim kurduğu çeşitli detaylarıyla birlikte anlatılıyor, varoluşsal kaygıyla estetik kaygının iç içe geçtiği söyleniyor, Dorian Gray referansını da düşündüğümüz zaman anlatıcının kendi yaşamını tekrar çemberinden kurtularak yaratmaya çalışmasını, kendini tamamen yok etmeyerek -çalışması olduğu gibi duruyor, en yakınındakilerden biriyse ölü, boğazı kesik, kendi sıvısı içinde yatıyor- gerçekleştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Bir çıkmaz var burada; resim bir kopya, orijinalin başarısız bir reprodüksiyonu, yine de sanatçının ta kendisi. İki yönden; hem kişinin yaratısı, hem de kendisi. Tamamlanması halinde bir oluş biçimi gerçekleşecek ama kişinin biricikliğine hiçbir katkı sağlamayacak, varoluşsal bir doyum gerçekleşmeyecek yani. Tamamlanmaması durumunda biricikliğe zararı yok, bu kez estetik varoluş yarım kalacak. Bernhard'ın metinlerinde geçen tamamlan(a)mayan çalışmalarını düşünerek yorumlarsak tıpkı kişinin tamamlanamaması gibi, eserlerin de tamamlanamayacağını, bitişin hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğini söyleyebiliriz, Perec de bu metninin farklı versiyonlarını yazdığına ve yayımlatamadığına göre bitimsizliğin üstesinden gelmiş olsa gerek. Yaşam bulamamış bir potansiyelin izleklerini takip ediyoruz; Gaspard'ın Antonello'yla hayali çekişmelerini düşündüğümüzde, Paralı Asker'in ressamı Antonello ulaşılamayacak bir düzeyde belirir, yaşamın orijinal boyutunda var oluyor ve Gaspard oraya ulaşamıyor, kopyalayıp durmaktan başka bir şey yapmadığı için, iyi para kazanmasına ve istediği zaman seyahat edebilmesine rağmen, kısacası zevklerine vakit ayırabilmesine rağmen hiç deneyimlenmemiş bir duygusu, edimi, eseri olmadığı için kendisini var edemiyor, bir otomata dönüşüyor ve ilk fırsatta otomatlıktan kurtuluyor. İkinci nokta bu; Madera'yı öldürdükten sonra anlatmaya başlıyor Gaspard. "Madera ağırdı." (s. 29) Bütün versiyonların ilk cümlesi buymuş. Makul. Cinayet, çemberin dışına çıkıldığını, biricikliğe doğru dev bir adımın atıldığını gösteriyor, Gaspard kendine biçtiği, kendisine biçtirilen yaşamın bir adım uzağına varır varmaz çözümlemelerine başlıyor, boyalarla yapamadığını sözcüklerle yapmaya çalışıyor. İkinci tekil şahıs olan anlatıcıyı ikincilikten kurtarmak gerekiyor sanırım, birincinin bir parçası o da, kanı göl halinde görünce açılan bir dil, kendinden öncekiyle birlikte olup bitenleri konuşuyor. Bu dilin gevezeliğinden bahsedilebilir ama yeni açılmasına vermek gerek, o kadar uzun bir zaman boyunca susmuş ki çözülünce oyunbazlıkla birlikte işlemesi çok doğal.

Gaspard kendisine kaçış tüneli de yapmış, iyi bir şekilde kamufle etmiş. Kurtuluşunu planladığına göre patlama noktasına yaklaştığını düşündüğü söylenebilir. "Kendi kurduğun tuzaklar bitirdi seni, kendi aptallığın, kendi yalanlarınla kendi sonunu getirdin.." (s. 42) Bir kurtuluşun arındırıcılığını yaşamak için sabote edilen yaşam, Gaspard'ın planladığı şey bu. Sımsıkı, kapalı bir sistemden kurtulmak için kesin, tek bir darbenin gerektiği zamanlardan birini iyi yakalıyor. O zamana erişimde pek çok itiraf, pek çok hata belirip kayboluyor, Gaspard kendini hazırlıyor, belki farkında olmadan. "Ne idiysen onu istedin. Ne istediysen oydun." (s. 59) Kendisi olmak isteyen bir adamın önce kendisinin ne olduğunu bulması gerekir, Perec'inki bir kendini bulma hikâyesi. Kendi yaşamıyla paralel bir arayış.

1 yorum:

  1. Anlaşılsa bile ifadesi zordu Paralı Asker'in. Teşekkürler. İyi ki okudum dedim.👌

    YanıtlaSil