27 Eylül 2018 Perşembe

Jeanne Cordelier - Gatien'in Tutkusu

Sel'in sitesinde 1990'da basıldığı ve Armağan Ekici tarafından çevrildiği yazıyor. Bu bilgi doğru değil sanırım, bendeki "ilk baskı" 1998 tarihli, Ayşe Banu Karadağ çevirisi. İkinci baskıyı görememiş, kaybolmuş kitaplardan biri. İzini sürüyorum böyle kitapların, demiştim. İsmail Abi'de buluyorum, bulunuyorum genellikle. Çalıştığım okuldan İstiklâl Caddesi'ne beş dakikada yürüyorum, bir beş dakika daha yürüyorum, İsmail Abi'nin çay ısmarlaması da bir on saniye tutsa, kayıp kitaplara erişimim bu sürecin sonunda. İyi bir şey. Meltem'i götürdüğüm zaman dükkânın yarısını alacak gibi olmuştu. Normal.

Bir cin tarafından hacamat edilip kuş formuna sokulmuş anlatıcı vasıtasıyla dinlediğimiz hikâye, aşkın bütünlenip parçalanmasıyla ilgilidir. İnsanın sayısız parçası bir araya geldiğinde, kusursuz bir yapı ortaya çıktığında aşık olunur, sanırım böyledir bu iş. Aşkın bir durum olduğu ve en uygun nesnenin bu duruma yerleşir yerleşmez biricikliğe kavuştuğu söylenir, zaten orada olan yaraları taşımak için doğmuş olmakla benzer bir mevzu. Niklas Luhmann'ın aşk konusundaki incelemesini okuyorum şimdi, orada ilk görüşte aşık olmanın böyle bir doğum olduğu söyleniyor. Bir şeye hazır olma durumu gerçekten vardır, parçaların kusursuz birlikteliği diyeceğim ben buna. Aşık olmalık durum oradadır yani, bu tamam, ama kuvvetli bir vurulma için nesnenin varlığı çok daha önemliymiş gibi geliyor bana. Azıcık bilen adam olarak konuşuyorum; tek bir kez ilk görüşte aşık oldum ve hiçbir parçam buna hazır değildi, Luhmann'ın iddia ettiğinin tersini savunuyorum. Aşk kesinlikle bir hazırlıksız yakalanma olayıdır. Aşk, düşen ilk dolu tanesini kafaya yiyecek kadar şanslı olma halidir. Evet, tanesi. Şanssızlık değil ki, dolunun oluşmasından itibaren kafaya inene kadar çizdiği yolu okuyabilseydik eğer... Sanırım aşkı yine çözemezdik. Aşkı anlayabilmenin bir yolu yok, Luhmann aşkın yarattığı iletişime onca taban oluşturuyor ama kesin bir açıklaması yok. Dolayısıyla aşkın, tutkunun bürüneceği kimlikler de bu ansızlıktan doğan bilinmezin niteliğine sahip. Aşkın paylaşılabilirliği, paylaşılmazlığı, yarası, onarısı, sayısız yüzü var ve her birinin ne zaman ortaya çıkacağı belirsiz. Onca parçanın kusursuz birleşimi dedim, bir parça arıza çıkarsa sihir sönüyor. Aşk çok kırılgan, çok belirsiz, çok yorucu. Bunların tersi aynı zamanda, çakılı bir kaya gibi, tam şurada.

Her şey hazırdır, şartlar olgunlaşmıştır, zemin sağlamdır, aşık oluruz. Engelleri aşıp bir araya geliriz, arkamızda yıkıntılar bırakırız, arkamız diye bir şey kalmaz, şimdinin doludizginliğinde bilmediğimiz bir yere doğru sürükleniriz. Cordelier, iki aşığın bu sürüklenişini anlatıyor diyebiliriz. Anlatıcı kuş -bundan sonra Gatien olarak geçecek- sahibesine aşıktır, kadının her davranışını izler, hatta tanrılığa soyunup ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilir, çok uzaklarda gerçekleşen olayları bile bilir. Cin çarpmış bir adamdan beklenecek hareketler. Yine de, aşkın kıyım kıyım kıydığı çiftin anlatısında yersiz gibi duruyor, bu tekniğin anlatıyı derinleştirdiği herhangi bir nokta yok, bir paspas da anlatabilirmiş hikâyeyi mesela. Tek bir nokta var, onca sadakatsizlikten sonra -birbirlerinin gözü önünde gerçekleşen olaylar bunlar, ben bir noktada üçlü ve dörtlü ilişki bekledim ama Cordelier o kadar yürütmemiş mevzuyu- sahibe, kendisine aşık olan Gatien'e "aşk" demeyi öğretiyor. Sahibin hediyesine öğretilen kelime, kadının peşinde koştuğu heyecanın en saf haline dönme özlemini taşıyor bir yandan. Kadın adama hâlâ aşık, onca onur kırıcı hadiseden sonra basitleşiyor, yaşamındaki ağırlıktan kurtulmaya çalışıyor -aşktan değil- ve kuşa dönüyor, o güne kadar pek de umursamadığı, hatta kötü davrandığı kuşa. Bunun dışında Gatien'in dahil olduğu pek bir mevzu yok.

Nedir, sahip ve sahibe tanışırlar. Sahibe, çoksatar birkaç kitabın yazarıdır, eşiyle çok sağlıksız bir ilişkiyi sürdürmeye çalışırken sahiple tanışır. Sahip, işi gereği uzaklara seyahat edip durur ama kadını unutamaz, bir süre sonra kadın, kendisine korkunç bir biçimde bağlı, saplantılı eşinden boşanır, adamla evlenir. Aşkın doğuşu ve serpilişi keyif vericidir, kavuşma tablosu mutluluk saçar ama, işte, sayısız parçalar. Bu parçalardan haberdar değiliz, aşık olduğumuz kişinin parçalarını hiçbir zaman tam olarak bilmeyiz, sadece bir arada durmaları için dua ederiz. Kadının parçalarından birkaçı yitiktir, muhtemelen nevrotik ebeveyn yüzünden. Kendisi de bunaltıcı bir ilişki kurar. Sanırım şöyle; başta her şey bütünken aşkın sağaltıcılığı ortaya çıkıyor ve zirveyi gören bir sağaltım uyguluyor ruha veya eksik olan her neyse ona. Aşkın ilk günleri bu, insanın en "iyi" olduğu zaman. Sonrasında, biraz alışıldıktan sonra... Parçalar dağılıyor. Sahibe, sahibi delicesine kıskanmaya başlıyor, zaten en başından beri adamdan çocuk yapmak istiyor delicesine. Çocuk, yer yer başka bir şey düşünmediği söylenebilir. Bu uğurda zorlu bir ameliyat oluyor, ölümden dönüyor, çocuk oluyor nihayet ama sahibe aklını iyice kaçırıyor. Başka dünyalardan, başka varlıklardan bahsetmeye başlıyor ve adamı da kendinden uzaklaştırıyor böylece. Gerisi son derece acılı bir kopuş-kopamayış hikâyesi. Bol cinsellikli, bol kırık kalpli. Kuşun basit dilinden.

Eh, çok boş bir zamanda okunabilir. Sırf ideal aşıkların birbirlerinin katili olmalarının seyri için okunur aslında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder